Vahşi Doğada İki Dost: Kartal ve Salburuncu

Göğe uzanan dağlar ülkesi” Kırgızistan el değmemiş doğasıyla olduğu kadar dünyanın en büyük göçebe nüfuslarından birini barındırmasıyla da değerli bir coğrafya. Bugün modern yaşamın yaygınlaşmasıyla birlikte göçebelik görece olarak yarı zamanlı bir hale gelmiş olsa da Kırgızistan’da halen güçlü bir göçebe kültürü olduğunu söylemek yanlış olmaz. Başkent Bişkek’ten ta Çin sınırına kadar size sağ tarafınızda eşlik eden Tengri Dağları dekorunuz olduğunda etrafınız da bu kültürün izleriyle dolmaya başlıyor. Özellikle de o dağlara doğru gitmeye karar verip yaylalara ya da Son Kul gibi 3.000 metre üzeri coğrafyalara doğru yol alırsanız koyun ve keçi sürülerine, onların göçebe çobanlarına, tüm özgürlüğüyle koşan yılkı atlarına ya da göklerde süzülen kartallara rastlamanız çok olası.

İşte bu göçebe kültürün izleri sizi yalnızca dağlarda değil ülkenin her yerinde takip ediyor. Bir Kırgız çadırı, “bozüyü(boz ev) konaklaması ya da Isık Gölü’nün kenarında yaptığınız bir durak size bu ülke halkının hâlâ geleneklerini koruduğunu anlatıyor. Bu geleneklerin belki de en renklisi göçebelerin geleneksel avcılık kültürü olan Salburun.

Salburun, Kırgızistan’daki geleneksel avcılık disiplinine verilen genel ad. Ya at üzerinde okla avlanıyor salburuncular ya da tazı veya kartallarla. Kırgızcada “taygan” adı verilen bu tazılar gerek görünüşleri gerekse de av performanslarıyla çok etkileyici olsalar da salburun sporunun esas büyüleyici kahramanı kesinlikle kartallar.

Kartala Kırgızcada “bürküt”, kartalla avlanan avcıya da “bürkütçü” deniyor. Bir Kırgız geleneği olarak her kış mevsiminin ilk karında ava çıkıyor bürkütçüler. Taze yağmış kar vahşi hayvanların izini sürmek için ideal. Her kar yağdığında av için güzel bir fırsat olsa da senenin ilk karında hep birlikte ava çıkmak salburuncular için bir gelenek olmuş.

Bürkütçünün esas başarısı av kartalının seçim aşamasından başlıyor. Kartallar 5-6 aylıkken yuvadan alınıyorlar. Yuvaya bakıyorlar, eğer tek yavru varsa almıyorlar. Eğer iki yavru varsa birini annesi yokken kaçırıyorlar. Bürkütçülerin tercihi dişi kartallardan yana. Çünkü dişi kartallar erkeklere göre daha zeki ve eğitime daha yatkın oluyorlar. İkinci sebep ise kartalların boyutu. Kartallar çoğunlukla sahibinin/eğitmeninin kolunda durduğu için daha iri olan erkek kartalların boyutları ciddi bir problem olabilirken, dişi kartallar daha küçük oldukları için fiziksel olarak yönetilmesi daha kolay oluyor. Nitekim bir dişi kartal erişkinliğe ulaştığında en fazla 7-8 kilo civarında kalırken, erkek kartallar 15 kiloya kadar çıkabiliyorlar. Bu ağırlığı saatlerce kolunuzu düz tutarak taşıdığınızı düşünebiliyor musunuz?

Kartal eğitimi dört aşamadan oluşuyor. İlk aşama kartalın yuvadan alınmasından hemen sonra başlıyor. Eve getirilen kartal yavrusu karanlık bir odaya konuyor. Eğitmeni kartalla birlikte birkaç gün boyunca bu karanlık odada yaşıyor. Amaç kartalın eğitmenine alışması. Bu alışma süreci oldukça yavaş ilerliyor ve sürenin sonunda kartal artık yemek yemeye psikolojik olarak hazır hale geliyor. Eğitmeni kartala ilk defa yemek verdiğinde kendisi de aynı yemekten yiyor. Çünkü eğitimin en önemli parçalarından birisi birlikte yemek yemek, dolayısıyla da aileden biri olmak. Bu yöntemin bir diğer yararı ise sonraki dönemde kartal bir av yakaladığı zaman kendi başına yemek yerine sahibini beklemesini öğretmiş olmak.

Eğitimin ikinci aşaması ise kartalın ismini öğrenmesi. Eğitmenler kartala mutlaka ayırt edici bir isim veriyor. Bizim Azamat’ın bu güzel kartalının ismi Çakılgan’dı, yani Kırgızca “yıldırım” anlamına geliyor. Eğitim süresince eğitmen kartala sürekli ismiyle sesleniyor. Yemek verirken ve onunla konuşurken aynı ismi tekrarlıyor. Süreç ilerledikçe eğitmenin yardımcısı kartalı bir tepeye çıkarıyor, eğitmen uzaktan kartalı ismiyle çağırıyor. Bu çağrıya Kırgızca “ündok” diyorlar. Çağrıyı duyan kartal uçarak eğitmenin yanına gelirse eğitimin bu aşaması tamamlanmış sayılıyor. Salburun yarışmalarında ve Dünya Göçmen Oyunları’nda kartalın çağırılması üzerine kurgulanmış bir oyun bile var. Kartal ismini duyarak sahibinin yanına ne kadar erken uçarsa yarışmada o kadar başarılı sayılıyor.

Kartal eğitiminin üçüncü aşamasında ise kartal artık av sürecine başlıyor. Kartalın kafasına gözlerini kapatan özel bir başlık takılıyor eğitmeni tarafından. Gözleri kapalı şekilde eğitim alanına çıkan kartal kafasındaki başlık çıkarılır çıkarılmaz önünde bir atın arkasında sürüklenen vahşi hayvan postu görüyor, çoğunlukla bir kurt ya da tilki. Bu hayvanın şekli ve cinsi çok önemli. Çünkü eğitim alan kartal bu sayede yalnızca vahşi hayvanları avlayacak ve evcil hayvanlara saldırmamayı öğrenecektir. Avın üzerine doğru süzülerek onu yakalayan kartalın ne yaptığı da yine oldukça önemli. Yakaladığı hayvanı yememesi, sahibini beklemesi gerekiyor. Doğru ve başarılı bir eğitim almış kartal, avı (ya da eğitim sırasındaysa boş postu) yakaladığında olduğu yerde bekleyip çığlık atarak sahibini çağırıyor. Kartalın yanına gelen sahibi ise ilk iş olarak kartala bir parça et veriyor ki kartal avı bıraksın. Aksi takdirde kartalın güçlü pençelerini açarak avı elinden almak zaten imkânsız gibi.

Kartalın eğitiminin dördüncü ve son aşaması ise kartalın kendi başına avlanması oluyor. Bu aşamaya genelde ikinci yılın sonunda geliniyor. Bu aşamada kartal üçüncü aşamada öğrendiği boş post üzerinde avlanma tekniğini canlı vahşi hayvanlar üzerinde uyguluyor.
Kartalın eğitimi her zaman başarılı da olmuyor. İlk yuvadan alındığında inatçı bir kişilik sergileyen kartalların eğitimi için ısrar edilmiyor. Bu kartalla eğitmeni vakit geç olmadan yolları ayırıyorlar. Kartal ya yuvasına geri bırakılıyor ya da başka bir eğitmene veriliyor. Çünkü bu eğitimin olmazsa olmaz şartı kartalla bürkütçünün arasındaki iletişim ve uyumun çok iyi olması.

Kartalın (bürkütün) ve bürkütçünün hikâyesi yalnızca geleneksel bir sporun ya da avcılığın hikâyesi değil. Bu aynı zamanda bir sevgi ilişkisinin hikâyesi. Kartalla avcı uzun yıllar birlikte yaşıyorlar. 5-6 aylıkken yuvadan alınan bir kartal sahibiyle 15-20 sene kadar birlikte yaşıyor ve sahibine çok alışıyor. Ancak bu süre kesinlikle 20 seneyi geçmiyor. Çünkü toplamda 50-60 yıl kadar yaşayan kartallar 20 yaşına geldiğinde artık çiftleşme döneminde oldukları için bürkütçü tarafından doğaya salınıyor ki gidip çiftleşsin, aile kursun ve vahşi yaşama geri dönsün. Yani aslında kartal avcısı doğadan ödünç aldığı ve 20 sene birlikte yaşadığı dostunu doğaya iade ediyor.

Kartalın doğaya salınmasının ise yine bir yöntemi var. Bürkütçüyle kartal dağlarda, vahşi tabiatın içinde yüksek bir noktaya gidiyorlar. Burada bürkütçü kartalı uçuruyor ve ara sıra çağırıp ona yemek veriyor. Bu şekilde birkaç gün geçiriyorlar doğada. Bu süre boyunca bürkütçü gitgide daha az sesleniyor kartala ve sonunda kartalı vahşi doğada bırakıp da geri evine dönüyor. Kartal adını artık hiç duymamaya başlıyor ve bir süre sonra eğitimini unutup vahşi hayata geri dönüyor.

Kırgızlar arasında çeşitli efsaneler dolaşıyor. Bunların bir tanesine göre 70 yaşındaki usta bürkütçü Motuy, arkadaşlarıyla gezerken tepelerinde süzülen üç tane kartal görüyorlar. Bürkütçü yıllar önce eğittiği ve sonra doğaya saldığı kartalı Sarı Cerüy’ü tanıdığını iddia ediyor. Kendisine inanmayan arkadaşlarının gözleri önünde de kartalı çağırıyor ve kartal da uçup gelerek koluna konuyor. Bu halk hikâyeleri ne kadar doğru bilemeyiz ama kartalla bürkütçü arasındaki ilişkinin basit bir av işinden öte bir derinliği olduğu kesin.

Kırgızlar salburunu da, bürkütçüleri de büyük bir ilgiyle izliyor, bu ata sporunu canlı tutuyorlar. Salburun Federasyonu Başkanı Almaz Akunov, salburunun en yaygın olduğu, Isık Gölü’nün güneyinde kalan Bökonbayefli bir salburuncu ve bu sporu dünyaya tanıtan isim. Belki bir gün yolunuz Orta Asya tarafına düşer, salburuncuları izler ve Almaz Akunov’la tanışırsınız.
 
*Magma Dergisi’nin ocak sayısında yayımlanmıştır.