Bana en sık sorulan sorulardan biri: Amerika'da en çok nereyi sevdiğim. Amerika'nın bence her köşesi farklı güzel. Şikago da her ne kadar sert kışları olsa da benim favorilerimden.

Bu yazımda beni Şikago'da en fazla etkileyen yerlerden ve etkinliklerden bahsedeceğim.

Dünyanın en büyük iskelesi Navy Pier

Navy Pier,  Michigan Gölü’nün kenarında 1010 metre uzunluğunda bir iskelenin adı. Diyeceksiniz ki bir iskele hakkında neden yazı yazılmalı ki?  1916 yılında iki yıl süren inşaatın sonunda bittiğinde hem o zaman için astronomik bir rakam olan 4.5 milyon dolara malolmuş, hem de dünyanın en büyük iskelesi konumundaymış.

İskelenin ana dizayn amacı; Michigan Gölü üzerinde buharlı gemilerle yapılan hem insan hem de kargo taşımacılığını kolaylaştırmakmış ama zamanla insanların sosyalleşmek için bir araya geldiği bir alan haline dönüşmeye başlamış. Bu da halihazırda olan iskeleye birçok yeni yapılanmanın eklenmesine ön ayak olmuş.

Günümüzde ise restaurantları, çocuklar için eğlence alanları, balo salonu, sinema (Navy Pier IMAX) tiyatro salonları (Chicago Shakespeare Theatre), konser alanı (Pepsi Skyline Stage), kongre/fuar alanları, müzesi (Chicago Children’s Museum) ve birçok alandan görünebilen büyük dönme dolabı (Ferris Wheel) ile bugün Chicago’yu ziyarete gelen tüm turistlerin mutlaka uğradığı bir nokta.

İkinci Dünya Şavaşı sırasında Navy Pier, Ağustos 1941’de, ordunun, teknik eğitim yerine ihtiyacı olunca toplam 4.5 yıl boyunca halka kapatılarak tamamen ordu tarafından kullanılmış. 1943 yılında Chicago içerisinde 3 farklı okulda askeri eğitim devam ederken okul alanları yetmeyince bu sefer de okula dönüştürülmüş.

1989 yılında Metropolitan İskele ve Sergi Komisyonu Navy Pier’ın kontrolünü ele almış ve 200 milyon dolara günümüzdeki haline getirmiş.

Eğer Chicago’ya güzel bir havada giderseniz Navy Pier’den kalkan bot turlarından birini alabilirsiniz. Bot gezisi, hem müthiş Chicago resimleri çekmenizi hem de Michigan Gölünden doyasıya faydalanmanızı sağlayacak. Ya da bisiklet kiralayıp göl kenarında nefis bir gezintiye çıkın. Eğer Halloween ya da Yılbaşı zamanı yolunuz düşerse de emin olun mutlaka bir sergiye rastlarsınız, ama tavsiyem çok dışarıda dolaşmayın çünkü Chicago’nun kendine has donduran bir havası var. Rüzgar Şehri de denen Chicago’nun bu isminin sebebini anlamanın en anlamlı yeri bol rüzgarlı Navy Pier olabilir!!!

Benim için Navy Pier’in olmazsa olmazı, Bubba Gump. Eğer deniz mahsülleri seviyorsanız mutlaka gidin. Bubba Gump’ın ismi Tom Hanks’in oynadığı Forrest Gump filminden geliyor. Gitmeden evvel şansınız olur ise filmi yeniden izleyin, yemek sırasında oradaki personel film ile ilgili size değişik sorular sorabilir. Masanızda iki adet tabela göreceksiniz; ‘Run Forest Run’ tabelasını çevirdiyseniz personel yanınızda durmayacak, ama ‘Stop Forest Stop’ tabelanız dönükse bu sipariş için hazırsınız anlamına geliyor. Bu arada personelin doğumgünü olan kişilere söyledikleri çok özel bir ‘Happy Birthday’ şarkısı var.. Eğer başkasına söylendiğine rastlamaz iseniz mutlaka kendiniz için isteyin. Çok eğlenceli... 

The Magnificient Mile

Burası benim Chicago’da en sevdiğim ikinci yer…

Alışveriş seviyorsanız ve Chicago'da iseniz, buraya uğramadan olmaz. Adı üstünde ‘Görkemli’ upuzun bir cadde burası.

Zaman zaman The Mag Mile olarak anılan The Magnificent Mile, Michigan Avenue’nun en prestijli bölümünün ismi. Michigan Avenue, kuzeyden Chicago Nehri'nden başlayarak Oak Street’a kadar devam eden oldukça uzun bir cadde. İstanbul’daki Bağdat Caddesi gibi düşünebilirsiniz belki de. Bölge Chicago’nun şehir merkezine bitişik, gece hayatının en yoğun olduğu Rush Caddesi’ne ise bir blok uzaklıkta.

The Magnificient Mile ismi bölgeye, 1940’larda emlakçı olarak bu bölgede görev yapan Arthur Rubloff tarafından  verilmiş. Zaman içerisinde büyüyen bölgede restaurantlar, müzeler, oteller, alışveriş merkezleri ve ünlü mağazaların butikler yerlerini almış. Bugün sayısal olarak bölgede 460 butik, 275 restaurant ve 51 otel bulunuyor. Chicago’nun sadece bu bölgesini yılda 22 milyon kişi ziyaret ediyor. National Geographic dergisi, diğer bir çok dergi gibi; Magnificient Mile’ı, Amerika’da mutlaka alışveriş yapılması gereken ilk 10 bölgeden biri olarak belirlemiş ki, bölgede yer alan; Cartier, Prada, Escada, Chanel, Vera Vang, Yves Saint Laurent vb.. gibi yüzlerce bilinen ünlü marka var.

Bu bölge, aynı zamanda Amerika’nın en yüksek binalarına da ev sahipliği yapıyor. John Hancock Center ve Trump International Hotel and Tower görülmeye değer binalar. John Hancok binası şehrin tepeden görülmesi ve fotoğraflanması için mükemmel bir yer. Tripadvisor’un bir numarası. Binanın içinde yer alan cafede (Lavazza Espression Cafe) ise gündüz ya da gece mutlaka birkaç saatinizi geçirmenizi öneririm, gündüz olduğu kadar gece de Chicago’nun ışıklarını tepeden seyretmek inanılmaz bir his veriyor insana. Alacağınız bir günlük Night&Day pass ile değişik saatlerde binayı ziyaret edebilirsiniz. Eğer seviyorsanız Hancock Binasının altında çok büyük bir Cheesecake Factory’de var.

The Magnificient Mile’da yer alan diğer bilinen yüksek binalar ise; Wringley, Tribune Tower, Chicago Water Tower ve Allerton Oteli.

Her mevsim Chicago’ya gidebilme şansınız var ise çok şanslısınız çünkü her sezon Magnificent Mile’da yeni bir konsept ile karşılaşabilirsiniz. Örneğin Nisan-Mayıs ayında her tarafı kaplayan laleler sizi karşılarken, yaz döneminde bahçe festivalleri ile karşılaşabilirsiniz ya da belki de bir sanat haftasına denk düşebilirsiniz.

Eğer gezilerinizde bir sanat müzesini illa geziyorum diyorsanız Michigan Avenue Hancock Center’ın bir arka sokağında Comtemporary Art Museum (220 East Chicago Avenue) var. Mutlaka gezmenizi öneririm. Ben özellikle farklı malzemeler kullanarak çalışan Salvatore Scarpitta ve Lee Bontecou’nun eserlerine bayıldım. Bakalım siz gittiğinizde sizi hangi ressamlar karşılayacak… Bu arada binanın önünde neon ışıklar ile tasarlanmış ve kendi ekseni etrafında dönen ‘MOTHERS’ yazısının mimarı, Martin Creed. Neden bir müzenin önüne bu yazı konmuş diye merak ederseniz ki ben ettim, Martin Creed'in ‘annelerin hem dünyanın en önemli insanları olduğu hem de annelerin bizlerden her zaman daha büyük olması gerektiğine’ inandığı için bu devasa yazıyı hazırladığı biliniyor. Müzenin ilk giriş katında yazının yapılışı ile de ilgili bir de video var..

Modern binaların arasında Michigan Avenue üzerinde sizi etkileyeceğini düşündüğüm bölgenin en eski yapısı ise; Old Water Tower. Kule 1869 tarihinde bir kale suru görünümünde yapılmış. 1872 Chicago yangınından kurtulan ender yapılardan birisi olmuş. 1906, 1918 ve 1948’de hep yıkılma tehdidi altında kalmış ama bir şekilde korunma altına alınmış. İyi ki de alınmış, çünkü o kadar gökdelenin arasında onunla karşılaştığınızda birkaç yüzyıl geri gidip geliyorsunuz sanki.

Diğer bir özel yapı da; Michigan Avenue Köprüsü, Daniel Burnham’ın 1909 daki planına bağlı kalınarak 1920 yılında inşa edilmiş. İki yandan kalkan kolları ile nehir üzerinde çok güzel görüntüler oluşturan bir köprü. İlkbahar ve Sonbaharda haftada ikişer kez açılıyormuş. Ben açılmasına rastlayamadım ama orada olmak ta güzeldi.

Chicago Blues

Daha önce de Blues tarzı müzik dinlemekten keyif alırdım ama en son Chicago gezimde gittiğim Blues barda dinlediğim canlı Blues beni benden aldı diyebilirim. Bir ülkenin kültürünü yakından tanımanın bir yolu da, bana göre yerel müziğini dinleyip, yerel insanların gittiği yerlere gitmek.

Blues tarzı müziğin 400 yıllık geçmişi ve kökenleri Afrika Kıtası’na dayanmakta. Afrika’dan getirilen kölelerin müziği olarak ta bilinen Blues hüzün, umut, özgürlük ve derin acıyı anlatan şarkılardan doğmuş.

Blues, 1865 yılında köleliğin kaldırılmasıyla birlikte Amerika içinde yaygınlaşmaya başlamış ve 1910’lu yıllardan itibaren Amerika’nın tamamına yayılmış. İlk önce Amerika’da bulunan birçok şehirdeki kültürle harmanlanan Blues 1930’larda birde Caz müzikle bir araya gelince, ortaya bugünkü dinlemeye doyum olmayan tarzı ortaya çıkmış. Blues, genelde ‘çağrı ve cevap’ şeklinde akan akorların tekrarlayan şekli diyede tarif ediliyor.

Chicago’nun ise kendine has olan, Chicago Blues tarzı birçok enstrümanı içeriyor ve bunu icra eden şarkıcılarını ise, günümüzün yüksek enstrüman hakimiyeti, güçlü ritm ve armoni bilgisine sahip mükemmel müzisyenleri olarak karşımıza çıkarıyor.

İlk başlarda sokak müziği olarak ta bilinen Blues inanılmaz kısa bir sürede popüler müzik tarzlarından biri haline gelmiş ve Amerika’dan kısa bir süre sonra İngiliz sanatçıları da derinden etkilemiş.

Chicago’da ilk başlarda sadece zenci şarkıcılar tarafından söylenen ve neredeyse hiçbir beyazın gitmediği Blues barlar, kısa sürede beyaz şarkıcıların da Blues söylemeye başlaması ile kültürün bir parçası olmuşlar.

Chicago’da bir gecenizi mutlaka bir Blues Bar’a ayırın. Benim inanılmaz keyif aldığım Kingston Mines'ı şiddetle öneririm. İki ayrı sahneden oluşan barda her gece birbirini takip eden performanslar var. Haftanın ayrı gecelerinde yolunuz düşerse de birbirinden farklı gruplara rastlayabiliyorsunuz. Kova içinde aldığınız buz gibi biralarınızın yanında hafif atıştırmalıklarınızı yerken Blues müziğin keyfine varın. İlk gittiğimiz akşam, Duke Tometoes'un ikinci akşamda ise Linsey Alexander 'ın performansı vardı ki, seyredenlerin arasında dolaşarak seyircileri de şarkılarına katması çok eğlenceliydi.

Chicago'da St. Patrick Günü'nü kaçırmayın!

Geçen sene Chicago gezim sırasında gözlemleme fırsatını bulduğum St. Patrick Günü eğlenceleri o kadar muhteşemdi ki bu anımı, sizlerin de 17 Mart’a denk gelen gezileriniz varsa kaçırmamanız gereken bir aktivite olduğunu düşündüğüm için Gezimanya’da da paylaşmak istedim…

Nedir bu St. Patrick Günü?

St. Patrick Günü; dünyanın birçok ülkesinde etkinlikler, festivaller ile kutlanan İrlandalılara ait bir gün. M.S. 385-461 tarihleri arasında yaşayan İrlanda azizlerinden biri olan Patrick’in adına ithaf edilmiş. St. Patrick adına başlayan bu dini seremoni, zaman içinde milyonlarca kişi tarafından kutlanan bir festivale dönüşmüş. Patrick’in ise aslen İrlandalı değil de İngiliz oluşu bana göre ayrı bir ironi oluşturmakta, bir de tabii bu festivalin ilk defa Amerika’da kutlanmış olması…  

İrlanda’daki kutlamalar ise Amerika’daki kutlamalar kadar görkemli olmuyor. Dini motiflerin ağırlıklı olduğu yöresel kutlamalarda, Katolikler ve Protestanlar giydikleri renkler ile birbirlerinden kolayca ayrılabiliyorlar. Bu arada Katolikler yeşili, Protestanlar ise turucuyu tercih ediyor. Kutlamalar ise beş gün boyunca devam ediyor.

Amerika’da kutlanan St. Patrick Günü’nde yeşil giymek sadece İrlandalılar için değil, diğer milletlerden olan insanlar için de geleneksel bir hale dönüşmüş durumda. Yeşil renk birçok şeyi temsil ediyor; bu festivalin 17 Mart’ta kutlanıyor olması nedeniyle baharın gelişini, İrlanda bayrağındaki yeşili ve aynı zamanda üç yapraklı yoncayı…St. Patrick Günü’nde; yeşil giymenin, üç yapraklı yonca bulmanın ve ‘blarney stone’ olarak bilinen taşı öpmenin uğur getirdiğine inanılıyor. Taşı öpebilmek için yalnız herhalde bungee jumping, aletli jimnastik vs. geçmişine bir şekilde sahip olmanız gerekiyor!!! Çünkü oturduğunuz yerden sizi bacaklarınızdan tutacak birkaç kişiye ihtiyacınız var ki siz geriye doğru kendinizi aşağıya sarkıtıp taşı öpebilin diye…

Bu eğlenceli günün diğer ilginç uygulamaları ise; nehirlerin yeşil renge boyanması ve barların yeşil bira satıyor olması. Satılan biraların ise bilinenin aksine İrlanda değil İngiliz birası olması yine bir başka ilginç detay.

Bu arada nehirleri boyamak için kullanılan boyanın formülü ise; Coca-Cola’nın formülü gibi, bir sır… Sadece çevreye herhangi bir zararının olmadığı yapılan kimyasal testler ile kanıtlanmış. Geçen sene 16 Mart Cumartesi günü, Chicago nehri yeşile boyandıktan sonra; nehirden gayda çalarak, yöresel kıyafetler içinde geçen İrlandalıları seyretmek oldukça keyifliydi. Sadece gayda çalanlar değil; boardları üzerinde kürek çekerek giden sörfçüler, kürek takımları, hepsi bambaşka görüntüler oluşturdular.

Amerika’daki ilk kutlamanın 1737 yılında Boston, Massachusetts’de yapılmış olduğu ama bilinen en görkemli kutlamanın ise Chicago kutlamaları olduğu biliniyor. 2 milyondan fazla kişinin Chicago yürüyüşüne katıldığı söyleniyor. Bu yüzden bu gün, yerinde seyretmekten dolayı inanılmaz keyif aldığım bir gün oldu. Geçiş töreninde minicik bebeklerden yaşlılara kadar birçok yaş grubu vardı. Havanın buz gibi olmasına rağmen yaklaşık 1,5 millik yolu yürüyebilmek ve gösterilerini yapabilmek için inanılmaz bir çaba sarfettiler. Hafif hafif yağan kardan ve dondurucu  havadan dolayı fotoğraf çekebilmek için durduğumuz yerde parmaklarımı ve yüzümü hissedemeyene kadar, sanırım sadece bir 45 dakikayı geçirebildim.

Herkesin üzerinde yeşil en azından bir şey olmak durumunda, eğer yoksa herhangi biri sizi çimdikliyebilir. Eğer bunu istemiyorsanız bir fular ya da yeşil renkte bir kolye takmanız bile yeterli. Ayrıca hemen hemen tüm dükkânlarda sırf bugüne özel yapılmış yeşil ışıklı kolyeler bile var. İnsanların giydiği faşingvari çılgın kıyafetleri seyretmek oldukça eğlenceli.

Bu arada Amerikan nüfusunun çok ciddi bir oranını İrlandalılar oluşturuyor. Bugünkü nüfusları ile toplam 4,5 milyon Amerikalı aslında İrlanda kökenli. 20. yüzyılın ortalarına kadar İrlandalılar, Amerika’da dışlanıp aşağılanan bir göçmen grubuydu, günümüzde ise Amerika’nın en güçlü etnik gruplarından birini İrlandalılar oluşturuyor. Bugüne kadarki 9 Amerika Başkanı’nın, Barack Obama da dâhil, İrlandalı ataları var. John F. Kennedy ise Amerika’nın İrlandalı Katolik tek başkanı

Saint Patrick kimdir?

Bazı kaynaklara göre M.S. 373 yılında doğmuştur ama doğum yerinin İngiltere mi, İrlanda mı olduğu tam olarak bilinmemektedir. M.S. 460 yılının 17 Martı’nda öldüğü kabul edilir. St. Patrick, Patrick ismini rahip olduktan sonra almıştır.

16 yaşındayken korsanlar tarafından kaçırılarak İrlanda’da köle olarak satılmış ve 6 sene süren esaret hayatında dini inançları kuvvetlenmiştir. 6. senenin sonunda esaret hayatından kaçarak Britanya’ya geldiği ve rüyasında Patrick’e, bir melek tarafından İrlanda’ya misyoner olarak dönmesi gerektiği söylenir. Bu rüyadan sonra Patrick dini eğitimine başlar ve 15 yıl süren zorlu çalışmalarından sonra papazlığa atanır. Papaz olduktan hemen sonra da artık çok önemli bir görevi vardır: İrlanda’da yaşayan Hristiyanların papazı olmak ve İrlandalıları Hristiyan yapmak.

Yazı ve Fotoğraflar: Banu Demir

Banuyollarda.wordpress.com, banuyollarda.twitter.com

#Makedonyadan yazılar alanında göster
Kapalı
BANU DEMİR

Yazar Hakkında

BANU DEMİR

İstanbul Üniversitesi Radyo-TV bölümü ve Marmara Üniversitesi Contemporary Business Management’tan (gece bölümü) mezun olduktan sonra İngiltere Nescot College’da okudum.