Uzayın Kenarından

Stratosfer’den selam getirdim...

İÇİMDEKİ BEN “GİT” DEDİ
Timur Özkan

Haziran 2014, Moskova

“Havaya atılacak paran var mı” diye sordu, içimdeki ben.

Yıllardır gezerim. Edirne’den Ardahan’a Türkiye’yi, Alaska’dan Miami’ye Amerika’yı, Kaliningrad’dan Kamçatka’ya Rusya’yı, Lâponya’dan Ümit Burnu’na dünyayı gezdim. Avustralya’ya, Yeni Zelanda’ya da gittim, Antarktika’ya da...

Gezdikçe küçüleceğini söylerler, oysa gezdikçe büyüyordu dünya…

İşte “benim sorum” da tam olarak buydu: Ne kadar büyük?

Ülke ülke, kent kent geziyordum. Bugüne kadar 150’den fazla ülkede 400 civarında kent gezmiş, hepsinden önemlisi dünyanın yedi kıtasında da ayak basmıştım ve hala dünyanın ne kadar büyük olduğunu kavrayamamıştım.

Böyle olmayacak, yukardan bakmak gerek diyordum. Ne zaman nasıl olacak bilmiyordum ama mutlaka yukardan da görmeliydim. Kısacası dünyayı gezmek yetmiyordu.

İçimdeki ben böyle diyordu. Üstelik artık zor değildi. İnsanoğlunun uzayın kapısını araladığı tarihten bu yana 50 yıldan fazla bir süre geçmişti. İlk uzay gezginleri çoktandır gidip gelmeye başlamışlardı. Gerçi milyon dolarla ifade edilen rakamlara mal olan bu yolculukları yapmak herkesin harcı değildi. Ancak dünyaya yukardan bakmanın bedeli giderek azalıyor; uzayın kapıları yavaş yavaş astronot, kozmonot, taykonot vb. bir unvan taşımayan uzay turistlerine de açılıyordu.

Tam da bu zamanda sordu, içimdeki ben; “Havaya atılacak paran var mı?”. Nereye atmıyorduk ki paraları; ev, araba, yeni ev, yeni araba... Hepsi bu dünyada kalmayacak mıydı?

“Peki, ne kadar?” diye sordum, korkarak. “25 bin” dedi içimdeki ses! “25 bin ne?” dedim; TL mi, Dolar mı? Avro mu? TL değildi ama Avro da değildi, 25 bin Dolar ödeyerek dünyayı yukardan görebilir, merak ettiğim sorunun yanıtını alabilirdim.

“Tamam” dedim, bir yazlık parası bile değil! Yazlığım olmayıversin. Zaten hiçbir zaman, her sene aynı yere tatile gitmek gibi bir hayalim olmamıştı...

Yeni nesil uzay gezginleri

25-30 milyon Dolarlara mal olan ve bir hafta süren uzay yolculuklarına alternatif olarak geliştirilen ve 100 bin Dolara gerçekleştirilebilecek uzay gezileri için yeni nesil uzay turistleri gün sayıyordu. Henüz test aşamasındaki bir roket vasıtasıyla yeryüzünden 100 kilometreye çıkılması öngörülen bu turlarda Karman Hattı’nın aşılması (veya ulaşılması diyelim) planlanıyordu.

Ekvator, Sıfır Meridyen Çizgisi veya Kuzey Kutup Dairesi’nin üçüncü boyuttaki benzeri bir sanal çizgi olarak tarif edebileceğimiz Karman Hattı’nın turistler tarafından da aşılacağı günler yakındı. Yakındı ama ilan edildiğinden bu yana her sene ertelenen turlar bir türlü başlayamamıştı. (Aralarında bu satırların yazarının da olduğu dünyadan 100 kadar gönüllünün sırasını beklediği bu gezilerin şimdilik 2015’te başlaması planlanıyor...)

Uzay gezginlerinin roketle 100 kilometreye çıkacağı yolculuklar henüz başlamamıştı ama özel donanımlı uçaklarla 20-22 kilometreye çıkmak mümkündü ve bugüne kadar 400 civarında dünyalı, yaşadığı dünyayı yukardan görmüştü.

100 kilometresi 100 bin, 20-22 kilometresi 25 bin hesabıyla, kabaca kilometresi 1000 Amerikan Doları’na mal olacak bu geziler; bu açıdan bakınca pahalı sayılmayabilir ve bu paralar havaya atılabilirdi. Bu yolculuğu gerçekten isteyen biri -bilinen deyimin tam anlamıyla- parasını havaya atabilirdi.

Ben istiyordum.

Ancak kilometre üzerinden yapılan hesaba göre “havaya atılabilir” görünen bu rakamlar süre hesabıyla asla “havaya atılamayacak” kadar çoktu. Çoktu, çünkü bu yolculukların en çok 45 dakika sürmesi öngörülüyordu. Hatta biraz sonra anlatacağım, benim tercihim olan yörüngesel uçuşlar dikine havalandırma gerektirdiği ve uçaklar böyle dik uçuşlarda daha çok yakıt harcadığı için bizim yolculuğun süresi 35-40 dakikaya ve hatta yarım saate kadar düşebilirdi.

Hayatım boyunca aklının sesini dinleyen ‘ben’ ile “kalbinin sesini dinle” diyen ‘içimdeki ben’ karşı karşıyaydık. Bu kadar kısa bir süre için bu para verilir miydi?

Ağustos 2014, Nijni Novgorod, Rusya

Açıkça söylemek gerekirse, nasıl karar verdim, ne zaman karar verdim, işin parasal boyutu bir yana bu cesareti nasıl gösterdim hatırlamıyorum. Kendimi, Rusya Federasyonu’nun bir zamanlar yabancılara kesinlikle yasak Nijni Novgorod kentindeki Sokol Hava Üssü’nün kapısında bulduğumda; ben kararımı çok önceden vermiştim.

Burada (hepsi de MİG 29 uçaklarıyla olmak üzere); 25 ve 45 dakikalık hava akrobasisi uçuşları, akrobasi ile birlikte 20-22 km yüksekliğe çıkılan 45 dakikalık “uzayın kenarı” uçuşu ve gene aynı yüksekliklerde ve gene 45 dakikada gerçekleştirilen “alt yörüngesel eğitim uçuşu” olmak üzere farklı programlar sunuluyordu.

Şimdiye kadar yaptığım uçak yolculuklarını hatırladığımda Nazca çizgilerini görmek için havalandığımız küçük uçak bir çeşit akrobasi deneyimi sayılırdı. Türkmenistan’ın başkenti Aşgabat’tan Çarçöv kentine, Belize’den Guatemala’ya da çok küçük uçaklarla uçmuştum. Bir defasında yer bulamadığım için pilot kabinde yaptığım Kırım-Kiev yolculuğunda da adrenalim az yükselmemişti. Bunların haricinde, 10 bin metrelerde gerçekleşen (aralarında ciddi türbülans yaşadığım birkaçı dışındaki) tüm hava yolculuklarımın olağanüstü bir tarafı yoktu.

Şimdi durum farklıydı. İşin akrobasi, adrenalin tarafı beni ilgilendirmiyordu. Mümkün olduğu kadar yükseğe çıkmalı ve dünyamızı olabildiğince yüksekten görmeliydim. Normal uçuş yüksekliğinin kabaca iki katına çıkacak; atmosferin, dünyaya en yakın katmanlarından 6-20 km kalınlığındaki Troposfer tabakasını geçecek ve Stratosfer’e çıkmış olacaktım. (*)

Heyecan büyük

Güvenlik soruşturması vb. işlemler uzun sürdüğü için rezervasyonu yaptırıp parayı ödedikten sonra tam 65 gün beklemek gerekiyordu. Yakınlarımı telaşlandırmamak için ve biraz da sürpriz olsun diye kimseye haber vermemiştim. Büyük bir heyecanla ve sabırsızlıkla geçen iki aydan sonra geldiğim Nijni Novogorad’da (beni Moskova’dan getiren Ahıksa Türkü şoförüm Bahadır’ı saymazsam) yalnızdım.

Rehberim İrina, saat 8.30’da beni otelimden aldığında, gezginlik kariyerimin bu en tarihi gününe yalnız başlamıştım. İlk bilgileri Türkiye’yi iyi tanıyan ve bir başka Türk yolcuya da rehberlik yapmış olan İrina’dan alıyorum. Kendisi iki defa Antalya’da tatil yapmış, Türk yemeklerini unutmadığını falan anlatıyor ama benim aklım biraz sonra yapacağım uçuşta tabii.

Yedi yıl önce başlamış bu uçuşlar, yaz aylarında daha çok olmak üzere ortalama haftada bir (bazen günde iki) uçuş gerçekleşiyormuş. Katılanların çok azı benim tercihim olan suborbital tura katılıyormuş. İrina en çok 17-18 km’ye çıkabileceğimizi, kesin kararı pilotun vereceğini, turistlerden 20 km’yi geçen olmadığını söylüyor. 20 km’yi geçmeyi hayal ederken bu durum bana kötü bir sürpriz oluyor ama 2-3 kilometre pek de fark etmez deyip üzerinde durmuyorum. Zaten heyecandan ve yoğun tempodan bunları düşünecek halim de pek yok.

Önce sağlık kontrolü, arkasından kısa bir brifingi takiben özel giysilerimi giyiyorum. Brifinge geçmeden not etmem gereken bir ayrıntı daha var. İlk ölçümde tansiyonum yüksek çıktığı için neredeyse uçamamam söz konusu olabilecekken, biraz dinlendikten sonra yapılan ikinci ölçümde normale yaklaşıyor ve doktor gerekli kâğıdı imzalıyor.

Bu arada tüm hazırlıklara nezaret eden pilotum Sergey ile tanışıyoruz. Kendisi buradaki üç test pilotunun şefi ve pek çok kez Stratosfer’e çıkmış. Elbisemi giydiren ayrı, emniyet kemerini bağlayacak olan ayrı, geri planda görevli ambulans vs. dâhil yaklaşık 100 kişinin bu organizasyonda görev yaptığını söylediler. Şansıma şef pilotla uçacağız. Heyecanım giderek artıyor.

Basınca dayanıklı özel giysinin giyinmesi başlı başına bir iş. Görevlinin yardımıyla içliklerden başlayarak giyim faslı tamamlandığında sıra başlığa geliyor. Başlığın en önemli kısmı olan oksijen maskesinin nasıl takılacağı, ne zaman ve nasıl gevşetilebileceği tekrar tekrar anlatılıyor. Son olarak giydiğim tulum üzerine pilot olarak adım yazılmış, Rusya’nın bayrağı ve hava üssünün logosu yerleştirilmiş ama Türk bayrağı olmadan olmaz deyip yanımda getirdiğim küçük bayraklardan birini tulumun göğsüne diğerini başlığımın kenarına yapıştırmalarını istiyorum. Göğsümdeki tüm denemelerime rağmen birkaç kez düşüyor, başlıktakinin uçuş sonuna kadar kalıp kalmadığını bir hafta içinde gönderecekleri video görüntülerini izlediğimde anlayabileceğim.

“Kuşumuz Bu”

Daha sonra uçağın yanına geldiğimizde deyim yerindeyse müzelik bir uçağın beni beklediğini görüyorum.  “Kuşumuz bu” diyor Sergey, “kaç yaşında” diyorum, “henüz 22” yanıtını aldığımda “ben ne yaptım” diyorum ama artık çok geç.

Bir yandan her aşamada olduğu gibi burada da fotoğraflarımız çekilirken önce adet olduğu üzere pilotla beraber uçağın etrafını gezip son kontrolleri yapıyoruz. Sonra demir merdiveni tırmanıp, kabine yerleşiyorum. Koltuk, başlıktan da önemli, gerektiğinde otomatik hava fırlayacak ve paraşütle aşağı inecek şekilde tasarlanan koltuğa bir görevli beni bağlayıp, oksijen ve ses bağlantılarını ayarlarken bir diğeri tüm uçuşu kaydedecek kameraları (ikisi karşımda, birisi başlığımda) yerleştiriyor.

Moskova’da rezervasyon yaptığım acentenin sahibi Vasili de her aşamayı yakında izliyor ve fotoğraflıyor. Uçuştan önce pilot Sergey tüm bağlantıları kontrol ediyor, birbirimizle nasıl konuşacağımızın provasını yapıyor. En önemlisi ise tırmanış esnasında karşılaşacağım yüksek basınca dayanmam için nasıl oturmam gerektiğini anlatıyor.

Açıkçası o an sorsalar belki de vazgeçerdim ama iyi ki sormadılar, vazgeçseydim ömür boyu pişman olacağıma eminim.

Nihayet büyük an geliyor. Hatırladığıma göre saat 11.00 civarı piste çıkıyoruz. Başlangıç olarak yolcu uçaklarına benzer bir şekilde pist başına gidiyoruz. Sonra her şey hızlanıyor. Son tahlilde bir depo yakıtımız var ve bu yakıt tükenmeden Stratosfer’e tırmanacağız, sesten hızlı uçacağız. İsteğe bağlı olarak -en basitlerinden- seçtiğim akrobatik maveralardan bazılarını gerçekleştireceğiz.

1-2 dakika içinde hızımız 850 km/h’e ulaşıyor ve bir anda 80 derece açıyla tırmanmaya başlıyoruz. Bu esnada oluşan ve bütün tembihlere rağmen dik durmamı engelleyen basıncın büyüklüğünün 8,7 G olduğunu uçuştan sonra verilen sertifikadan öğreneceğim. (İnsan vücudunun dayanabileceği maksimum değer 9!) Bu esnada boynumda başlayan (biraz boyun tutulmasına benzeyen) ağrı, bu notları yazarken uçuşun üzerinden 24 saat geçmiş olmasına rağmen devam ediyor.

Böylece tırmandığımız 12 km yükseklikte (yolcu uçaklarından biraz yukarıda) bir süre yatay seyrediyoruz. Daha sonra motor tekrar tam gaz yapıyor ve sesten hızlı uçuşa geçiyoruz. Bu esnada hızımız 1,7 Mach olarak görünüyor. (Mach, yüksekliğe bağlı değişken bir katsayıya göre hesap edilen bir hava sürati birimi olup 1,7 Mach, bu yükseklikte 1820 km/h’e karşılık geliyor.)

Üzerimdeki basıncı değil ama yüksekliği, sürati, yan açıyı vs. ben de göstergelerde ve uçağa sonradan eklendiği anlaşılan dijital bir ekranda takip edebiliyorum. Gene ekrandaki ve sertifikamdaki rakamlara göre 16,7 km yüksekliğe ulaştıktan sonra pilot motoru kapatıyor ve serbest inişe geçiyoruz. Her aşamada bilgi veren Sergey sürekli iletişim halinde olmamızı istiyor. Deneyimli test pilotu böylece benim direncimi takip etmiş oluyor. Stratosfer’den tek hatırladığım gökyüzünün renginin artık mavi değil lacivert ve hatta siyah olduğuydu.

Birkaç dakika sonra tekrar Troposfer’e dönerken bu defa 2,3 G kuvvetinde olan ve daha kolay atlattığım ikinci bir yüksek basınç deneyimi daha yaşıyorum. 12-13 km’lerde artık ses hızının altına düşüyoruz.

Bundan sonra yolcunun sağlığı, hava koşulları ve kalan yakıt miktarına göre (daha önce belirlenen) akrobatik hareketlere geçiliyor. Benim asıl amacım dünyayı yukarıdan görmekten ibaret olduğu için bu hareketlerle ilgilenmiyorum ve yan yatmak (kanat üstü uçuş) vb. birkaç tanesiyle yetiniyorum.

Artık iniş zamanı, yolcu uçaklarına benzer bir şekilde piste yaklaştığımız ve hatta tam teker koyacağımızı beklediğim bir anda yeniden yükseliyoruz. Sergey, bu programı sürpriz bir alçak-pas geçiş ile tamamlıyor.

Birkaç dakika gibi geçen yarım saatten biraz fazla süren programın sonunda yere indiğimizde, tüm ekip aşağıda bekliyor. Tebrikleri takiben soyunma odasında üstümü değiştirdikten sonra davet edildiğim pilot odasında alkışlarla sertifikamı alıyorum.

Boynumdaki ağrı devam etmekle birlikte -programa dâhil- hava üssünün müzesini gezmeden ayrılmak istemiyorum. Müze herkesin ilgisini çekmiyor olmalı ki açtırmaları biraz zaman alıyor. Bu fabrikada üretilen İ, XAİ, LAG, LA ve MİG 15...29 modellerin maketlerinin sergilendiği ve ayrıca fabrikanın 1932’de başlayan kuruluş öyküsünün tarihi fotoğraflarla anlatıldığı müze ziyaretiyle Nijni Novgorod gezim son eriyor.

Öte yandan sadece bir endüstri kenti değil aynı zamanda tarihi ve mutlaka görülesi bir kent olan Nijni Novgorod’un gezilecek görülecek yerleri ayrı bir yazının konusu olsun...

Beş gün sonra...

Artık omzum iyileşti. Stratosfer deneyimi geride kaldı. Hayat devam ediyor. THY’nin Boeing 737-800’ü ile Moskova’dan Ankara’ya dönüyorum. Sanki bir uçakta değil şehirlerarası otobüste yolculuk yapıyorum. Konforumuz iyi ama yol bir türlü bitmiyor, çok mu yavaş gidiyoruz bana mı öyle geliyor anlayamıyorum. Ayrıca dümdüz gidiyoruz, hiç mi manevra yapmaz bir uçak? Bu arada pilot bilgilendirme anonsunu yapıyor. “11 bin metre yükseklikte, saatte 800 km hızla...” uçuyoruz. Camdan bakıyorum, “yavaş” olduğumuz gibi yere de çok “yakın” uçuyor gibiyiz! Stratosfer yolculuğundaki yüksekliğimizi, süratimizi ve yaptığımız manevraları hatırlıyorum. Sanıyorum artık (bir seferinde ciddi olmak üzere birkaç kez denk geldiğim için iyi bildiğim) türbülans sözcüğü benim lügatimden silinmiştir.

Nasıl gidilir, kimler gitmiş?
MİG 29BU’larla gerçekleştirilen bu uçuşları biri Amerika’da (Incredible Adventures) ve ikisi Rusya’da (Vegitel ve Country of Tourism) olmak üzere dünyada sadece üç firma organize ediyor. (Ayrıntılı bilgi internette var.) Benzer bir uçuş Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Cape Town kentinden de gerçekleştiriliyor. 18000 USD’den başlayan fiyatlarla ve 26 yıllık English Electric Lightining uçaklarıyla yapılan uçuşlar 50 dakika sürerken 20 kilometre yüksekliğe kadar çıkılabiliyor.

Ulaşabildiğim bilgilere göre; Türkiye’den daha önce dört kişinin katıldığı bu uçuşların ilk Türk yolcuları, Mart 2012’de Country of Tourism ile uçan Elif Taştan ve Akıner Özdilek olmuş. Vestel’in ”Ne Kadar Hızlısın” yarışmasının ödülü olarak akrobatik uçuş yapan Özdilek ve Taştan’dan sonra aynı yıl Eylül ayında uçan Durmuş Döven Stratosfer’e çıkan ilk Türk olmuş. Döven, tesadüfen benim de kayıt yaptırdığım Vegitel ile uçmuş. Moskova’da faal Vegitel’in sahibi Vasili Popov, bugüne kadar 200 kişiye servis verdiklerini, bunlardan sadece beş kadarının benim de tercih ettiğim alt yörüngesel eğitim uçuşunu gerçekleştirdiğini belirtti. Daha çok akrobatik uçuşların tercih edildiğini söyleyen Popov’a göre; oran diğer firmalarda da aynı olmalı ve sonuç olarak dünyada bu uçuşu gerçekleştirenlerin sayısı (kesin olmamakla birlikte) 15’den fazla değil. Bu rakamları teyit eden İrina’dan adını öğrendiğim son Türk yolcu Murat Hakan Ertuk’un hangi firmayla geldiğini, akrobasi mi yaptığını yoksa Stratosfer’e mi çıktığını öğrenemediğim için benim Stratosfer seyahatimin Türkiye’nin ikinciliği mi, üçüncülüğü mü olduğunu henüz bilemiyorum. Zaten bu pek de önemli değil. Önemli olan dünyanın yukardan “başka” göründüğü. Ancak şu da bir gerçek ki bu kadar yükseklikten dünya yuvarlağının küçük bir kısmı algılanabiliyor. Tamamını görmek için 100 km’lik uçuşların başlamasını beklemek gerekiyor.

(*) Atmosferin yeryüzüne temas eden en alt katmanı olan Troposfer’in kalınlığı, sıcaklık farklarından ve merkezkaç kuvvetinden kaynaklanan nedenlerle Ekvator üzerinde 16-17 km, 45° enlemlerinde 12 km ve kutuplarda ise 9-10 km olarak hesaplanmaktadır. Buna göre, 56 kuzey paralelinde yer alan Nijni Novgorod için Stratosfer’in 11 kilometrelerde başladığı kabul edilebilir.

TİMUR ÖZKAN

Yazar Hakkında

TİMUR ÖZKAN

1957 yılında Ankara’da doğdu, 1981’de Ankara Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi, Mimarlık Fakültesi’nden mezun oldu. Türkiye’de ve yurt dışında çeşitli şantiyelerde çalıştı.