Mezopotamya'nın Şiirsel Kenti: Mardin

Ağaç ağlar, altın kaçar, taş kalır - Anonim 
Bir şiirdir Mardin... Nakış gibi işlenmiş taş evleri, birçok medeniyetin izleri, tarihi, kültürel zenginliğiyle büyüleyici bir şehir ve her şeyden önemlisi benim şehrim, memleketim... “Uzakta da olsak, ara sıra uğramalı küstürmemeli şehri!” diyerek düşüyoruz yollara, bir gece vakti. Bilinen bir güzelliğin zengin kucağına doğru... İlk başta şehre yakışan havaalanına indiğimiz anda eski Mardin'e doğru hafif puslu bir gecenin içinde ilerliyoruz. Yaklaşık 20 dakika süren yolculuğun ardından otelimize yerleşiyoruz. 
 
Şehir dolu. Bir yanda baharın müjdeleyicisi Nevruz, diğer yanda yoğun turist akını. Daha iki yıl önce bu şehirle buluştuğumuzda, sayılı birkaç otel varken şimdi sayılamayacak kadar çoğalarak, gelen müşterileri ağırlıyor. Aylar öncesinden rezervasyonumuzu yaptık, biraz şanslıyız. Her yer dolu! Turizm mevsimi başlıyor, şehirde misafirlerini ağırlıyor. Kısacası çifte bayram yapıyor. 

Geldiğimizde şehir çoktan günü bitirmiş. Burada hava erken kararıyor. Günün bitimine direnen esnaf müşteri beklerken, birkaç kişi ve biz sokakta dolaşıyoruz. Ara sıra geçtiğimiz binalardan yükselen müziğin sesleri; bizim, sokağın ve gecenin sessizliğini bozuyor. Bazı mekânlarda eğlence ile birlikte yemekte devam ediyor. 
 
Mardin konum itibariyle iki bölüme ayrılıyor, Eski Mardin ve Yeni Mardin. Tarihe beşiklik eden tek yerleşim yeri Eski Mardin... Birçok uygarlığın izi bu şehirde. Mardin; mimari, etnografik, arkeolojik, tarihi ve görsel değerleri ile zamanın durduğu izlenimini veren Güneydoğu’nun şiirsel kentlerinden birisi. Mardin'de, farklı dini inanışların paralelinde, sanatsal açıdan da tarihi değeri olan camiler, türbeler, kiliseler, manastır ve benzeri dini eserler barınıyor. Mardin, İpek Yolu üzerinde bu nedenle 5 han ve kervansaray da mevcut.

Sabah güzel bir Mardin kahvaltısıyla sokakları keşfe çıkıyoruz. İlk rotamız, yakınımızda bulunan Hatuniye Medresesi... Mardin'in 1. Cadde'sinin sonlarına doğru merdivenlerden aşağı indiğimizde karşımıza çıkan Medrese, Hatuniye olarak biliniyor. Artuklu Beyi II. Kudbettin İlgazi’nin annesi Sitti Radviyye tarafından 1177 yılında yaptırılmış. Çok kez onarım gördüğünden özgünlüğü oldukça azalmışsa da iki eyvanlı ve revaklı avlusuyla iki katlı bir külliye. Kuzeydeki eyvan kapatılarak mescide dönüştürülmüş. Türbede, Kutbeddin İlgazi ve annesinin mezarları bulunuyor. Anadolu’nun en erken tarihli iki katlı açık avlulu ve iki eyvanlı medresesi olarak da kabul ediliyor.
 
Medreseden çıktıktan sonra aynı cadde üzerinde bulunan Sabancı Müzesi'ni de ziyaret etmeden geçmiyoruz. 
 
Bu şehrin  ana caddesi üzerinde ilerlediğimizde tarihi mekânlara kolaylıkla ulaşabiliyoruz. Bir sonraki rotamızda Şehidiye Cami ve Medresesi var.  Mardin Şehidiye Mahallesi’nde bulunan Sema'nin Medresesi ismi ile de tanınan bu yapının girişindeki vakfiyesinden öğrendiğimize göre Necmeddin Gazi döneminde 1239-1260 yılları arasında yaptırılmış. 

Medrese değişik zamanlarda çevresine yapılan eklerle özgünlüğünü yitirmiş ve plan şekli bozulmuş. Bugünkü durumunda dikdörtgen bir avlu çevresinde sıralanmış yapılardan meydana gelmiş. Günümüzde sokak seviyesinin altında kalan, yüksek ve derin bir niş içerisine alınmış ana kapı balıksırtı sütunçeler ve palmetlerle bezenmiş. Bu kapıdan beşik tonozlu bir koridorla avluya geçiliyor. Koridorun solundaki kapı, avlunun solunda karşılıklı sıralanmış iki sıra halindeki medrese odasının bulunduğu başka bir koridora açılıyor. 
 
Medresenin camisi enine iki nefli olup, doğu ve batısında çatılı iki girişi var. Caminin minaresi 1916-1917 yılında yapılmış. Taş kaide üzerindeki minarenin gövdesi yivler ve burmalı sütunlarla karışık bir görünümde. Ayrıca medresenin günümüze çok bozulmuş olarak gelmesine rağmen taş işçiliğinin güzel örneklerini yansıttığı da kalıntılarından anlaşılıyor.

Yolumuzun sağ tarafında merdivenleri aşarak Zinciriye Medresesi'ne doğru yol alıyoruz. Geceden yağan kar etrafta tülden bir örtü oluştururken biz yavaş yavaş kaleye doğru tırmanıyoruz. Vardığımız yer Zinciriye Medresesi sınırına ulaşınca bir soluklanma molası veriyoruz. Havanın soğukluğu bizi etkilemezken, önümüzde uzanan Mezopotamya büyüsüne kapılarak bir süre seyre dalıyoruz.

Her fotoğrafında arkadan poz veren medrese, önünde uzanan Mezopotamya ile birlikte üstüne örttüğü beyaz tülle gelinlere taş çıkarır nitelikte bir güzellik sunuyor... Bir dilek tutsam ancak bu kadar gerçekleşir. Bir gün önce gördüğüm, karda Mardin fotoğraflarını hayran hayran izlerken “ah bir de karda çeksem” diye içimden bir düşünce geçerken, hemen ertesi gün gerçekleşeceğini nasıl bilebilirdim. Düşüm gerçekleşince coşkuyla soğuya karşı direnerek, bolca fotoğraf çekiyorum. Çatı çekimleri tamamlanınca aşağıya iniyoruz. Sıra medresenin içini gezmeye geliyor. İçerisi inanılamayacak kadar kalabalık. Her gelişimde çektiğim yansıma fotoğraflarına bu sefer ziyaretçiler de dâhil oluyor.

Zinciriye, Medrese Mahallesi'nin kuzeyinde yer alıyor. 1385 yılında Melik Necmeddin İsa tarafından yaptırılmış. Sultan İsa Medresesi olarak da biliniyor. Timur ordusuyla mücadele etmiş olan Melik İsa bir süre medresede hapsedilmiş. Girişindeki taş işlemeler ve dilimli kubbeleriyle dikkat çeken medrese, iki avlulu ve iki katlı olup, avluların dışında kalan mekânlar iyice yayılmış. 

Medresenin yanından dar sokaklarda ilerlerken tarihi binada hizmet veren Kız Meslek Lisesi ve yanında yer alan Mardin Müzesi'nin önünden geçerken fotoğraf molası veriyoruz. Müze, restorasyon çalışmalarından dolayı Mayıs ayına kadar kapalı. Moladan sonra yan yoldan sokak aralarında dolaşarak ilerliyoruz. Şehrin yaşamıyla bütünleşen noktalar burası.

Caddeler ve sokaklar birbirinden bağımsız farklı hayatı sergiler gezenlere… “Şu arayı çekeyim, a bu ne güzel bir yapı” derken bir kapı bizi sessizce içeri davet ediyor. İzlaart Cafe'den içeri girdiğimiz anda kendimizi unutuyoruz. Farklı bir dünya, farklı bir ambiyans… Ortada kurulu sobanın yaymış olduğu sıcak hava, müşterileri de bir dostluk çemberiyle sarıp sarmalamış. Biz de gruba dâhil oluyoruz. Geriye kalan saatlerimizin çoğunu buraya hediye ediyoruz. Bir çay, bir çay daha derken üzerine bir de Süryani kahvesi ve yanında sunulan likör bambaşka tatlara davet ediyor. 

Etraf basit bilenen bir tarzda rahat bir ortam yaratılarak döşenmiş. Her köşe farklı bir anlam taşıyor. Etraf bir sinema sahnesinin bir parçasını yansıtırcasına dekora sahipken, bir de sahibinin samimiyeti, evimizdeymişiz hissi geliştiriyor. Samimi ortamda içilen çayın, kahvenin tadına bir de güzel sohbet eklenince dönen sadece günün içinde sürüklenen saatler, yüreğimiz ve ruhumuzu bırakıp, şehrin kalabalık büyüsüne kapılarak ilerliyoruz. 

Biraz da caddenin alt sokaklarını tanımaya başlıyoruz. Girdiğimiz esnaflar çarşısında birkaç dükkân açık. Günlerden Pazar, esnafın çoğu dinlenmede... Çalışanlar da günü kurtarma derdinde... Yavaş yavaş kararan hava günün bittiğini hissettirirken, karnımızı doyurmak için kebapçıya giriyoruz. Mardin geleneksel lezzetlerin de beşiği. Kebapları, lahmacunu ve bıkmadan yiyeceğim Sembusek'i ile midelere taht kurmuş. Karnımız doyunca ara sokakta bir kahvede çayımızı keyifle içiyoruz. 
 
Çay keyfi bitince bir günün bitişine tanıklık ediyor ve otelimize doğru ilerliyoruz. 
 Bir gün daha bitiyor, tıpkı yitip giden diğer günler gibi... Yarın şehrin dışına yolculuk var. Midyat, Hasankeyf, Beyazsu ve daha nice güzellikler...

serap selçuk

Yazar Hakkında

serap selçuk

Yazar Gezgin ve blogger 1968 yılında Niğde'de doğdu 1987-1991Ankara Üniversitesi Fizik Mühendisliği eğitimi gördü.