Neden Seyahat Ederiz?

Seyahat etmek bir lüks mü? Yoksa ihtiyaç mı? Bu sorunun cevabı belki kişiden kişiye değişir ama bence kesinlikle bir ihtiyaçtır. Ancak seyahat etmeyi sadece bir yerden başka bir yere gitmek olarak görmemek gerekir. İnsanın gerçekleştirdiği en büyük seyahatler önce zihinde başlar. Karl Jaspers, felsefeyi yolda olmaktır diye tanımlamıştır. Elbetteki buradaki kasıt sonsuzluktur. Başı ve sonu olmayan yollarda kafamızda onlarca düşünceyle günden güne ilerliyoruz diyemeyeceğim ama döneliyoruz.

Seyahat bazen bir kaçış bazen de bir varıştır. İnsanın içinde bitmek tükenmek bilmeyen arayışın dışavurumlarından biri olarak da tanımlanabilir. İnsanı illaki birşeylerin kaçışa itmesine de gerek yok bazen insan kendinden de kaçabilir. Yeni yerler keşfetmek, yeni insanlar tanımak, yeni lezzetler, yeni sokaklar, yeni kültürler… Peki neden? Merak. Evet hepimiz merak ederiz çünkü içimizde bitmek tükenmek bilmeyen bir arayış var. Sebepsiz. İçimizdeki arayış hissi Yunan mitolojisinde ‘insanın diğer yarısını araması’ olarak tanımlanmıştır. Mecazi olarak diğer yarısı değil aslında inanışa göre Zeus insanları bir sebepten yarıya bölmüştür. Bundan dolayı da diğer yarımız bizi tamamlar ve onun eksikliğini hissederiz. İşte belki de bütün mesele budur diğer yarımızı aramak.
 
Öyle olmasa bile dini inanışlarda yollara düşen aşıklar hep varolmuştur. Bunun sadece İslam dinine özgü olmadığı bir gerçek, Hıristiyanlık’tan gelen bir münzevi hayat, kesiş hayatı; İslam’da da yer edinmiştir. Sufi yahut derviş denilen kimseler de İslam tasavvufu adına bu rolü yerine getirmişlerdir. Onlar kendi arayışlarını yaratıcıya atfederler. Uzun çilelerin ardından erilen sonuç dışarıda aranılanın içeride olduğudur. Belki bugünkü gezginler bir derviş yahut sofu değiller ama muhakkak ki aynı yoldan geçtikleri aşikar.
 
Saatler süren yolculuklarda, bazen bir tren camında, bazen otobüs, uçak yahut direksiyon başında neler düşünürüz? Kendimizle baş başa kaldığımız bu kıymetli dakikaları nasıl harcarız? İşte seyahatin en sevdiğim kısmı budur. Yollarda geçen zaman. Ve o an hayallerimde yaptığım yeni keşifler… Hayır memleket meseleleri, borçlar yahut diğer sıkıcı konular ilgilendirmez beni o dakikada. İlgilendiğim tek şey o an yaşadığım olur.
 
Seyahat planlarını kafamda yaparım ancak onlara hiç de sadık kalmış değilim. Gerçekten de yeni bir şehirde kaybolmak gibisi var mıdır? Kendini bulmanın bundan daha iyi bir yolu olduğunu düşünmüyorum. Dilini bilmediğin bir şehir, yeni bir kültür ama dünyanın her yerinde yüzler aynı değil mi? Üzgün bir insanı doğuda da batıda da değiştiren şey nedir? Hiçbir şey. Bu noktada dünyanın bir bütün olduğunu, insanlığın bir bütün olduğunu, sınırları, çizgileri kendimiz oluşturduğumuzu söylemek isterim. Ve bir gerçek ki her şehrin bir ruhu var. Ona kulak vermek gerekiyor.