Tuna ve Main Nehri'nde Seyahat: Bamberg

Bamberg, Almanya’nın 2. Dünya Savaşı’nda en az hasar gören şehirleriden birisi. Nüfusu 80 bin civarında. 1993 yılında UNESCO tarafından koruma altına alınmış. Şehir, Main-Tuna Kanalı’nın başlangıç noktasında yer alıyor. 
Bamberg, II. Dünya Savaşı sonrası Amerika’nın işgal bölgesine ait olmuş. Bu nedenden dolayı halen burada 7500 kadar Amerikan askeri bulunmaktadır. Burası, aynı zamanda bir üniversite şehri; şehirde 20 bin civarında öğrenci yaşamakta. Bamberg’te 81 bira üreticisi 200 adet bira çeşidi üretmekte. Bamberg’in en ünlü birasıRauchbier (dumanlı bira)’dır. Kişi başına yılda 300 litre bira tüketimi ile Bamberg, dünyada en fazla bira tüketen şehirlerden biridir. Bosch ve Michelin gibi fabrikaların burada olması da Bamberg’in önemini arttırmaktadır.
 
Bamberg, İstanbul gibi 7 tepe üzerine kurulmuş. Bu tepelerden en yükseği Altenburg Kalesi’nin bulunduğu tepe. 1251’e tarihlenen kalenin kulesinden şehrin panoramik görüntüsü çok güzelmiş. Biz maalesef şehir içindeki güzellikleri görüntülemekten Altenburg Kalesi’ne çıkamadık.
 
Gemimizden inip kısa bir yürüyüş sonrası Maximiliansplatz’a geldik. Buradaki yeni belediye binasını (New Rathaus) ve önündeki meydanda bulunan Maximilliansbrunnen’i fotoğraflayarak, Grüner Markt’a devam ettik.

Grüner Meydanı, halkın buluşma yeri. Ortaçağ havasını yansıtan bu meydan; pek çok restoran, kafe, taze sebze-meyve ve çiçek satan tezgâhlarla dolu. Keyifli, hareketli ve renkli bir meydan burası. Neptün Çeşmesi ve St. Martin Kilisesi bu meydanın iki önemli noktası. Neptün Çeşmesi’nin halk arasındaki adı “Çatallı Adam”. Bu çeşme gençlerin buluşma noktası.

St. Martin Kilisesi 14. yüzyıla tarihleniyor. Biz gittiğimizde içinde restorasyon çalışmaları vardı.

Grüner Mark’tan Lange Strasse’ye geldik. Burası geniş ve uzun bir alışveriş caddesi. Burada kısa bir alışveriş molasından sonra Obere Brücke’ye geldik. Şehri daha iyi anlatabilmek için haritaya baktığınızda, şehrin konumu daha iyi anlaşılıyor.

Regnitz Nehri ve Main-Danube Canal şehrin ortasından geçtiği için şehir üçe bölünmüş durumda. Regnitz Nehri ise “Eski Şehri” ikiye bölmüş. Bu nehir üzerinde yer alan eski belediye binasının hemen üstündeki kısımda nehrin akıntısına karşı baktığımızda, sol tarafta Alter Kanalı bulunmakta ve bu kanal yukarıda Regnitz’e tekrar birleştirilerek ortada küçücük bir ada oluşmuş. Bu ada kısmının alt ucuna yakın, yani Regniz Nehri’nin kanalla ikiye ayrıldığı kısımdaki köprü Obere (yukarı) Köprü ve 30-40 metre aşağısında ise ikinci bir köprü olan Untere (aşağı) Köprü bulunuyor.

Bu iki köprü üzerine sarı-kırmızı resimlerle süslenmiş olan eski belediye binası kurulmuş. Belediye binası içinde Avrupa’nın en büyük seramik koleksiyonu varmış. Porselenlerin dantel gibi işlenmiş olduğunu belirtiyorlar fakat biz bu koleksiyonu göremedik.
 
Belediye binasının üst kısmında, yani adacık tarafında çok güzel bir kule mevcut. Bu kulenin altına geniş bir kemer yapılmış. Karşıya geçiş bu şekilde sağlanıyor. Bu kuleye yapışık, altından Regnitz Nehri geçen ve doğru dürüst bir temeli olmayan sarı renkli “Rottmeisterhauschen” ise çok güzel ve ilginç görünüyor. Bina, yapı izni vermeyen belediyeye karşı protesto amaçlı yapılmış. Küçük adayı eski şehre bağlayan, yani Obere Köprüsü’nden sonraki ilk köprüye gidildiğinde çok güzel fotoğraflar çekilebiliyor.


Grüner Meydanı’ndan yürüyüp Obere Köprüsü’ne girdiğimizde hemen karşımızda kule ve eski belediye binasını gördük. Köprünün hemen başında sağ tarafta başının üst kısmı olmayan metal levha ile yapılmış modern bir büst bulunmakta. Köprünün solunda ise 7-8 metre yükseklikte İsa’nın çarmıha gerilişi ve alt bölümde havarilerini betimleyen güzel heykeli de fotoğrafladıktan sonra, kulenin altındaki kemerden geçip karşı tarafa geldik.

Hemen sağa dönüp Untere Köprüsü’ne giriyoruz. Daha önce bahsettiğim gibi belediye binasının bir bölümü bu köprü üzerinde. Burada yer alan Kraliçe Kunigunde’nin muhteşem heykelinin fotoğraflarını çekiyoruz.

Heykelin karşı tarafında yani Gruner Markt tarafında olan mavi renkli balıkçı ve kayıkçı evi, bunun önündeki ırmakta yer alan sandallar, balkonlardan sarkan renkli çiçekli evler ile burası Küçük Venedik’i andırıyor. Bu sebeple buraya “Little Venice” diyorlar.

Aşağı köprüden ırmağa baktığımızda, burada akıntı bayağı fazla görünüyor. Rafting çalışması yapan sporcuların fotoğraf ve kamera çekimlerini yaptıktan sonra 10-15 dakikalık bir yürüyüşle Domplatz’a geldik. Katedral oldukça etkileyici ve büyük; meydan ise oldukça geniş.

Dom Katedrali (Bamberg Katedrali)’nin hemen yanında Yeni Rezidans, diğer yanında ise eski Piskoposluk Sarayı yer alıyor. Biz zamanımız kısıtlı olduğundan buralara giremedik, ancak Eski Piskoposluk Sarayı’nın taç kapısı ile Dom
İmparatorluk Giriş Kapısı Maison Forte’nin görülmeye değer olduğunu, kemer içindeki figürlerin mahşer gününü ifade ettiğini okumuştuk. Yeni Saray (Neue Rezidans) ise 1695-1709 yıllarında yapılmış olup, tavan süslemeleri ile görülmeye değermiş. Günümüzde tarih ve resim müzesi olarak hizmet veriyormuş. Ayrıca iç avludaki gül bahçesinin çok güzel ve görülmeye değer olduğunu da okumuştuk.
 
Dom (Bamberg) Katedrali’ni detaylı bir şekilde gezmeye başladık. Gezdiğimiz yerlerde Türkçe broşürlere alışık olmadığımızdan, katedraldeki Türkçe broşür bizi çok mutlu etti. Katedral 1012’de İmparator II. Heinrich tarafından yaptırılmış ve iki kez yangın geçirmiş. 1237’de kullanıma açılmış. İç mimarisi 17. yüzyılda Barok stiline göre düzenlenmiş. 1828-1837’de bu düzenleme yerini yeni Romanesk bir düzenlemeye bırakmış.
 
Katedralin en tanınmış sanat eseri, 1235’te bilinmeyen bir usta tarafından yapılan ve onurun timsalini betimleyen at üstünde bir süvari heykeli. Süvarinin kimliği bilinmiyor, ancak II. Heinrich’in kız kardeşi Gisela ile evli olan Macar kralı Stephan olduğu tahmin edilmekte. Heykelin kaidesi Kudüs şehrini simgeliyormuş.

Katedralin içindeki en ilgi çekici bir diğer nokta da II. Heinrich ile eşi Kunigunde’nin mezarı. Bu mezar 1513’te yapılmış. Kabrin üst kısmında imparator ve eşinin kabartma heykelleri yatar pozisyonda yer alıyor. Kabrin yan taraflarında ise 5 ayrı bölümde kabartmalarla çiftin yaşamlarından kesitler betimlenmiş. Burada; Aziz Heinrich’in böbrek taşı hastalığının iyileşmesi tasviri, imparatorun ölümünden sonra ruhunun tartımı tasviri, imparatorun eşi Kunigunde’nin huzurunda ölümü tasviri, imparatoriçenin Stephan Kilisesi’nin inşasından hoşnutsuzluğunu belirten tasvir, imparatoriçenin saban demiri denemesi tasviri yer almakta. Katedral içinde en ilgi çeken nokta burası diyebilirim. Kabrin fotoğrafını çekmek için merdivenle yukarı çıkabilirsiniz.

Ayrıca katedral içinde Bamberg’in II. Episkoposu Suitger’in kemiklerinin bulunduğu papa mezarı yer almakta.

Tahta oyma işçiliği ile yapılmış olan Noel Altarı, Hz. İsa’nın doğumunu simgeliyor. Katedral içinde Âdem, Havva, Davut gibi pek çok heykel de yer almakta.
 
Hz. İsa’nın çarmıhından kalan çivinin olduğu Çivi Şapeli’ne geliyoruz. Çivi burada, el sürülen bir kutsal emanet olarak sergilenmekte. Ancak biz gittiğimizde şapel kapalıydı.
 Katedralden çıktıktan sonra Bamberg’in ünlü dumanlı birası (Rauchbier)’nın tadına bakıyoruz. Bu şehirde bira tüketimi kişi başı günde 1 litreymiş.

Pek çok Alman kasaba ve şehrinde gördüğümüz ferforje tabelalar burada da var; işte bir bebek mağazasının tabelası… Çok şık değil mi?

Bamberg, masal gibi bir şehir… Ortaçağ’dan kalma binaları, daracık sokakları, pencerelerinden sarkan çiçekleri ile sizi kendine çekiyor.

Nihayet gemimize geldik. Saat 21.00’de hareket ederek, Nurnberg’e doğru yola çıktık.