Tarihi Acılarla Dolu Güzel Ülke: Kamboçya (1. Bölüm)

20. yüzyılın ikinci yarısındaki Kamboçya halkı kadar acı çekmiş çok az halk vardır sanırım… Önce dâhil olmadıkları savaşta Amerikalılar üzerlerine 2,7 Milyon ton bomba yağdırmış. Ardından Kızıl Khmerler ülke nüfusunun dörtte birini sistematik bir şekilde ve çoğunu işkence ederek öldürmüşler. Kızıl Khmerler gittiğinde geriye kalansa sadece açlık ve sefaletmiş ve hala bu güzel ülkenin en büyük sorunlarından biri patlamamış kara mayınları… 
Kamboçya’yı görmeyi uzun yıllardır bekliyordum. Kızıl Khmer’lerin dehşetini anlatan Ölüm Tarlaları (Killing Fields, 1984) (http://www.imdb.com/title/tt0087553/) filmini izlediğimden beri...
 
Bu seyahatnamenin en son bölümü de Kamboçya’ya ait; günümüzdeki kralları bir klasik dans eğitmeni olan, bayraklarına -haklı olarak- gurur duydukları Angkor Wat’ı koymuş, geçmişlerindeki onca acıya rağmen halkı hala güler yüzlü ve sevecen olabilen Kamboçya Krallığı’na…

SİEM REAP VE MUHTEŞEM ANGKOR
 
Aslında plan basitti; sabah 10.30’da Lao Havayolları’na ait bir uçakla Luang Prabang’dan yola çıkıp, Pakse’de kısacık bir mola verdikten sonra öğle saatlerinde Siem Reap’a varacaktık. Ama olmadı…
 
Sabah Luang Prabang’ın mütevazı havalimanına gittik, check-in yaptırdık, pasaport kontrolünden geçtik, beklemeye başladık. Bekledik, bekledik, bizimki dışında tüm uçuşlar zamanında gerçekleşti. Fakat bizim uçuş 3 saat, hatta daha fazla rötarlıydı. Siem Reap’da geçirmeyi planladığımız saatleri Luang Prabang’daki havalimanının küçücük salonunda geçiriyor olmanın yarattığı sinirlilik haliyle ortalıkta dolaşırken, konuşkan Robert’la tanıştım.
 
Robert, Brooklynli bir Amerikalı. Amerikan Savaşı için bu topraklara gelmiş. Mekong’da botlarla operasyonlara katılmış, Hue’de Tet Saldırısı sırasında yaralanmış bir gazi. Geri döndüğünde doğduğu New York’a ve ABD’de Vietnam Gazisi olmaya uyum sağlayamamış, yeniden bu topraklara dönmüş. Saigon’da bir süre yaşadıktan sonra bir arkadaşının önerisiyle kısa bir tatil için gelip çok beğendiği Luang Prabang’a yerleşmiş. Robert araya bol miktarda Amerikan filmlerinden aşina olduğumuz malum F ile başlayan sözcükten de sıkıştırarak sürekli konuşuyor ve sık sık da Da Nang’a çıkartma yaparlarken Viet Cong’ları nasıl sahile gömdüklerinden söz ediyor. Adeta izlediğim onca Vietnam filminin herhangi birinden fırlamış bir karakter ya da hep duyduğum Post-Vietnam Sendromu’nun canlı haliydi Robert.
 
Üç saatten fazla süren rötar yetmezmiş gibi, Kamboçya’nın Siem Reap Havalimanı’ndaki pasaport ve vize görevlileri açık ara gezinin en ağırkanlıları çıkıyor. O gün havalimanından çıkarken saat 17.00 olmuştu bile… Doğrudan 2 gece kalacağımız ve bence tüm bu gezinin en güzel oteli Tara Angkor’a gidiyoruz.
 
Otele hızlıca yerleştikten sonra akşam yemeği için geleneksel Khmer Dans Gösterisi de izlediğimiz Amazon Angkor Restoran'a geçtik. Restoranın ismi Amazon, yanlış yazmadım, sanki hiç “Dallas Lokantası” görmemiş gibi ne alaka demeyin lütfen…

Khmer dans şovunda, Kamboçyalı kızlar özel kostümleri içerisinde Apsara dansından örnekler veriyorlar. Kamboçya’da tasvirleriyle çok sık karşılaştığımız Apsara, Hindu ve Budist mitolojilerinde bulutlarda ve suda yaşayan dişi perilere verilen isim. Bu doğaüstü varlıklar gençler, çok güzeller, zarifler ve de dans sanatında mükemmeller.
 
Hindu mitolojisindeki önemli tanrılardan Indra’nın sarayında Gandharva isimli müzisyenler varmış. Cennetten çıkma, bazen -kuş veya at gibi- yarı havyan ve yarı insan şeklinde tasvir edilen bu Gandharva’lar olağanüstü müzik yeteneğine sahiplermiş ve tanrılar için güzel müzikler yaparlarmış. İşte Apsara’lar da bu müzisyen Gandharva’ların eşleriymiş. Kocalarının yaptıkları müzik eşliğinde tanrıların saraylarında dans edip bazen de erkekleri ve hatta tanrıları baştan çıkartırlarmış.
 
İşte bugün Geleneksel Khmer Dansı diyebileceğimiz Apsara Dansı da Hindu mitolojisinden, yukarıda anlattıklarımdan çıkmış. Kamboçya kültüründe de önemli yeri var. Apsara’ları izledikten sonra Siem Reap’ın barlar sokağında biraz takılıp otele dönüyoruz. Havalimanında Robert’ı dinlerken kaybettiğim zamanı telafi etmek için ertesi gün kalkış saati 04.00…

Ertesi sabah yataktan 04.00’de üstelik de en ufak bir huysuzluk bile yapmadan çıkıyorum. Çünkü Angkor Wat’a gidiyoruz. Her ne kadar “dünyanın yeni 7 harikası”ndan olmasa da Angkor Wat her gezginin hayallerini süslüyor eminim, olmazsa olmazlardan yani. Ayrıca büyük olasılıkla eğer o “7 harika” listesine bir 8. eklenecek olsaydı ilk sırada Angkor Wat vardı. Şahsi kanaatim odur ki Rio’daki Kurtarıcı İsa Heykeli (Cristo Redentor) veya Roma’daki Colosseum yerine malum listede Angkor Wat olmalıydı.

Önce küçük bir açıklama yapmalı… Angkor; Khmer dilinde şehir, Wat ise tapınak anlamına geliyor. Siem Reap şehrine yaklaşık 6 kilometre mesafede, sık ormanlar içerisinde yer alan Angkor neredeyse 1000 kilometrekareye yayılmış irili ufaklı düzinelerce tapınaktan oluşan bir “Tapınak Şehir”. UNESCO tüm bu alanı Angkor Arkeolojik Parkı olarak adlandırıyor ve tapınaklardan en bilineni Angkor Wat da UNESCO’nun Dünya Mirasları Listesi’nde…
 
Khmer İmparatorluğu’nun şaşalı Angkor Dönemi, milattan sonra 800’lü yıllarda başlamış. Bu yüzyılın hemen başında Khmer Kralı II. JayavarmanKambujadesa’nın yani Kamboçya’nın bağımsızlığını ilan edip Tonle Seap Gölü’nün kuzeyine kendi başkentini kurmuş. İzleyen 300 yıl boyunca Khmerler, Angkor olarak anılan bu bölgede, mimari ve taş yontma sanatında doruğa ulaşan çok sayıda eser inşa etmişler. Her biri birer sanat eseri bu tapınaklar, işlevsel bir şekilde birbirine bağlanmış kanallar ve yollardan oluşan, devasa bir şehrin içerisinde yer alıyormuş. Bu şehir de Endüstri Devrimi öncesinde, bir milyondan fazla nüfusuyla yeryüzündeki en büyük iki şehirden biriymiş… (Diğeri Meksika’daki Maya şehri Tikal)
 
Bu muhteşem şehrin en önemli eseri Angkor Wat 1100’lü yıların başında Kral II. Suryavarman tarafından yaptırılmış. Yaklaşık 200 hektarlık bir alan üzerinde yükselen Angkor Wat, yeryüzünde bu güne kadar inşa edilmiş en büyük diniyapı. Başlangıçta Tanrı Vişnu’ya adanmış bir Hindu Tapınağı iken 14. yüzyılda Budist tapınağa dönüştürülmüş ve içerisine bugün gördüğümüz Buddha heykelleri eklenmiş. Angkor Wat’ın siluetinde gördüğümüz tepe ve kuleler Hinduizm ve Budizm’deki fiziksel, metafiziksel ve spiritüel evrenlerin merkezi olan Mount Meru’yu simgeliyormuş. Tapınağın duvarlarında ünlü Hint destanlarıRamayana ve Mahabharata’nın tasvir edildiği harika kabartmalar var. Bir de her biri diğerinden farklı tasvir edilmiş yaklaşık 2000 kadar Apsara kabartmasını Angkor Wat’ın duvarlarında görmek mümkün.
 
Angkor’u gezmek için 1 gün yeterli değil ama maalesef bir önceki günün tamamına yakınını Luang Prabang’dan Siem Reap’a uçmaya çalışarak geçirdiğimizden önümüzde sadece 1 günümüz var (Gerçi eğer Siem Reap’a zamanında gelebilseydik 1,5 günümüz olacaktı ki onun da yetersiz olduğunu Angkor’a adım atmaz anlıyorsunuz, naçizane önerim en az 3 gün).
 
Angkor girişindeki gişelerden 20 USD karşılığında 1 günlük “havalı” biletimizi alıyoruz. Havalı diyorum çünkü hemen oracıkta, bilet gişesindeki minicik bir kameraya gülümsüyorsunuz, fotoğrafınızı çekip biletinizin üzerine basıveriyorlar. Ardından ortalık hala karanlıkken orada olduğunu bildiğimiz ama henüz göremediğimiz, uzaklardaki Angkor Wat’ın karşısına dizilip güneşin doğuşunu bekliyoruz. Bir süre sonra gökyüzünü kaplayan kızıllıkla birlikte Angkor Wat’ın o bildik görüntüsü yavaştan karşımızda beliriyor. Evet, en az fotoğraflarındaki kadar etkileyici…

Angkor Wat’a karşı gün doğumunu izleyip bu anı daha sonra anlatıp hava atmak üzere belleğime kaydettikten sonra 1-2 kilometre kadar kuzeydeki Angkor Thom’a geçiyoruz.
 
Adeta şehir içinde bir şehir olan Angkor Thom’un sözcük anlamı “Büyük Şehir” ve Khmer İmparatorluğu’nun son başkenti. Kral VII. Jayavarman tarafından 12. yüzyılda yaptırılmış. Geniş bir hendek ve yüksek duvarlarla çevrili ve yaklaşık 3 kilometrekare büyüklüğünde. Angkor Thom içerisindeki tapınakları gezmeye başlıyoruz.
 
Önceden uyarmalıyım yazının bundan sonrası birazcık sıkıcı olabilir, izninizle daha da sıkıcı yapmamak adına “sonra şuraya gittik, ardından buraya gittik” gibi cümleler kullanmadan ziyaret ettiğimiz sırayla tapınakları anlatayım:
 
Bayon Tapınağı: Tabii ki önceliği tapınakların en önde gelenine vermeli. Burası şehrin tam merkezinde yer alıyor ve zamanında imparatorluğun resmi tapınağıymış. 3 katlı, 54 kuleli ve kulelerinde de “Big brother is watching you” şeklinde, fakat belli belirsiz bir gülümseme ile sizi izleyen 200 kadar devasa yüz tasviri var. Bir de duvarlarındaki kabartmalar, Angkor’daki tüm tapınaklarda olduğu gibi harika.

Baphuon Tapınağı: Tanrı Shiva adına yapılmış bir tapınak. Burası en eski ve en fazla hasar görmüş tapınaklardanmış. Birazcık tırmanmayı göze alırsanız en üst seviyesindeki manzara fena değil.
 
Fillerin Terası: Adından da anlaşılacağı gibi burası bir tapınak değil. Angkor Thom şehrinde geçit törenlerinin yapıldığı ve ismini -büyük olasılıkla- meydanı çevreleyen, kayalardan yapılma onlarca fil büstünden alan meydan. Fillerin Terası’nın hemen bitişiğindeki bir diğer geniş alanın isimi de; Cüzzamlı Kral Terası (Terrace of the Leper King). Kral burada halkını dinlermiş.
 
Neak Pean Tapınağı: Büyükçe bir havuzun ortasında yükseliyor. İsmi “birbirine dolanmış yılanlar” anlamına geliyor ve tapınağın kaidesindeki yılan heykellerinden (Naga) geliyormuş. Tarihçilere göre bu tapınak Anavatapta’yı, yani Hindu mitolojisinde yer alan ve suları tüm hastalıkları iyi eden Himalayalar’daki kutsal gölü temsil ediyormuş.
 
Preah Khan Tapınağı: İsmi “Kutsal Kılıç” anlamına geliyor. Rehberimiz bu tapınağın bir zamanlar 100 bin kişiye ev sahipliği yaptığını söylediğinde “yok artık daha neler” dediğimi iyi anımsıyorum. Haklıymışım; yazıyı hazırlarken araştırdım, burası 100 bin kişilik bir kuruluşun merkeziymiş. Şehir ve tapınak ileri gelenleri ve Budist Üniversitesi öğrencilerinin oluşturduğu bir kuruluş…
 
Ta Prohm: Hiç kuşkusuz Angkor Wat’dan sonra en bilinen tapınak. Angelina Jolie’nin “Lara Croft: Tomb Raider” (http://www.imdb.com/title/tt0146316/) filmi sayesinde ünlü oldu. Fakat büyük olasılıkla Hollywood etkisi olmasaydı yine de ünlü olurdu. Çünkü burası Angkor Thom içerisindeki tapınaklar arasında en iyi korunmuş olanı. Yani nasıl bulunduysa öyle bırakılmış, Fransızlar bir zamanlar Budist Tapınak ve Üniversite olan Ta Prohm’u bulduktan sonra olduğu gibi bırakıp hiç ağaç kesmemişler. Angkor denildiğine akla gelen o taştan duvarları delen, aralarından geçen dev ağaç dallarını en iyi bu tapınakta görebilirsiniz.

15. yüzyıla gelindiğinde, Budist bir tapınak olarak işlevini sürdürmeye devam eden Angkor Wat dışında, Angkor Şehri tümüyle terk edilmiş. Gerçek neden bilinmiyor ama bazı teoriler mevcut… Bunlardan ilki; çevre krallıkların istilası. Bir diğeri; süregelen savaşlar nedeniyle fakirleşen Angkor Krallığı’nın şehrin ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelmesi. Krallık, şehrin yaşam kaynağı olan su kanallarına gerekli bakımı yapamayınca Angkor’un kalabalık nüfusunu doyuran pirinç tarlaları susuz kalmış ve halk da şehri terk etmiş. Bir de “Veba” nedeniyle şehrin büyük çoğunluğunun ölüp, kalanların da şehri terk ettikleri teorisi var. Yazılı herhangi bir belge olmadığından gerçek neden bilinmiyor. Tek bilinen 19. yüzyılın sonlarına kadar bu dev şehrin sık ormanlar tarafından kuşatılmış ve ıssız olduğu… Bu terk edilmişlik içinde de ağaçlar, insan yapısı taştan binalara karşı zamanın onlara sağladığı avantajı kullanıp Ta Prohm’daki o inanılmaz manzaraları yaratmışlar.
 
Günün ikinci yarısında yeniden başladığımız yere dönüp Angkor Wat’a gidiyoruz.
 
Bu topraklarda, yani Anadolu’da yaşayan bir gezgin olmanın şöyle bir handikabı var; kimi zaman gittiğiniz diyarlardaki bazı eserleri gördüğünüzde azıcık burun kıvırabiliyorsunuz. Hele de öncesinde hakkında methiyeler düzülen çokça yazı okuduysanız. Sözgelimi; itiraf ediyorum, Peru’ya gittiğimde sürekli karşıma çıkan ve gururla sergilenen Inka duvarlarına bakıp “Ne var ki, bildiğin duvar yahu?” dediğim olmuştur. Ne de olsa 1500’lü yıllarda Inkalar bu duvarlarla uğraşırken, bizim Koca Sinan Edirne’de Selimiye’yi inşa ediyordu. Aspendos’taki Antik Tiyatro biteli ise 1300 yıl olmuştu. İşte Angkor’da böyle bir “burun kıvırma” hissi yok. Devasa yapının karşısında dururken, şaşırıyor, “Vay be, bunu nasıl yapmışlar?” diyor Erich Von Daniken’in “Tanrıların Arabaları” kitabında anlattığı “kesin uzaylılar yaptı” teorisinin kanıtlarını aramak istiyorsunuz (Bu arada Inka duvarlarına hafiften burun kıvırdıysam da saygıda kusur etmedim ve tabii ki Machu Picchu’yu farklı bir yere koyuyorum).
 
Angkor Wat ile ilgili yukarıda temel birkaç bilgi vermiştim, yeniden yazacak bir şey yok. Tek söyleyebileceğim şu; gerçekten büyük ve fazlasıyla etkileyici bir mekân.
 
Angkor Wat’da 1-2 saat geçirip, gündüz gözüyle de fotoğrafladıktan sonra günün son atraksiyonu için Phnom Bakheng Tapınağı’na gidiyoruz.

Phnom Bakheng bir tepe üzerinde kurulu, Tanrı Shiva’ya adanmış bir Hindu tapınağı. Önce ağaçların arasındaki bir yoldan tepeye yürüyorsunuz, ardından da hafif piramidi andıran tapınağın bir hayli dik ve dar merdivenlerine tırmanıp en yukarıdaki terasa ulaşıyorsunuz. Ama olay bu cümlede anlattığım kadar basit değil, çünkü bu tapınak tüm turistlerin gün batarken Angkor’u izlemek için geldiği yer ve çok kalabalık. Tapınağın oturduğu tepeye giden yolu yürümenin alternatifi fillerle çıkmak, ama orada da her daim uzun bir kuyruk olduğundan pek tavsiye etmem. Bir de en yukarıda “şöyle harika bir gün batımında Angkor fotoğrafı çekeyim” düşüncesiyle, tripodunuzu yerleştirip uzun uzun uğraşıp harika kareler çekme fanteziniz varsa boşverin, çünkü metrekareye sizinle aynı fanteziye sahip en az 3-5 kişi düşüyor. Fakat fotoğraf çekmeyi kafaya takmazsanız, sadece Angkor üzerinde gün batımını izlemek de çok güzel. Bu güzelliğe gölge düşüren tek şey ise yıllar sonra bu yazıyı hazırlarken Phnom Bakheng hakkında okuduklarım; turistler için bu kadar popüler olması nedeniyle tüm Angkor’da en fazla zarar gören tapınak burasıymış.

Yazının başlarında Angkor Wat -veya Angkor- için her gezginin hayallerini süslüyordur dedim ya, işte size kanıtı. Pek çok Türk gezgin bu muhteşem tapınaklar şehrini gezip, gördüklerini ve bir sürü yararlı bilgiyi bloglarında veya web sayfalarında paylaşmışlar. İşte size bibliyografya tadında linkleriyle birlikte bir liste; kimler Angkor’u nasıl anlatmış… (Not; gözümden kaçanlar olmuştur mutlaka, af ola…)

- Gezi/Yorum isimli kişisel blogdan oldukça ayrıntılı bir Angkor yazısı; Angkor Wat; Kamboçya’nın Dünya Mirası. (http://gezyaz.blogspot.com.tr/2007/11/angkor-wat-kamboyanin-dnya-mirasi.html)

- Birinde 16 diğerinde ise 11 ay dünyayı gezmek için yollara düşen Başar Kurtbayram’ın, Şimdi Gezelim isimli sitesindeki yazısı; Angkor Wat (http://www.simdigezelim.com/2008/11/angkor-wat.html)

- Yazım tarzını çok sevdiğim sevgili Şilan Küçükokur Bartel’in kendi sitesi Seyahat Günlükleri'ndeki yazısının ismi; Doymadım, Doyamadım Gezmelere Seni Ben: Siem Reap ve Angkor Tapınakları. (http://seyahatgunlukleri.com/tag/angkor-tapinaklari/)

- "Çok Okuyan Çok Gezen" Sevil Mert, Bangkok’tan Angkor Tapınağına Gidiş isimli yazısında 3 günlük bir Angkor Turu için gerekli her türlü bilgiyi vermiş… (http://www.cokokuyancokgezen.com/geziler/bangkok-angkor-tapinagi-ulasim/)

- Gezgin Dergisinin internet sitesinde yer alan Ömer Serdar Bakır’ın yazısı gerçekten keyifli; AngkorTapınakları. (http://gezgindergi.com/angkor-tapinaklari/)

- Yazım tarzını çok sevdiğim bir blogger daha, “Avareliğini gururla ifşa eden çömez bir seyyah” Sevgili Duygu Can, Bir tur atıp geleceğim isimli sitesinde Siem Reap – Angkor Tapınakları yazısıyla anlatmış Angkor’u. (Not: çömez falan değil…) (http://birtur.blogspot.com.tr/2012/02/siem-reap-angkor-tapnaklar.html)

- Melih Eriş ve Füsun Z. Uzunoğlu tecrübelerini paylaştıkları Güneydoğu Asya isimli sitelerindeki yazıda Angkor hakkında önemli bilgiler vermişler; Angkor Wat Bölgesi. (http://www.guneydoguasya.com/?pnum=44&pt=Angkor%20Wat%20B%C3%B6lgesi)

- Zeynep ve Urun Gezmeden olmaz isimli sitelerinde Angkor'dan söz etmişler; Kamboçya Gezisi ve Kamboçya'nın Acı Tarihi. (http://gezmedenolmaz.wordpress.com/2013/11/08/kambocya-gezisi-ve-kambocyanin-aci-tarihi/)

- Sevgili Ayfer ve Onur'un sitelerinden, Ayfer-Onur Seyahatnamesi'nden bol bilgi içeren, rehber tadında bir yazı; Siem Reap. (http://ayferonurseyahatnamesi.com/?page_id=450)

- Açık ara en güzel fotoğraflar ise, bu geziye de birlikte katıldığım sevgili dostum “fotoğrafçı” Mustafa Turgut’un sitesinde; Angkor Vat I Kamboçya albümünde… (http://www.mustafaturgut.com.tr/portfolio/angkor-vat-kambocya/)

- Son olarak turda birlikte olduğum bir diğer dost; Dr. Ümit Kuru’nun Gezekalın isimli sitesinde Angkor’u anlattığı bölüm; Kimerlerin Ülkesi-Kamboçya-Siem Reap. (http://gezekalin.blogcu.com/vietnam-laos-kambocya-gezi-anilari-kambocya-kimerlerin-ulkesi/11999805)

Phnom Bakheng’de gün batımını izledikten sonra Siem Reap’a döndük. Daha önce de dediğim gibi Angkor’u gezebilmek için 1 gün yeterli değil maalesef, ama en azından ben kendi bir günümü iyi değerlendirdim diyebiliyorum.
 
Akşam otele uğrayıp yemek faslının ardından önce Gece Pazarı’na oradan da yine barlar sokağına gittik. İnsan çok sevdiği bir şehirde fazla zamanı olmayınca yorulmak da bilmiyor.
 
Ertesi sabah başkent Phnom Penh’e uçuyoruz…

Yazı dizisinin ikinci bölümü: https://gezimanya.com/GeziNotlari/tarihi-acilarla-dolu-guzel-ulke-kambocya-2-bolumYazı dizisinin üçüncü bölümü: https://gezimanya.com/GeziNotlari/tarihi-acilarla-dolu-guzel-ulke-kambocya-3-bolum

Çağlar Erözgen

Yazar Hakkında

Çağlar Erözgen

Antalya'da yaşayan bir İzmir'li. Hekim. Gezmek için çalışan bir seyahat bağımlısı. Fotoğraf çekmeye pek meraklıdır. Kitap okur, film izler ve naçizane blogunda yazar.