Doğan Güneşin Ülkesi: Japonya - Tokyo Gezisi

Çocukluğumdan beri hayallerimi süsleyen, filmlerini ilgi ile izlediğim, coğrafyası, kültürü ve insanları ile muhteşem bir ülke. Eminim her insanın da hayallerinde yer etmiştir Japonya. Öyle bir ülke ki irili ufaklı 3.000 adadan oluşmakta. Kültürleri yüzyıllara dayanıyor.

2013 Ağustos ayında Japonya ve Güney Kore'de Metallica'nın üç konseri olacaktı. Biz de başladık araştırmalara… 3 kişilik sadece gidiş kişi başı 1.350 TL’ye bilet bulduk. 

İnternetten yaptığım araştırmada ülkede toplu ulaşım araçlarına indirim sağlayan Japan Rail Pass (JRP) kart (7,14 ve 21 günlük) almanın çok avantajlı olduğunu da gördüm. Bu kartı ülkenizden alıp Japonya' da onaylatıyor ve kullanıyorsunuz. Kart, İstanbul' da HIS Turizm’de satılmakta. Netten şirketin telefonunu bulup bilgi almak için arıyorum.

Bir haftalık biletin 264 $ olduğunu öğrenince, çok pahalı geliyor ve almaktan vazgeçiyoruz. Ama Tokyo'da en yakın mesafeye ulaşımın 25 TL olduğunu görünce Japonya' da kocaman bir pişmanlık yaşadığımızı da burada belirteyim :)

Yola üç arkadaş çıkıyoruz; ben, Emre ve Nevzat. Biletlerimizi Aerofly Hava Yolları’ndan alıyoruz. Uçağımız Rusya'nın yerel hava yolu şirketi. Bu nedenle İstanbul'dan Moskova' ya, oradan da Japonya Tokyo Narita Havaalanı’na gideceğiz. Atatürk Havaalanı’nda yanımıza 150 $ ayırıp kalan paramızı Japon Yeni'ne çeviriyoruz. Saat 23.00 gibi uçaktaki yerimizi alıyoruz. Uçak yaklaşık 4 saat sonra Moskova Sheremetyevo Uluslararası Havaalanı’na iniş yapıyor.

Moskova Turu

Moskova'da Azerbaycan'da tanıştığımız bir arkadaşımızın babası yaşıyor. Bu nedenle kendisini ziyaret etmek için rötar saatimizi yaklaşık 19 saat gibi uzun ayarladık. Gece saat 01.30’da uçaktan indik. Akşam saat 20.00’de Japonya uçağımızın kalkış saati.

Planımız; saat 09.00’a kadar havaalanında bekleyip arkadaşımızın babası ile buluşmak, günü onunla geçirip akşam havaalanına geri dönmek.

Ancak iş pek planlandığı gibi olmuyor. Arkadaşımızın babası yanlış havaalanına gittiği için yanımıza araç ile ancak saat 13.00’te gelebiliyor. Hemen araca binip Moskova yollarına giriyoruz. Ama gitmek ne mümkün. Şehirde öyle bir trafik var ki araçlar adım adım ilerliyor. Üstüne amca sürekli yanlış yollara giriyor.

Sonunda araçta uzun uzun sohbet ettikten sonra yemek yemek için küçük, salaş bir Gürcü lokantasına giriyoruz. Ortaya biraz dana eti (garantili) ve Gürcü Mantısı söylüyoruz, yanında da soda. Yemekleri yedikten sonra gelen hesap bizi şok ediyor; 120 $ : ) İşletme sahibi olan kadın dolar almadığını söylüyor. Hesaba mı itiraz edelim, Dolar alması için kadını ikna mı edelim diye uğraşırken ancak 120 doları vererek oradan ayrılabiliyoruz. Yani sizin anlayacağınız güzel bir Moskova-Gürcistan ortak kazığı yiyoruz : ) Aslında biz yurt dışında yemek yemeden önce menü ister, fiyat konuşur hatta pazarlık ederiz ancak misafir gibi gittiğimiz bu mekânda, nezaketen sormadığımız fiyatlar başımıza iş açmış oluyor.

Neyse acil bir taksi çevirip kalan paramızla pazarlık yapıp havaalanına doğru yola çıkıyoruz. Trafik o kadar yoğun ki bir çevre yolundayız ve adım adım ilerliyoruz. Bağlantı yollarına bakıyorum ama her yer araç trafiği. Nasıl bir memleket, nasıl bir sistem anlamış değilim. Ülke sanki savaştan çıkmış gibi. Binalar çok eski. Üzerlerine su döksen çamur akacak gibi görünüyorlar.

Neyse, uçağımızın kalkışına 1,5 saat kala havaalanına varıyoruz. Biletlerimizden kapı numarasına bakarken bir Türkmen görevli ile tanışıyoruz. Bu kadar aksilik yetmezmiş gibi hemen başlıyor anlatmaya; Japonya vizesinde dikkatli olun, Türkleri geri çeviriyorlar, kaç yolcu geri geldi… Neyse ki biz bu konuyu epeyce araştırdığımızdan pek oralı olmuyoruz.

Japonya, Türk Vatandaşlarına 90 Gün vizesiz seyahat hakkı tanıyor. Öğrendiğimiz kadarıyla özellikle; Ordu ve Samsun nüfus kayıtlı olan vatandaşları çok hassas kontrol ediyorlar (sanırım ülkeye yerleşen kaçak Türk Vatandaşların yoğunluğu bu illerden olsa gerek).  Ancak 22 yaş üstü, dönüş bileti, otel rezervasyonu, cebinizde de bir miktar para varsa sorun olmuyor, geçiyorsunuz.

Biz giriş kapısını bulup el çantalarımızı teslim ediyoruz. Arama noktasında bizi cam bir oval fanusa sokuyorlar. Hazır olduğunuzda sanki kocaman bir MR makinesi gibi bir panel etrafında dönerek tüm vücudunuzu tarıyor. Açıkçası Moskova Havaalanı’nda böyle bir teknoloji göreceğim aklıma gelmezdi.

Bu alanı da geçip pasaport kontrol noktasında sıraya giriyoruz. Nevzat pasaport kontrolünden geçiyor. Sıra bize geldiğinde görevli polis Japonya'nın Türk vatandaşlara vize uyguladığını, pasaportumuzda vize olmadığını ve bu nedenle geçiş yapamayacağımızı söylüyor. Şaşkınlığımı atıp itiraz ediyorum. 5 dakika tartıştıktan sonra (tabii ki kibarlığımı elden bırakmadan), adam benim ve Emre'nin pasaportlarını alıp başka bir birime gidiyor. Öyle saçma ki bir arkadaşımızın pasaportunu onayladı, bizi bekletiyor. Neyse 10 dakika sonra gelip pasaportlarımızı onaylıyor ve kapıdan geçiyor, ve uçağımıza biniyoruz : )

Merhaba Tokyo!

Yaklaşık 9 saatlik bir yolculuk sonrası Japonya Tokyo Narita Havaalanı'na iniş yapıyoruz. Bu arada uçakta tüm yabancı yolculara birer form dağıtıyorlar. Bu forma; kişisel ve uçuş bilgilerinizi, kalacağınız oteli, bavulunuzda ticari ürün olup olmadığını yazıyorsunuz. 

Uçak iniş yapıyor. El çantalarımızı alıp vizeye doğru ilerlemeye başlıyoruz. Vizeye geldiğimizde uzunca bir kuyruk, kuyruğu düzene sokan bir polis memuru ve son sistem bir vize gişesi ile karşılaşıyoruz. Vizeye ilerliyorsunuz, göz retinası, parmak ve avuç iziniz alınıyor, pasaportunuz, otel ve dönüş uçak biletiniz kontrol ediliyor ve son olarak fotoğrafınızı çekip, sorun yoksa pasaportunuza 90 günlük (TC vatandaşları için) vizeyi vurup gönderiyorlar. Ancak bizim dönüş uçak biletimiz ve otel rezervasyonumuz yok : )

Hemen daha önce booking.com’dan takibe aldığımız bir otelin bilgilerini forma giriyoruz. Sıra bize geliyor, vize görevlisi belgelerimizi inceliyor ve 90 gün vize pasaportumuzda : )

Sonra 1-2 adım atıyoruz ve fotoğrafta gördüğünüz yürüyen merdiven ile bavulların geldiği bantlara ilerliyoruz. Bavullarınızı aldıktan sonra hemen bu bölümün önünde polis kontrolünden geçiyorsunuz. Tabii üç kişi elinde beş bavul ile geçmeye çalışırsanız polis de hemen sizi çeviriyor : )

Bavullarımızı ayrı ayrı açıp kontrol etmeye başlıyorlar. Banko! Polisler bizim bavulları açıp yüzlerce Metallica tişörtü, bandajı ve kolyesini görünce haliyle şaşırıyorlar. Biz de işi bozuntuya vermeden Metallica Fun Club üyesi olduğumuzu, bu ürünleri konserde ücretsiz dağıtacağımızı söylüyoruz. Bu sefer başka bir polis uçakta dağıtılan formumuzu kontrol ettiğini ancak bu formda ticari ürün taşıdığımızı söylemediğimizi belirtiyor. Biz haliyle az İngilizcemiz olduğundan anlamadığımızı söylüyoruz. Biraz rica, güler yüz ve samimiyetle onları ürünlerin % 15 vergisini ödeyip geçmeye ikna ediyoruz. Faturamızı gösterip ödüyoruz vergisini. Kapıdan çıkıp giriyoruz Narita Havalanı'nın içine...

Narita Havaalanı gerçekten çok büyük. 4. katında alışveriş merkezi var. Bu katta her aradığınızı bulabiliyorsunuz. Bu alışveriş merkezinin en sevdiğim özelliği, tüm ürünlerin fiyatları dışarıda satın alacağınız fiyat ile hemen hemen aynı. 

Burada bizim ilk aradığımız şey, yine ücretsiz wifi oluyor. Neyse ki havaalanında "Free Narita" diye bir bağlantı var. Bu ağdan ücretsiz nete bağlanmak için danışma masalarından yardım almanız gerek çünkü bağlandıktan sonra oturum açmanız gerekiyor ve sayfa Japonca.

Bu arada biraz gezindikten sonra gelen yolcu kısmında internet için özel bir oda ve para ile çalışan bilgisayarlar olduğunu da fark ediyoruz.

Nette yarım saat oyalandıktan sonra sigara içeceğimiz bir alan arıyoruz. Havaalanının hemen dışında otobüs duraklarının olduğu yerde bir sigara içme odası var (Japonya' da sokakta sigara içmek de yasak bu arada). Bavullarımızı kenara bırakıp kapıdan çıkıyoruz. Aman Allah'ım bu ne! Dışarıda o kadar sıcak ve bunaltıcı bir hava var ki nefes alınmıyor. Hava sıcaklığı 36 C ancak hissedilen sıcaklık 44 C : )

Hemen U dönüşü yapıp ilk şoku atlatmak için yeniden içeri giriyoruz. Neyse biraz toparlanıp kendimizi hemen sigara içme odasına atıyoruz.

Japonya'da ilk yemek

Burada kendimize geldikten sonra tekrar havaalanına giriyoruz. Karnımız aç ve yiyebileceğimiz bir şeyler bulmamız lazım. Hemen Narita Havaalanı’nın 4. katına çıkıyoruz. Bu katta yemek yiyebileceğiniz birçok restoran mevcut. Benim özellikle suşi ve haşlanmış sebze satan bir dükkân çok dikkatimi çekti.

Emre ve Nevzat yemek için McDonalds’ı tercih ediyor. Ben ise yukarıda fotoğrafını gördüğünüz dükkâna atıyorum kendimi. Haşlanmış sebzeler, pirinç, mantar ve haşlanmış tavuktan oluşan bir menü alıyorum. Fiyatı yaklaşık 12 TL.

Kasaya ödemenizi yaptıktan sonra bankoya oturuyorsunuz. Bankonun önündeki aşçılat siparişinizi hazırlayıp tepsi ile size servis ediyor. Siz içinde sebzelerin ve tavuğun bulunduğu kâseye porselen cezvedeki sıcak sudan ekleyip ısıtıyor ve afiyetle yiyorsunuz : )

Valla ben çok beğendim : ) Mutlaka tavsiye ederim.

Şimdi ihtiyaç listemizde tuvalet var. Hemen ilk gördüğümüz polis memurunun yanına gidiyoruz. Kendisine tuvaletin yerini soruyoruz. Polis memuru bize eli ya da kolu ile tarif etmiyor. Tuvaletin kapısına kadar götürüp, buyurun diyor. Şaşırmamak işten değil. Kendimizi özel hissettik valla : ) Normalde kimse gittiği yerde gördüğü tuvaleti paylaşmaz ama gittiğiniz yer Japonya olunca bu farklılığı bilmeyen görsün istiyorsunuz : ) 

Vaktimiz bol ve havanın da çok sıcak olduğunu gördükten sonra biraz burada havaalanında oyalanalım diyoruz. İçecek almak için dolaşırken muhteşem makineler görüyoruz. Hemen para atıp içecek bir şeyler alıyoruz. Ama şunu itiraf edeyim Japonya’da kaldığımız sürede normal su bulmamız iki günümüzü aldı. Burada normal su bulana kadar; sodalı su, karbonatlı su, limonlu su ve şekerli su ile tanışmak zorunda kaldık çünkü su çeşitleri bizim alıştığımız normal şişelerde ve üzerindeki yazılar Japonca : )

Konser Chiba ilçesinde Makuhari semtindeki Summer Sonic Stadı’nda. Havaalanından otobüs ile 30 dakika. Kişi başı 25 TL ödeyip alıyoruz biletlerimizi. İlk gün stadın çevresinde bir otel bulup, ertesi gün stadı keşfedecek ve iki gün sonra konseri alıp, oradan da Güney Kore Seul’deki konsere geçeceğiz. Durağa gidip bekliyoruz otobüsümüzü. Yarım saat sonra otobüs durağa yanaşıyor.  

Bavullarımız bir görevli tarafından otobüse yükleniyor. Yola çıkıyoruz. Biraz gittikten sonra otoyola giriyoruz. İleride muhteşem Japon botanik bahçeleri görünüyor. Bu bahçeleri seyretmek için hazırlanırken otoyolda şaşırtan bir yapı ile karşılaşıyoruz. Botanik bahçelerinin bulunduğu bölüm otoyolda 10 metre yüksekliğinde altı beton, sonrası otoyola kıvrılan cam bir perde ile kapatılmış. Çiçekler, ağaçlar araç egzozlarından zarar görmesin diye…

Bir süre sonra Chiba’ya geliyoruz. Etraf gökdelenler ve beş yıldızlı otellerle dolu. "Biz nerede kalacağız, buralara para yeter mi?" diyoruz.

Şoför bizi stada yakın bir yerde indiriyor. Şöyle durup bir etrafa bakıyoruz. Sonra bir durum değerlendirmesi yapıyoruz… Japonya'dayız, stadı bulduk. Oteli de bulmak lazım. Sonra wifi da lazım. Neyse hallederiz : ) Bu kadar kolay gelir mi insana böyle bir yolculuk. Sanki İstanbul'da adres arar gibiyiz.

Bulunduğumuz nokta 5 yıldızlı otellerin bulunduğu ara bir cadde. Daha yoğun bir caddeye çıkalım diyoruz ama sokakların bomboş olması da çok enteresan diyoruz. Bavulları alıp, başlıyoruz caddeye ilerlemeye. Yolda bir iki insan görüp adres soruyoruz ama İngilizce bilen yok.

Hemen yakındaki otellerden birinin resepsiyonuna gidip burada merkezi bir yer ya da alışveriş merkezi var mı diye soruyoruz. Resepsiyondaki çocuk bize bulunduğumuz caddeden sola dönersek stada, sağa dönersek merkez gidebileceğimizi söylüyor. Tam caddeye yeniden çıktık derken sayısını bilmediğim kalabalık bir insan topluluğunun kaldırımın üzerinden bize doğru ilerlediğini görüyoruz. Abartmıyorum, insanlar beşerli sıra olmuş, yarım saat boyunca önümüzden geçtiler. Hepsinin boynunda da havlu : ) Japonya çok sıcak bir ülke olduğu için insanlar burada havluya pantolondan daha çok önem veriyorlar.Biz bunları uzunca seyrettikten sonra merkeze doğru ilerliyoruz. Kocaman bir meydana geliyoruz. Burada otobüs, metro, tren durakları, küçük bir alışveriş merkezi kafeler var. Gözümüze güzel bir kafe kestirip hem kahve içmek, hem de wifi’dan yararlanmak için içeri giriyoruz.

Kahvelerimizi alıp wifi’larımızı açıyoruz. Ama ne yazık ki kafenin wi-fi bağlantısı yokmuş. Hatta Tokyo'da birçok kafe de wi-fi bağlantısı yokmuş. Ancak bize acil wi-fi lazım çünkü gece konaklayacağımız bir otel bulmamız lazım. Kafe oldukça kalabalık ve insanların büyük kısmı dizüstü bilgisayarları ile internette geziniyor. Gözüme kestirdiğim bir adamın yanına gidip derdimi anlatıyorum. Sağolsun hem İngilizce biliyor hem de kendi mobil wifi hattının şifresini benimle paylaşıyor : )

Hemen masaya oturup kafa kafaya veriyor ve booking.com'dan otel aramaya başlıyoruz. Chiba yakınlarındaki en ucuz otel günlük kişi başı 300-400 TL. Böyle olunca daha önce yaptığım araştırmalarda da gördüğüm "internet kafede kalma" fikri cazip geliyor. Kahvelerimizi içip, etrafı biraz araştırdıktan sonra bir binanın 4. katında güzel bir internet kafe buluyoruz. Genelde öğrencilerin takıldığı, güzel bir yer. Hemen yer ayırtmak için resepsiyona başvuru yapıyoruz (internet kafenin resepsiyonu var).

Üç oda kiralıyoruz. Pazarlıkla sabaha kadar kalıp saat hesabı toplam 300 TL gibi bir ücret ödememiz gerekiyor. Saat 23.00’te odamız hazır olacak çünkü içeride müşteri var. İnternet kafeden içeri girdiğinizde aynı fotoğrafta olduğu gibi bir resepsiyon var. Buradan oda numaranıza göre bir koridordan geçiyorsunuz. Koridorda her türden dergi ve 24 açık sıcak ve soğuk içeceklerin bulunduğu bir açık büfe var.

Bu bölümü geçip sola döndüğünüzde odalar başlıyor. Sol taraf sigara içilen, sağ taraf sigara içilmeyen bölüm.

Sağa döndüğünüzde ise tuvalet, duş ve binlerce DVD’nin bulunduğu film odası var. İnanır mısınız ben bu odada bir tane normal film bulamadım. Hepsi animasyon : )

Odamız çok güzel. Yerde kalınca bir minder ve battaniyemiz de var.

Saat 20.00 ve bizim odamıza girmek için daha üç saatimiz var. Bavullarımızı kafeye bırakıp hava almak ve zamanı geçirmek için dışarı çıkıyoruz. 

Tren istasyonunda çok yoğun bir kalabalık dikkatimizi çekiyor. Oraya doğru gittiğimizde tren sırası olduğunu anlıyoruz. Ancak kuyruk o kadar yoğun ki şaşırmamak işten değil...

Oradan ayrılıp çevrede dolaşmaya devam ediyoruz. Bir alışveriş merkezi görüp içeri giriyoruz. İçeride Sega isimli bir oyu eğlence merkezi var. İçerisi tıklım tıklım. İnsanlar oyuna kendini o kadar kaptırmış ki hepsi çocuklar gibi…

Bir oraya, bir buraya derken saat geliyor ve internet kafeye odamıza geri dönüyoruz. Yorgun ve ter içindeyiz. Resepsiyondaki görevliye duş almak istediğimizi belirtiyoruz. Tabii ki duş ücretli. 5 TL civarı bir ücret ödüyorsunuz (50 TL dese verirdik valla). Biraz sıra bekledikten sonra duş alıp uykuya geçiyoruz.

Keşif Günü

Sabah erkenden kalkıp internet kafeden çıkış işlemlerini yapıyoruz. Hesap 300 TL. Ödüyoruz. Akşam için de yer ayırtıp, bavullarımızı küçük bir odaya alıyoruz. Sağolsun yardımcı oluyorlar. Zaten içeride geçirdiğimiz vakitte resepsiyondaki gözlüklü çocuk (sanırım şef) kanka olduk bile : ) Neyse, kahvaltı için bir yer ararken su almak için girdiğimizde küçük dükkânda sandviçler görüyoruz. Amacımız doğru sandviçi bulmak çünkü domuz etli sandviç de var. Ben kasadaki adama İngilizce; Müslüman olduğumuzu, bu nedenle domuz eti yemediğimizi, tavuk ya da sebzeli sandviç istediğimizi söylüyorum. Ama adam şaşkın şaşkın gözlerini açmış bana Japonca bir şeyler söylüyor. Ne yapalım diye düşünürken, Nevzat'a dönüp "Nevzat şuna bir domuz yapsana" diyorum. Nevzat zaten hazır, hemen parmağıyla burun ucunu kaldırıp domuz taklidi yapmaya başlıyor, ben de onu işaret edip "No, No" diyorum. Adam kahkahalar içinde anladığını belirtip bize kaşar ve yeşillikli sandviç uzatıyor : ) Bu imtihanı da atlattıktan sonra stada gidiyoruz; Tokyo Summer City. Etrafında dolaşıp giriş kapılarını, stantları ve gişeleri kontrol ediyoruz. 

Japonya'da Bir Market

Burada işimiz bitince mahallemize dönmek üzere yürümeye başlıyoruz. Yol üzerinde sıcaktan o kadar bunalmış ve terlemişiz ki bir market görüp içecek bir şeyler almak için içeri giriyoruz. Market dolu ve uzunca bir kasa kuyruğu var. Hemen dolaptan sularımızı alıp giriyoruz sıraya. O kadar enteresan ki herkes kasalara 2 metre geride başlayan kuyrukta bekliyor, sırası gelen kasaya ilerleyip ödeme yapıp, ürünleri alıyor ve çıkıyor. Kimse sıranın önüne geçmiyor. Ayrıca market içindeki bütün çalışanlar; hoşgeldiniz, iyi günler anlamında Japonca bir şeyleri bağıra çağıra söylüyor. Öyle ki ilk girdiğimizde içeride kavga var sandık : )

Sıra bize geliyor. Kasiyer bize hoşgeldiniz deyip, uzattığımız parayı iki eliyle alıp, para üzerini bir tabakta iki eli ile hafifçe eğilerek bize uzatıyor. O kadar hoş ve şaşırtıcı ki çok hoşumuza gidiyor. Ürünleri alıp ileriden tekrar kasiyerlere bakıyoruz ve bu tavrı tüm müşterilere sergilediklerini görüyoruz.  Bu arada dışarıda başka bir durum dikkatimizi çekiyor. On kişi kadar bir gurup insan, yüzlerinde maske, ellerinde eldiven ve poşet var. Yol boyunca yürüyerek yerlerdeki (ki inanın yerlerde zaten çöp yok, her yer bal dök yala) çöpleri topluyorlar.

Sıcaktan bunalmış şekilde hızlıca internet kafeye gidiyoruz. Sıraya girip yine hepimiz duş alıyoruz. Japonya adamı fena terletiyor : ) Burada birkaç saat oyalandıktan sonra yakında bir McDonalds olduğunu öğrenip oraya gidiyoruz. Menü fiyatları Türkiye ile hemen hemen aynı. Ürünler %100 dana eti. Birer menü alıp karnımızı doyuruyoruz. Ertesi gün konser olduğundan fazla oyalanmadan internet kafeye gidip odalarımıza yerleşiyoruz.

Japonya'da Mesai Başlar

Sabah 6.00’da kalkıp bavullarla birlikte stada yürüyoruz. Yolda önceki gün sandviç aldığımız markete uğrayıp, Nevzat'ın güzel tavuk taklidi ile kolayca tavuklu sandviçlerimizi alıyoruz. Stada geliş yolundaki bir üst geçitte uygun bir yere tezgâh açıyoruz. Sabah 6.00 olmasına rağmen stat çevresinde rahatlıkla 300 kişilik bir grup var. Emre eline bandaj alıp kalabalığın arasına gidiyor. Ben ve Nevzat tezgâhtayız. Burada 1-2 saat içinde birkaç tişört satıyoruz. Ancak hava o kadar sıcak ki saat ilerledikçe ayakta durmak da zorlaşıyor.

Saat 10.00-11.00 sıralarında stada yaklaşıp tezgâhı oraya taşıyoruz. İki ağacın arasına ip ile tişörtleri asıp sergiliyoruz. Saat 15.00’e kadar satış sayımız 20’yi buluyor. Bu arada Emre ve Nevzat arada bandaj alıp elde satmaya çalışıyorlar ama kimsenin bandajla ilgilendiği yok çünkü hava çok sıcak.

Emre bir ara stada bakmak için yanımızdan ayrılıyor. Stadın saha içi kapısından girmeye çalışmış. Görevli buna bilet sorunca da yine Türk usulü: "Relax friend,I come from Turkey, I will look a friend and go out" demiş : ) Adamın şaşkın şaşkın bakışlarına aldırmadan dalmış saha içine…

Türk Mühendislerle Tanışma

Öyle böyle derken akşamüzeri oluyor. Ben tezgâhın kenarında bir ağacın gölgesinde beklerken tezgâhın yakınından 6 kişilik kız-erkek ama Japon olmayan bir grup geçiyor. İçlerinden bir arkadaş: "Ya kardeşim kim Metallica'nın tişörtünü yapıp gelir satar ki burada" diyor. Ben de kendisine "Tahmin et bakalım, kim gelip satar" diyorum : ) Grup kocaman bir şaşkınlıkla dönüp bana bakıyor. Biraz önce o sözü söyleyen arkadaş da "Ne! Türk müsünüz? Ben on yıldır buradayım, ilk kez seyyar satış yapan Türk görüyorum. Gel elini öpeceğim senin" diyor. Selamlaşıp, sarılıp başlıyoruz kısa sohbete. Japonya'da mühendislik yapıyorlarmış. 10 yıldır burada yaşıyorlarmış. Konsere geç kaldıkları için birkaç tişört alıp gidiyorlar. Aslında onların makinesi ile topluca bir fotoğraf çekildik ama mail adresime hala gelmedi bu fotoğraf. Gelirse mutlaka eklerim...

Sonuç

Günü yeni arkadaşlıklar ve güzel bir kâr ile bitiriyoruz. Kazandığımız para ile Güney Kore' ye gidiş ve konaklama masrafımızı almış oluyoruz : )

Hemen internet kafeye dönüyoruz. Malzemeleri düzenleyip bavullara yerleştiriyoruz. Öyle yorgunuz ki… Yığıldığımız yerde kalıveriyoruz.

Sabah kalkıp kahvaltı yapıp durum değerlendirmesi yapıyoruz. Bugün günlerden Pazartesi. İki gün daha Tokyo'da kalıp Çarşamba günü buradan Güney Kore Seul'e geçeceğiz. Seul'de boş 4 günümüz var çünkü konser Pazar günü. Biz internet kafe de kalıp günlük 300-400 TL vermek yerine ücretsiz olan Narita Havaalanın'nda kalmaya karar veriyoruz : ) Bavulları toplayıp ayrılmadan önce bir hatıra fotoğrafı çektiriyor, hesabı ödüyor ve otobüs ile Narita Havaalanı'na gidiyoruz. 

Hava alanı girişinde pasaport kontrolü yapılıyor. Biz de pasaportlarımızı gösterip arama noktasını geçiyor ve yeni evimize geliyoruz. Bavullarımızı havaalanında bavul arabasına yükleyip başlıyoruz bir aşağı, bir yukarı gezinmeye…

Havaalanında dolanırken karşıdan bavullarını yüklediği bavul arabası ile bize doğru gelen bir adam dikkati çekiyor. Bavulların üzerindeki poşetlerden birinin üzerinde İstanbul yazıyor. Hemen adamı çeviriyorum… Cihat abi Türkiyeli bir inşaat ustası. Uzun süredir Japonya'da yaşıyor. Bir Japon kızı ile evlenip Japon vatandaşı olmuş. Ayaküzeri biraz sohbet ettikten sonra vakti olup olmadığını soruyorum. 1 saat kadar vakit ayırabileceğini söylüyor. Kendisi Japonya ile ilgili birçok bilgi veriyor bize. Bir sonraki işlerde nasıl stant kiralayabileceğimize kadar temel bilgiler alıyoruz ondan. Güzel bir sohbet sonrası irtibat bilgilerimizi alıp 1 saat kadar sonra kendisi ile ayrılıyoruz. Hala internetten görüşüyoruz...

Narita'da İlk Gece

Saat ilerliyor. Havaalanını bir aşağı, bir yukarı keşfe devam ediyoruz. Şimdiden bize lazım olan her noktayı öğrendik; kuru temizlemeci, duşlar, bavul emaneti, yeme-içme, masaj koltukları, market, teras, hatta havaalanı çalışanlarının dinlendiği ve bizim kaçak takıldığımız alanı bile (3. kat kuru temizlemecinin sağında, bitkilerle çevrili)... 5. katta bir market var. Buradan çok uygun fiyat ile kızarmış piliç, nuttle, sandviç hatta suşi bile alabiliyorsunuz. Kasaların olduğu noktada, nuttle ve suşilerinizi ısıtabileceğiniz mikrodalga fırın ve benmari bile var. Marketten çıkıp sola döndüğünüzde direkt karşı kapıdan girin ve havaalanının terasında aldıklarınızı iniş kalkış yapan uçaklara karşı afiyetle yiyin. Çok yorgunsanız marketten çıkıp sağa dönün ve kendinizi karşıdaki güzel manzaraya bakan masaj koltuklarına atın : ) Sigara kullanıyor ve dışarı çıkmadan bu işi görmek istiyorsanız 1 ve 4. katlarda sigara içme odaları var. 4. kattaki odanın hemen yanında yine Japon malı son sistem masaj koltukları da mevcut.

Saat 22.00 gibi polis ve güvenlik havaalanında kalacak tüm yolcuları 1. katta toplayıp, çıkılmaması gereken bölgeyi bantla çeviriyor. Bu alanda bolca koltuk var ama çok rahat olduğunu söyleyemem. Kalacaksanız yanınızda bir uyku tulumu bulunması çok faydalı olacaktır. Ayrıca bu alanda bir sigara içme odası da var. Polis burada kalacakların tek tek yanına gelip pasaportlarını alarak bir forma bilgileri yazıyor.

Uyku, sohbet, kakara kikiri derken sabah ediyoruz. Tokyo'daki son günümüzü Tokyo merkezine gitmeden heba etmeyelim diyoruz. Öğlen gibi Tokyo’ya otobüs bileti alıp gitmeye karar veriyoruz. Ama bavulları ne yapacağız? Daha önce yerini bulduğumuz emanet bölümüne gidip fiyat soruyoruz. Bavul başı günlük 25 TL gibi bir ücret istiyorlar. Bizde 4 adet bavul var. 100 TL eder. Ne yapsak, ne etsek derken bir bavulları 1. kattaki gelen yolcu bölümünde bir köşeye bırakmaya karar veriyoruz. Size saçma gelse de burada 1-2 gün geçirdikten sonra bavullara hiçbir şey olmayacağını düşünüyoruz. Bavulları bavul aracına yükleyip, bir köşeye bıraktıktan sonra otobüs durağına gidiyoruz. 

Durakta otobüsü beklerken kuyruğa elinde suşi yiyen bir Japon kızı geliyor. 1.55-1.60 boylarında, çok tatlı bir Japon kızı. Yanına gidip, selam verip tanışıyoruz. Tokyo hakkında kendisinden bilgi almaya çalışıyoruz. Bu arada otobüs geliyor, biniyoruz. Sara ile otobüste de sohbet ettikten sonra eğer vakti varsa bize katılmasını teklif ediyoruz. O da kabul ediyor : ) Tokyo'da otobüsten iniyoruz. Kendisine bizi dünyaca bilinen Tokyo Skytree'ye götürmesini söylüyoruz. Bulunduğumuz noktadan Skytree otobüs ile 15 dakika. Bilet gişesine gidip bilet alıyoruz...

Otobüs durağı da bulunduğumuz noktadan 10 dakika yürüme mesafesinde. Buraya yer altından gideceğiz. Merdivenlerden yer altına girdiğimizde Tokyo sokaklarının gündüz neden boş olduğunu anlıyoruz. Japonya’da gündüz hayat yer altında. Gerçekten de aklınıza gelebilecek her şeyi Japonlar yeraltına koymuş. İçerisi tıklım tıklım... Tokyo Skytree otobüs durağına gelip biraz bekliyoruz ve otobüs geliyor. Binip yola koyuluyoruz. 15 dakika sonra Skytree’ye geliyoruz. Skytree’nin yanında çok güzel pasaj benzeri bir çarşı var. İçeride yemek yiyeceğiniz bir çok dükkân var. Dükkânlar hem temiz hem de fiyatlar cazip. Emre ve Nevzat tavuk yemeyi tercih ediyor. Ben Sara'ya uyup ahtapot köftesi tercih ediyorum. Gerçekten tadı muhteşem : )

Buradan çıkıp Skytree’ye giriyoruz. Önünde güzel bir bahçe, içinde Skytree hediyelik eşyaları satan bir dükkân var. Burada Skytree kalemleri, anahtarlıkları, defterleri, Skytree maskot heykelleri gibi birçok eşyayı pek de pahalı olmayan fiyatlarla alabilirsiniz.

Birkaç fotoğraf, hediyelik eşya aldıktan sonra geldiğimiz otobüs durağından otobüse binip Tokyo merkezine gidiyoruz. Sara bize yardımcı olup hava alanına giden otobüs durağını gösteriyor ve vedalaşıp ayrılıyoruz. Kendisi Toyama şehrinde yaşıyor. Onun 6 saat daha yolu var. Sağolsun buna rağmen tüm gün bize eşlik etti. Ayrılıp yolun karşına gidiyoruz. Yol üstünde bir marketten içecek bir şeyler alıyoruz. Marketteki sebze-meyve tezgâhı dikkatimi çekiyor. Burada kilo ile değil, genelde ürünleri adet ile alıyorsunuz ve oldukça pahalı...

Marketten çıkıp durağa gidiyoruz. Bu arada yağmur yağmaya başlıyor. Duraktaki görevliler İngilizce bilmediği için yolda bir beyefendiye Narita Havaalanı'na gideceğimizi, doğru durakta olup olmadığımızı soruyoruz. Kendisi duraktaki görevli ile görüşüp yanımıza geliyor. Son otobüs 1 saat önce kalkmış. 1-2 kişiye daha sorup yaklaşık 1 km ileride başka bir duraktan daha otobüs kalkacağını, kendisini takip etmemizi söylüyor. Adamcağız bizi o yağmurun altında işini bırakıp durağa kadar götürüyor sağ olsun. Otobüse binip havaalanına varıyoruz...

Havaalanına girip hemen bavulları bıraktığımız birinci kata iniyoruz. Bavullarımız bıraktığımız gibi bizi bekliyor : )

O geceyi de havaalanında geçirip sabah 08.00’de Güney Kore Seul' e uçmak üzere uçaktaki yerimizi alıyoruz...

Zafer Kara

Yazar Hakkında

Zafer Kara

Merhaba,Uzun yıllar özel bir şirkette Satış - Pazarlama işinin her basamağı görmüş biri olarak günün birinde kendimi bu işi yaparken buldum; İstanbul' da yaşıyor ve türlü etkinlikler (Konser,