Aix-En-Provence Gezi Notları

Avignon’dan sonraki durağımız Aix-en-Provence… Burası bence, bu bölgenin en güzel ve görmeye değer şehri. Avignon’dan 90 km. mesafede olan Aix-en-Provence, aynı zamanda adını da bu bölgeden almış ya da bu bölgeye adını vermiş...

Sabah saatlerinde Avignon’dan yola çıktığımızdan, daha öğle olmadan Aix-en-Provence’a varıyoruz. Eşyalarımızı otele bıraktıktan sonra hemen navigatörümüze şehir merkezine en yakın otoparkın bilgilerini giriyor ve bizi Gare SNCF otoparkına götürmesini istiyoruz. O da öyle yapıyor, 10 dakika içinde merkezdeyiz.

Arabayı park edip her zamanki gibi yaya olarak şehir keşif turumuza başlıyoruz. Öncelikle Place De Gaulle (De Gaulle Meydanı)’e çıkan iki büyük caddeden biri olan Victor Hugo Caddesi’nden ilerliyor ve meydana varıyoruz. Meydandaki büyük havuz ve fıskiye görülmeye değer… Yalnız meydanda inşaat çalışması sürdüğünden, bir bölümü yaya ve araç trafiğine kapatılmış. Biz de alt geçitten geçip biraz sağa doğru ilerlediğimizde şehrin en önemli caddelerinden biri olan ve neredeyse Paris’teki Champ Elysee kadar geniş, 17. yüzyıl yapımı Cours Mirabeau’ya ulaşıyoruz. Burası; geniş kaldırımlı, üzerinde birçok kafe & restoran ve hediyelik eşya satan dükkân olan, çok fazla araç geçmeyen bir cadde. Bu güzel caddede arka arkaya dört büyük çeşme ve heykel var ve hepsi de görülmeye değer. Bu caddedeki kafelerden birine oturup kahvelerimizi yudumluyor ve Fransa’da moda olduğu üzere; gelen geçene bakıyor, şehri ve insanlarını tanımaya çalışıyoruz.

Cours Mirabeau’nun hemen sonundaki Chapelle des Oblats’dan sağa doğru döndüğümüzde en şirin sokaklardan birine; Rue d’Italie’ye (İtalyan Sokağı) ulaşıyoruz. Burası da birbirinden renkli hediyelik eşya dükkânlarının, restoranların ve kafelerin bolca olduğu bir yol… Bu yolun sonunda da Eglise Saint-Jean-de-Malte (St. Jean de Malte Kilisesi) var. Burayı gezdikten sonra geri dönüyor ve bu kez Cours Mirabeau’nun kuzey tarafına doğru ilerlemek için, Rue Fabros üzerindeki Passage Agard denilen güzel bir geçitten geçip Adalet Sarayı’nın yer aldığı Place de Verdun’a ulaşıyoruz. Passage Agard da görülesi bir yer…

Bu meydandan devam ederek bu kez Rue Espariat’ta buluyoruz kendimizi.  Burada “Amorino” adında harika bir dondurmacı keşfediyoruz. Sunumları da çok değişik, kornete dondurma toplarını koyarken ince ince uğraşıp gül şekli veriyorlar. Elimizde dondurmalar, Place et Fontaine D’Albertas (Albertas Meydanı)’da buluyoruz kendimizi. Burası; meydanı çevreleyen binaların basamaklarına oturan öğrencilerin resim yaptığı, etrafı rokoko tarzı binalarla çevrili, çok güzel ve alışageldiğimiz meydanlardan çok farklı bir meydan.

Buradan sonraki durağımız, aynı zamanda Postane Meydanı olan Place Richelme oluyor. Burada da birbirinden zevkli hediyelik eşya ve tabii şekerleme satan dükkânlar var. İlginçtir, hediyelik eşya satan her dükkânda birbirinden farklı bir şeyler bulmanız mümkün. Rotamızı Rue G de Saporta’ya çeviriyor ve en kuzeyde Boulevard Aristide Briand’a (Aristide Briand Bulvarı) ulaşıyoruz. Hemen sağa kıvrılıp Rue Pierre et Marie Curie (Pierre ve Marie Curie Sokağı)’yi izleyerek Rue Mignet üzerinden Eglise de la Madeleine (Madeleine Kilisesi)’ne geliyoruz. Bu kilisenin yanı başındaki Place et Fontaine des 3 Ormeaux Meydanı’ndaki  “L’epicerie” adlı çaycıda çaylarımızı içip biraz soluklanıyoruz. Burada çok farklı çeşitte çaylar var ve enteresan bir şekilde sunuluyor, demlikte gelen çayın fiyatı 4€.

Artık dönüş vakti deyip, akşam yemeğine kadar biraz dinlenmek üzere otelimize dönüyoruz. Akşam yemeği içinse birçok seçenek var ama önceden rezervasyon yapmadığımızdan ve Cuma akşamı olduğundan, nispeten daha kolay yer bulacağımızı düşündüğümüz “Chez Charlotte” adında daha çok bizim esnaf lokantalarına benzeyen ve her gün değişen menüsünden 2’li ya da 3’lü seçim yapabileceğiniz yerel bir restoranda karar kılıyoruz. Şansımız yaver gidiyor çünkü restoranda son kalan boş masaya biz oturuyoruz. Burada hem fiyatlar çok uygun hem de yemekler çok lezzetli ancak servis sabrınızın sınırlarını zorlayacak derecede yavaş. Bu arada servis hızı konusunda uyarımızı da pek hoş karşılamıyorlar, eğer servis konusunda acele ederseniz azarlanmanız pek muhtemel…

Ertesi gün Marsilya’ya doğru yola çıkmadan önce günlerden Cumartesi olduğu için sadece Perşembe ve Cumartesi günleri Place de Verdun’da kurulan pazarı ziyaret ediyoruz. Bununla da kalmayıp Fransız ressam ve gezgin Cezanne’ın adımlarının bir bölümünü takip ediyor ve kendimizi bir kez daha Saint Jean-de-Malte Kilisesi’nde buluyoruz. Şehirde Cezanne’ın geçtiği yollar “C” harfi ile işaretlenmiş. Biz de sonunda bu işaretlerden bir bölümünü gördüğümüz için, define bulmuş gibi hissediyoruz.