Göksu Köksoy: “Brooklyn’e adım attığınızda genç insanların yarattığı havadan etkilenmemek mümkün değil”

Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
1990 İstanbul doğumluyum. İstanbul Erkek Lisesi’ni bitirdikten sonra üniversiteyi Münih’te okumaya karar verdim. 4 sene mimarlık lisans eğitiminden sonra küratörlük ağırlıklı mimarlık yüksek lisansına başladım. Gezi kültürümde ailemin her zaman çok büyük etkisi oldu. 7 yaşımda onlarla ilk gezime çıktığımı hatırlıyorum, sonrasında ise 14 yaşından itibaren onlarsız gezmeye başladığımı. Her zaman fotoğraf çekmeyi çok sevdiğimi biliyorum. Benim için fotoğraf makinesinin günlük dışarı çıkışlarımda bir uzuv haline gelmesi ise 3 sene önce ilk profesyonel kameramı almam ile başladı. Mimarlık eğitimimin bakış açımın değişmesinde büyük etkisi oldu. Yüksek Lisans eğitimimi yönlendirdiğim müze / sanat ise şu anki en büyük hobim ve işim. Eğitimin yanında Moderne Pinatothek’teki Architektur Museum’da çalışmaktayım.

Göksu Köksoy: “Brooklyn’e adım attığınızda genç insanların yarattığı havadan etkilenmemek mümkün değil”

Son birkaç yıldır mimarlık eğitimi için yaşadığınız Münih’i anlatır mısınız, öğrenci olarak Münih’te yaşam nasıl?
Münih benim başından beri Almanya’da en çok yaşamak istediğim şehirdi ve dolayısıyla Münih Teknik Üniversitesi’nden kabul alarak buraya taşınmak bu hayalimin gerçekleşmesini sağladı. Münih oldukça homojen bir mimari dokuya ve insan profiline sahip. Bunun, şehrin inanılmaz güvenli olması gibi güzel tarafları olsa da bazen İstanbul’dan gelmiş olmanın verdiği enerjiyi şehirde bulmak istiyorsunuz ama bulamıyorsunuz. Münih Almanya’nın en pahalı şehri ve ev bulmak oldukça zor. Sanırım bir öğrenci için burada yaşamanın en zor kısmı bu. Oktoberfest’i, Weihnachtsmarkt’ı, Englicher Garten’ı, yazın biranızı alıp Isar Nehri kenarında oturmayı ise başka hiçbir şehirde bulabileceğime inanmıyorum. 
 
Göksü ve Amir çifti olarak seyahatlerinizin hayatınızdaki yeri nedir?
Çift olarak en büyük lüksümüzün gezmek olduğunu söyleyebilirim. Vakit bulduğumuz her an Avrupa’da kolay seyahat edebilme olanaklarından yararlanarak geziyoruz ve fotoğraf çekiyoruz. Gezmek, yeni yerler keşfetmek Münih’teki gündelik öğrenci hayatının yıpratıcılığından kopabilmek için çok güzel bir fırsat sunuyor. Birimiz İstanbul Erkek’li birimiz Alman Lise’li olarak İstanbul’un kalbinde okumuş olmamıza rağmen İstanbul’a yani eve her dönüşümüzde gezecek yeni yerler bulma arayışına giriyoruz. Yeni mekânlar, özellikle kafeler gezilerimizin önemli bir kısmını oluşturuyor. Gittiğimiz şehirlerden aldığımız oraları hatırlatacak birkaç hatıra hariç hiç alışveriş odaklı gezmediğimizi söyleyebilirim. Gitmeden kesinlikle o şehri çok iyi çalışıyoruz. “Off the beaten path” kavramı öncelikli oluyor. Google Maps’te hazırladığımız haritamızı basıp yola çıkıyoruz.

Göksu Köksoy: “Brooklyn’e adım attığınızda genç insanların yarattığı havadan etkilenmemek mümkün değil”

Şimdiye kadar birlikte hangi ülkeleri gezdiniz?
Birbirimizden ayrı gittiğimiz ülkeler hariç; Fransa, İtalya, Amerika, İngiltere, Yunanistan, Çek Cumhuriyeti, Avusturya, İsviçre’ye gitme şansımız oldu.
 
Blogunuzda gördüğümüz kadarıyla bir bucket list’iniz var, bu liste nasıl oluştu? Gidilen yerlerin üstünü çizdikçe oluşan hissin tarifi nedir? : )
Bu liste benim çocukluğumdan beri babamla üzerinde konuştuğumuz, gitmeyi hayal ettiğimiz yerlerden oluştu diyebilirim. Ben gün geçtikçe üzerine birkaç hedef daha ekledim. Peru, Küba, Kamboçya gibi ülkeler babam ile hayalini kurduklarım. Üzerini çizmek duygusu dünyada en çok yapmak istediğim şey olan “mümkün olduğunca çok yer gezip çok yer görmek” kavramına bir adım daha yaklaştığımı hissettiriyor.

Göksu Köksoy: “Brooklyn’e adım attığınızda genç insanların yarattığı havadan etkilenmemek mümkün değil”

Bugüne kadar gittiğiniz yerler arasında favoriniz neresi oldu?
New York’un özellikle Brooklyn’in benim için çok farklı bir yeri var. Gittiğim zaman ya da fotoğraflarına baktığım zaman kendimi çok mutlu hissediyorum. Mimari açıdan beni çok etkileyen bir dokusu var. Brooklyn’e adım attığınızda genç insanların yarattığı yaratıcı havadan etkilenmemek mümkün değil.
 
Mesleğinizin mimar oluşu rotanızı çizerken etkili oluyor mu? Özellikle mimari açıdan nerelerin mutlaka görülmesini tavsiye edersiniz?
Çok sevdiğim mimarların gideceğim şehirde eserleri olup olmadığına kesinlikle bakıyorum. Başımdan bu konuda garip şeyler de geçti. New York’ta Mies van der Rohe’nin derste taze gördüğüm Seagram binasını gezmek için kapıdan adım attığımda güvenliğin beni 100 metre öteye itelediğini hatırlıyorum. Girip gezebildiğim en güzel örnek ise Prag’daki Adolf Loos’un Villa Müller’i. Tam bir mimari labirent. Minimal şeylere olan sevgim ancak İtalya’da yok oluyor. Modernizm’den tekrar Rönesans’a geri dönüş yapmam gerekliliğini hissediyorum.

Göksu Köksoy: “Brooklyn’e adım attığınızda genç insanların yarattığı havadan etkilenmemek mümkün değil”

Fotoğraf çekme aşkınızın büyük olduğunu belirtiyorsunuz, fotoğraf çekerken en keyif aldığınız ülke neresiydi?
Bazen doğayı bazen ise mimariyi fotoğraflamaktan çok zevk aldığımı hissediyorum. Doğanın zirvesi benim için her zaman İsviçre oldu. Dağları ve gölleri, gün ışığı ya da kar ile birleştiğinde inanılmaz görüntüler ortaya çıkabiliyor. Mimarlık tarihinin her bir anını fotoğraflamak istediğimde ise İtalya en güzel yerlerden biri. Sicilya’nın dokusu ise bambaşka.

Kudüs deneyiminizden bahseder misiniz? Kudüs geziniz hakkındaki düşünceleriniz neler?
Kudüs, New York ile birlikte beni en çok etkileyen şehir. Kaldığım süre boyunca insanların her ayrıntısını incelediğimi hatırlıyorum. Mistisizm her sokakta kokusunu aldığınız tek şey. Şehrin sokaklarında kaybolma hissini bu kadar sevdiğim olmamıştı. Kesinlikle bir daha gitmek istediğim bir yer.

Göksu Köksoy: “Brooklyn’e adım attığınızda genç insanların yarattığı havadan etkilenmemek mümkün değil”

Gezi deneyimlerinizi paylaştığınız websitenizin adresini bizimle paylaşır mısınız?
Tabii ki: From Das Egg | Off The Beaten Path Travel