Merhaba Tayland, Tanışabilir miyiz: Bangkok ve Ayutthaya

Bangkok Kraliyet Sarayı (Royal Palace)

Bangkok’a öğleye doğru iniyor uçağımız. İstanbul’dan ayrılırken üzerimizde montlarımız vardı, serin bir Nisan günüydü. Bangkok havaalanından dışarıya çıktığımızda ise 40 derecelik bir öğlen sıcağı karşılıyor bizi. Ama ben de bu sıcağı sevinçle karşılıyorum. Uzun ve soğuk geçen bir Berlin kışından sonra söz verdim kendime, Asya sıcağından hiç şikayet etmeyeceğim ve önümüzdeki kış için de mümkün olduğunca depolayacağım. (Öğlen sıcağının altında pişen beynimin verdiği şuursuzluk sonucu oluşan birkaç istisna anın dışında genel olarak bu sözüme sadık kaldığım söylenebilir).

Bangkok’a yıllar önce bir kez daha ama iş sebebiyle gelmiştim. Çok yoğun geçen bir iş haftasının arkasından İstanbul’a geri döndüğüm için, pek gezme fırsatım da olmamıştı bu şehri. O zamanki izlenimlerim kalabalık, kargaşa, gürültü, trafik, plazalar, tapınaklar, kokular kokular… Biraz önyargılıydım bu seferki karşılaşmamızda da. Uçak buraya indi diye geldik, çok kalmayacağız, hemen gideceğiz sevgili Bangkok, merak etme diyordum. Seyahatimizin başında bir gece kalıp sonraki rotalara devam ettik. Gezi sonunda ise yine uçağa binmek amacıyla bu şehre yolumuz düştü, 2 gece daha kaldık. Bu toplam 4 günlük flörtün sonunda, ayrılırken arkadaş olmuştum bu şehirle.

Siz de benim gibi büyük ve kalabalık Asya şehirlerine karşı mesafeli bir duruşa sahipseniz, Bangkok ilk başta yorucu, karışık ve kalabalık bir metropolden başka birşey ifade etmeyebilir size. Ama bir şans verin ve bir süre oyalanın derim bu şehirde, klasik rotalara yani adalara ya da Chiang Mai’a devam etmeden önce. İstanbul’dan beter bir trafik sıkışıklığı yaşanan büyük caddelerin, süper lüks alışveriş merkezleri ve devasa gökdelenlerin, Khao San Caddesi’ndeki turist yığınlarının ötesindeki yüzüyle tanışmayı deneyin bu şehrin. Bu öteki yüzü sevebilirsiniz.


Bangkok’un dev alısveriş merkezleri ve gökdelenleri arasında kendini gösteren öteki yüzü

Bangkok’taki ilk gecemizde ana tren istasyonuna yakın olduğu için The Train Inn Hotel’de kaldık. İki kişilik klimalı, temiz ama çok kişiliksiz bir odanın ücreti 16 Euro. Seyahat sonundaki Bangkok seferimizde ise Khao San Road (nam-ı diğer turist cenneti) bölgesinde My Guesthouse ve Rambutri Village otellerinde kaldık. Güney Asya seyahatinin geri kalanı ile kıyasladığımda söyleyebilirim ki Bangkok otelleri pahalı, soğuk ve asık suratlı. Sokak satıcıları ve restoran, otel görevlileri de genelde aynı şekilde. Belki de profesyonel turist destinasyonu olmanın getirdiği bir şeydir bu, bilemiyorum. Ama o hep duyduğumuz, Tayland’ın güleryüzlü, sevecen insanları Bangkok’ta yerlerini profesyonel iş adamlarına bırakmış gibi geldi bana. Neyse ki Tayland’ın ve Güney Asya’nın geri kalanında yeterince var o güleryüzlü, sıcak insanlardan.

Bangkok’la arkadaş olmanıza yardımcı olabilecek aktiviteler:

Khao San ve Siam Square arasında, trafik derdinden de kurtulmanızı sağlayacak, çok eğlenceli bir bot turu imkanı var. Tha Ratchethewi adresindeki küçük iskeleden her 5-10 dakikada bir hareket eden bu motorlu botları, daha çok oranın halkı ulaşım amacıyla kullanıyor ama turistler tarafından giderek keşfedilmeye ve popüler olmaya da başlamışlar anladığım kadarıyla. Eğer bizim gibi çılgın bir sürücüye denk gelirseniz, bu derme çatma botların nasıl hız motoruna dönüştüğüne bizzat tanık olabilir, şimdi bu nehre düşersek pislikten zehirlenir miyiz, ama pek de eğlenceli böyle, acaba hangi durakta inecektik, kaçırdık mı filan derken yolculuk nasıl geçti anlamaz, tekrar tekrar dönüp yine bu motorlara binersiniz : ) Üstelik kişi başı yarım Euro’dan az, sudan ucuz.

Chinatown’da dolanıp sokak yiyeceklerinin tadına bakın.

Siam Square’deki MBK alışveriş merkezi ve çeşitli Bangkok gece pazarlarında kendinizi kaybedin.

Eger denk gelirse Cumartesi ve Pazar günleri kurulan ve Weekend Market (Haftasonu Pazarı) olarak da bilinen Chatuchak Market’a mutlaka uğrayın. Hayatımda gördüğüm en büyük açık hava pazarı.

Bol bol Thai masajı yaptırın, özellikle saatlerce gece pazarında dolaşıp ayaklara kara sular indikten sonra, bu pazarların içinde bulunan masaj salonlarında yaptırılan ayak masajları gibisi yok.

Birbirinden lezzetli, tuhaf görünüşlü, renkli, kokulu ve tuhaf isimli tropik meyvelerin tadına bakın. Benim favorim Durian. Durian’a ya aşık olacak ya da nefret edeceksiniz. Ama Durian icin özel bir blog yazısı yazmaya değer, bu yüzden burada detaya girmeyeceğim, sadece derim ki dedikodulara ve yasaklara (evet, bu meyve Asya’nın bazı ülkelerinde otel ve otobüslerde yasak) aldırmayın, en azından bir kez tadına bakın!

Tabii ki en mühim turistik ziyaret mekanı olan Royal Palace’ı (Kraliyet Sarayı) gezip görmek lazım. Dikkat: Dirseklere kadar bluz ve ayak bileklerine kadar inen pantolon, eteğiniz yoksa içeri girebilmek için saray girişindeki ofiste dağıtılan gömlek ve etekleri giymek durumundasınız. Fotoğraf çekilip güzel görüneceğim gibi bir kaygınız varsa, paşa paşa kendi uzun kollularınızı ve uzun paçalılarınızı giyip gelin derim. Yoksa burada dağıtılanlarla cidden palyaçoya dönüyor insan. Ayrıca omuza atılan şal taktiği de işlemiyor burada. Ben Asya’da pek çok tapınağa, kısa kollu bluzlerin üzerine geçici olarak sarıverdiğim bir şalla girmiştim ama burada şalı da kabul etmediler.


Royal Palace’ın içinde bir Buddha

Veee benim Bangkok’taki favori mekanım: Banyan Tree Hotel’in 59. katındaki Moonbar @Vertigo. Muhteşem bir Bangkok gece manzarası ayaklarınızın altında. Bu manzaranın tadını çıkarıp kokteyllerinizi yudumlarken bir yandan da Thai sosyetesini gözlemleyebilirsiniz : ) Dikkat: Erkek müşteriler kısa pantolon ve açık ayakkabı, sandalet ile içeri alınmıyorlar. Ama eğer yanınızda uzun pantolon yoksa dert değil, size bar görevlileri eşofman altı gibi çirkin birşey veriyor, bununla Bangkok sosyetesinin arasına karışıyorsunuz. Bayanlar için pek sorun yok anladığım kadarıyla: http://www.banyantree.com/en/bangkok/experience_the_resort/dining/vertigo_and_moon_bar/

Ayuthaya

Bangkok’ta ilk gecemizi geçirdikten sonra ertesi sabah erkenden kalkıp tren istasyonuna gidiyoruz. Amacımız Bangkok’a trenle birkaç saat uzaklıkta olan Ayuthaya’yı günübirlik ziyaret edip oradan da Chiang Mai’a giden gece trenine binmek. Bangkok ana tren istasyonundan çok sık arayla Ayuthaya’ya giden trenler kalkıyor. Biz kişi başı 20 Baht (50 Cent) ödeyerek 3. sınıf vagonlardan birine bilet alıyoruz. Klimasız bir vagon bu ama 3 saatlik yolculukta pek de zorlanmıyoruz. Öğleden önce Ayuthaya’dayız. Sırt çantalarımızı tren istasyonundaki bagaj emanete bırakıp şehri keşfetmeye çıkıyoruz.

Ayuthaya, eski Siam İmparatorluğu'nun başkentlerinden biri ve bir tapınaklar şehri. Buradaki Angkor Wat stili tapınakları Kamboçya’ya gidip de orijinallerini görmeden önce ziyaret etmek lazım, böylece bir nevi ısınma turu yapmış oluyorsunuz Kamboçya için. Ama gerçek Angkor Tapınakları’nı gördükten sonra Ayuthaya biraz yavan gelebilir, benden söylemesi.


Ağaç içindeki Buddha – Ayuthaya

İlk olarak nehrin karşı kıyısına geçip nehir kenarında güzel manzaralı bir terası olan Old Palace Guesthouse’da karnımızı doyuruyoruz. Meşhur Tayland fastfood yemeği olan Pad Thai burada çok lezzetli. Daha sonra günlük fiyatı 1 Euro’dan birer bisiklet kiralayıp Ayuthaya tapınaklarını gezmeye başlıyoruz. Güneşin altında bisikletle tüm gün dolaşmak Asya’daki ikinci günümüzde zorlayıcı bir aktivite ama birkaç gün içinde 40 derece sıcaklarda, güneş altında dolaşmalara alışacağız. Ama bu seferlik 4-5 saatlik tapınak turu yetiyor bize ve bisikletleri geri verip, yine Old Palace Guesthouse’da (ne yapalım, manzara ve yemekler çok güzeldi, hem de ucuz) akşam yemeğimizi yiyoruz. Tamarind soslu (Tamarind’in Türkçesi demirhindi imiş, hiç duymamıştım) kızarmış karidesler ve tavuklu hindistan cevizi çorbası çok lezzetli.

Bisikletle tapınak turu – Ayuthaya

Bizi Chiang Mai’a götürecek gece trenimize binmek üzere istasyona geldiğimizde kötü bir sürpriz bekliyor bizi: Tren rötarlı ve ne zaman geleceği belli değil. Dakika bir gol bir, rötarlar burada da başladı (Hindistan trenlerine atıf) derken ilginç ve beklemediğimiz bir durum oluşuyor. İstasyon gorevlilerinden birine Chiang Mai’a giden başka tren olup olmadığını sorduğumuzda, birazdan istasyona varacak olan başka bir trenin de Chiang Mai’a gideceğini öğreniyoruz, bizim bileti bu tren için bir biletle değiştirmek de mümkün ama trende yer yok malesef. Kös kös bekleme salonuna dönüp, uzuuun bir bekleyişe hazırlamaya çalışıyoruz kendimizi psikolojik olarak. Bu arada bahsi geçen diğer Chiang Mai treni istasyona varıyor, biz iç geçirerek bakıyoruz o trene, ”ah o trende biz de olsaydık” diyerek. Sonra trenin hareket etmesine son dakikalar kala, o konuştuğumuz tren görevlisi yanımıza koşuyor ve trende iki kişilik boş yer oluştuğunu, hemen biletlerimizi değiştirirsek bu trene binebileceğimizi söylüyor. 5 dakika içinde biletler değişiyor ve kendimizi süper konforlu bir gece treninin rahat, geniş ve temiz yataklarında buluyoruz. O an emin oluyorum ben, Tayland ile çok iyi arkadaş olacağız...

Bekle bizi Kuzey Tayland’ın incisi, kültür ve aktivite şehri Chiang Mai!

ŞİLAN KÜÇÜKOKUR BARTEL

Yazar Hakkında

ŞİLAN KÜÇÜKOKU…

Uzun yıllar İstanbul'da pazarlama profesyoneli olarak çalıştıktan sonra, plazalara ve kurumsal hayata veda ederek Berlin'e yerleşti.