Marmara Denizi’nden bakıldığında, İstanbul’un siluetini Topkapı Sarayı, Ayasofya ve SultanahmetCamii oluşturur. 6 minaresi ile dünyada tek olma özelliği taşıyan; iç mekânı süsleyen eşsiz İznik çinilerinden dolayı Batılıların Mavi Cami adını verdikleri; Bizans’tan kalma hipodroma bakan yüzüyle; meydana ve semte verdiği adıyla; Sinan’la başlayan büyük mimari atılımın son örneğidir Sultanahmet Camii.
I. Ahmet tarafından, Mimar Sinan okulundan gelme Sedefkâr Mehmet Ağa’ya yaptırılan cami 1616’da tamamlandı. Meydanda Ayasofya ile karşıdan bakışan cami, büyüklük açısından onu geçemedi ama İznik atölyelerinin en parlak dönemi ürünlerinden 21 bin 43 levha çiniyle süslenmiş içi, özellikle yabancı ziyaretçilerine parmak ısırttı.
Yaklaşık 260 pencereden içeri vuran ışığın; mavi, yeşil, kırmızı, firuze, siyah renklerin biçimlediği lale, sümbül, karanfil ve dallarda oynaşmasına ancak burada tanık olunabilir herhalde.
Sadece çiniler değil, caminin iç süslemesinde yer alan bütün unsurlar zengin ve ince işçilikleriyle özgün birer sanat ürünüdür: Sedefkâr Ağa’nın kendi elinden çıkan kapı ve pencere kanatlarındaki sedef kakmalar; geometrik geçmeler ve kabartmalarla süslü altın yaldızlı minber; bezemeli tavanı ve sedef kakmalı kapısı, ayet yazılı çinileri ile hünkâr mahfili ve mihraptaki Hacer-ül Esved’den gelme parça…
İlk yıllarında geniş bir külliyeye sahip olan Sultanahmet Camii, zamanla bunların çoğunu yitirmiş. I. Ahmet’in kendisi, eşi Kösem Sultan ve oğulları IV. Murat ile Genç Osman’ın türbeleri, kalan yapılardan bazıları. Osmanlı geleneğinde selatin (sultan) camileri, fethedilen yerlerden elde edilen ganimetlerle yapılırdı. Sultanahmet Camii, devlet hazinesinden ayrılan ödenekle yapılan ilk selatin cami olma özelliği ile de tarihe geçmiştir.
Hipodrom
Tarihten kalan izlerin, birbirinin içine geçerek günümüze ulaştığı en karakteristik bölgedir Sultanahmet. İstanbul’un ilk kurulduğu yıllardan başlayarak, siyasal ve dinsel merkez olduğunu gösteren bütün yapılar burada kurulmuştur: Ayasofya, Aya İrini, Bizans Büyük Sarayı, Topkapı Sarayı, Sultanahmet Camii, Hipodrom ya da At Meydanı…
Bir tek Bizans Sarayı, toprak altındadır, önemli bir bölümünün üstünde Sultanahmet Camii yükseliyor şimdi. Bu caminin önünde kuzey-güney doğrultusunda uzanan gezinti alanı ise Hipodromu gösterir, ortasında dimdik ayakta duran anıt sütunları ile.
İstanbul artık tarihte olduğu gibi sadece yarımadadan ibaret değil ama kent yaşamının önemli bir buluşma noktası olma özelliğini yitirmedi henüz Sultanahmet. Yurt dışından gelenlerin ise “İstanbul”dan sonra bildikleri ikinci Türkçe sözcük “Sultanahmet” hala…
Bizans döneminde siyasal gösterilerin ve kavgaların, araba yarışlarının ve zafer kutlamalarının alanı; Osmanlı döneminde biraz şekil değiştirse de hemen hemen aynıydı. Araba yarışlarının yerini, at üzerinde oynanan cirit oyunları almıştı bu kez.
Günümüze de ulaşanlardan Dikilitaş, M.Ö. Mısır firavunlarından III. Tutmosis’in Mezopotamya zaferi anısına Luksor’daki Karnak tapınağına diktirdiği taşın bir parçası. İmparator Theodosius tarafından getirtilip 390 yılında buraya diktirmiş. Kaidesinde imparatoru yarışları seyrederken resmeden kabartma, sütunda ise hiyeroglifle Tutmosis’in tanrıya sunduğu kurbanlar anlatılmıştır.
Üç yılanı birbirine dolanmış halde gösteren Burmalı Sütun ise Delphi bilicilik merkezindeki Apollon tapınağından getirilmiş. Örme taş sütun ise 7. Konstantin zamanına tarihlenip, ötekilere göre daha mütevazı görünüyor.