Cruise ile Dünyanın Keşfi - 6. Bölüm: St. Martin Adası - Philipsburg

İzmir’den bindiğimiz ve Miami’de ineceğimiz MSC Divina gemisi ile Funchal limanından ayrıldıktan sonra 5 gün boyunca Atlas Okyanusu’nda yol alacağız. Sakin ve dinlenceli bir 5 gün bizi bekliyor. Gemideki aktivitelerden faydalanıp, havuz başında güneşlenerek, kitap okuyarak, havuza girerek ve geminin gece ve gündüz programlarına katılarak bu günlerin keyfine varacağız.

Karayip Adaları’ndaki ilk durağımız, Hollanda Antilleri’nin 5 adasından biri olan St. Martin Adası ve en büyük kasabası olan Philipsburg olacak. Funchal’dan bu yana 2640 deniz millik sakin ve keyifli bir okyanus yolculuğunun ardından Philipsburg’u, uzaktan sabahın 7.00’sinde görünce, insan ister istemez “kara göründüüüü” diye haykırmak istiyor. Gün doğumunda okyanus boyunca oluşan bu denize yatay ufuk bulutlarının fotoğrafını da sizlere göstermek istiyorum.

Sabah saat 8.00 sularında limana yanaştık ve tabii ki bu meşhur tatil beldesine yanaşmış dev gemilerin arasında kendimize yer bulduk. Şu anda sezon dışı olmasına rağmen hava sıcaklığı 28 derece ve epey bir turist var. Yaz aylarında buraya yanaşan en az 10 dev gemiden inecek 20-30 bin kişilik insan kalabalığını ve nasıl alışveriş yapacağını düşünmek bile istemiyorum. Hava desen sıcak, deniz desen sıcacık, alışveriş desen full her şey var (saat, parfüm ve mücevherin başşehri diyorlar). Ee niye daha kalabalıkta, yazın buraya geleyim. Şimdi tam zamanıdır. Haydi bakalım şehre inip, bu adayı keşfedelim.

Bu ada 11 Kasım 1493 yılında Kristof Kolomb tarafından keşfedilmiştir. Keşfedildiğinde burada yerel yerleşim olan Arawaklar bulunmaktaydı. Philipsburg ise 1763 yılında Hollanda donanmasında çalışan İskoç bir kaptan olan John Philips tarafından kurulmuştur, sonrasında ise uluslararası ticaretin merkezi olmuştur. Tabii ki bu zengin adanın sahiplenilmesi de kolay olmamış. İspanyolların bu takımadalarına ilk gelenler olduğunu biliyoruz. Diğer kâşif ve sömürgeci devletler de onlardan aşağı kalırlar mı hiç… Keşifler zamanında Hollanda ve Fransızların da buralara geldiğini öğreniyoruz. Hatta St. Martin Adası üzerinde hem Fransızlar hem de Hollandalılar aynı anda hak iddia etmişler. Sonunda adayı ikiye bölerek çözebilmişler sorunlarını. Şu anda gemimizin yanaştığı liman kasabası Philipsburg Hollandalılara ait, adanın diğer tarafı Marigot kasabası da Fransızlara ait. Bana sorarsanız, Fransızlar adanın büyük bir kısmını almışlar ama Hollandalılar daha ticari ve daha çok para kazanan taraftalar. Philipsburg’un ön kumsalında bulunan restoran, bar ve kafeler yeme içmenin; arkasındaki denize paralel ana cadde de alışverişin merkezi olup şehrin kalbidir. Gemiden çıktıktan sonra hemen bizi taksiciler ve tur otobüsleri karşılıyor. 10 dakikalık bir yürüme mesafesinde şehrin ana caddesine zaten hemen geliveriyorsunuz. Öncelikle gemide tanıştığımız arkadaşlarımız ile birlikte en kolay ve en ucuz gezme şekli olan taksi kiralamak yöntemini uygulamaya sokuyoruz. 4 kişilik bir taksinin, 3 saatlik bir ada turu bedeli pazarlık sonucu kişi başı 20$ olarak anlaşıyoruz.

Öncelikle işi bilen biri olan şoförümüz trafiğe yakalanmamak için, bizi bütün turların aksi yönünden başlayarak adayı dolaştırmaya çıkarıyor. İyi bir taktik, çünkü bu adalarda turistlerin gideceği yerler sınırlı olunca tabiatıyla trafikte de sıkışmalar oluyor. Zamanı kısıtlı olan biz cruise yolcuları için trafik çilesi sıkıcı olabilir. Şimdi Cole Bay tepesinde durup Simpson Bay lagününü, havanın açık olması dolayısı ile komşu St. Kitts, Nevis ve Saba adalarını uzakta görebiliyoruz.

Sonra iki balıkçı köyü olan Cole Bay ve Simpson Bay’i gezdikten sonra, adanın diğer yarısının sahibi olan Fransızların kasabası Marigot’a uğruyoruz. Bu arada fotoğrafını gördüğünüz abide, Fransa ile Hollanda’nın sınır belirleme işareti dikkat! Marigot’a gelince taksi şoförümüz bize 1 saatlik mola veriyor ve buranın dükkân ve marinasına şöyle bir göz attıktan sonra görecek fazla bir şey bulamadığımızdan taksi durağına dönüyor ve yolumuza devam ediyoruz. Şimdi sırada meşhur ve benim de çok merak ettiğim Maho Plajı var. Burası uçakların plajın hemen üzerinden piste indiği dünyaca meşhur havaalanı plajı olarak da biliniyor. Burada da yarım saat mola veriyoruz. Tertemiz plajına şimdilik ayaklarımızı sokuyoruz ama esas amacımız inen bir uçağı fotoğraflayabilmek…

Ben de o şanslı fotoğrafçılardan sayıyorum kendimi. Fotoğraftan da görüleceği üzere sabrın ve şansın sonu selamettir. İşte burasını da keşfettikten sonra sıra geldi alışverişe ve kafelerin denetlenmesine… Amaninn ne kadar renkli bir cadde… Gel benden bir şeyler al diyor. İşte size yakın plan dükkân manzaraları… En iyi anlatımı size bu fotoğraflar yapar herhalde. Burası biliyorsunuz rom memleketi, en ucuz ve en iyi kokteyllerin bulunduğu yer. Onun için yemenize ve içmenize bakın.

Bir de ön sahili denetleyelim dedik. İşte size sahil manzaraları… Denizin de tadına baktım tabii ki. Enfes, gel de içinde uyuma. Gel de kana kana içme! Turkuaz renge bakar mısınız?

Gemimize dönme vakti yaklaştı. Saat 18.00 hareket vakti… Çok güzel bir gün geçirdik ve değişik bir yer daha gördük. Şimdi akşam gemimizde hangi şovu seyredeceğimizi ve hangi nefis yemekleri yiyeceğimizi düşünmemiz lazım. İşimiz zor! Tertemiz hazırlanmış odamızda günün yorgunluğunu bir duş ile atıp, bu gecenin giysi teması olan yarı resmi bir kıyafet giyip bir içkiye ne dersiniz?

H. OĞUZ ESEN

Yazar Hakkında

H. OĞUZ ESEN

İş güç ve çoluk çocuk işlerini bitirdikten sonra emeklik günlerimi tadında geçirmek için, sıhhat ve akıl fikir yerinde iken gezmeyi seçenlerdenim.