​Yeşilin Maviyle Kucaklaştığı Bir Cennet - Karadeniz

Yemyeşil bir denizde yüzerken kendimi masmavi bir ormanda, coşkuyla çağlayan bir nehrin ucundaki bir çağlayanın köpükleri arasında, sonra aniden çam ve ladin kokan bir yaylada buluyorum. Uzaktaki bir kemençeden yayılan bir ezgiyle birlikte bir ananın yanık türküsü kulaklarımda uğuldarken tereyağında eriyen peynirin mis gibi kokusu geliyor burnuma.

Nerede olduğumu anladınız tabii. Yeşilin maviyle kucaklaştığı bir cennette, Karadeniz’deyim. Yıllardır dünyanın dört bir köşesine, en uzak noktalara gidip gezerken açıkçası güzel ülkemi biraz ihmal ettim. Ama planlarımda, özellikle de hayalimde hep Karadeniz vardı. İşte artık bu hayalimi gerçekleştireceğim. Ülkemin her köşesi özel ve ayrı güzel olsa da belki de en güzel, en yeşil, en ilginç yöresi, Marco Polo'dan bu yana gezginlerin ne anılarına ne de sayfalarına sığdıramadığı güzellikteki yöremize doğru düşüyorum yollara.

Karadeniz denince aklınıza ilk ne gelir? Benim aklıma bir değil birçok şey geliyor… Neler mi?

  • Ülkemizin en yeşil bölgesi, hatta yeşil ötesi; yeşilin her tonunu görebileceğiniz yeşil bir cennet... 
  • Göknarı, ladini, gürgeni, ıhlamuru, kızılçamı, ardıcı, çeşit çeşit akağaçları, şimşiri, huşu... Daha adını duymadığımız onlarcası... İsimleri bile güzel ağaçlarıyla ormanları...
  • Dünyaya ün salmış mis gibi kokusu, aroması, al rengiyle Karadeniz çayı, Rize çayı...


 

  • Florası...
  • Bu ormanları besleyen, hiç ummadığınız bir anda sizi yakalayıveren, güneşli bir havada birdenbire yağan yağmuru.
  • Karadeniz kıyısına ve birbirine paralel uzanan yemyeşil dağları, Kaçkar'ı, Zigana'sı, Mescit Dağı, Küre Dağları ve kimisi 4000 metreye yaklaşan tepeleri... 
  • Yoğun ormanlarla kaplı dik ve sarp dağların yamaçlarına kurulan mağaraları...
  • Dağların yamaçlarından dökülen zengin akarsu kaynakları… Küçüklü büyüklü, sıra dağlardaki sayısız krater ve buzul gölleri, göletleri, dereleri, nehirleri ve kış aylarında yağan yoğun karlarla beslenen, gürül gürül akan şelaleler...
  • Akarsuların meydana getirdiği düzlükler, dar kıyı ovaları, dik ve derin vadileri, yaylaları... Hele de Ayder Yaylası'nı duymayan var mı?
  • Yüce dağlarına, yöresine, köylerine özgü karakteristik dağ ve yayla evleri...
  • Asırlar öncesine inen tarihi... Yaşamış sayısız medeniyetlerin, imparatorlukların günümüze uzantıları, bizlere tarihin armağanları olan eserleri, camileri, kilise ve katedralleri...
  • Kökeni asırlar öncesine uzanan dilleri Lazca... (Buraya gelene kadar tek bir Lazca kelime biliyordum: Parpali (kelebek). Bodrum'da yaşayan Laz bir arkadaşım ve aynı zamanda dalış hocam sevgili Zeki Arslan'ın özel Laz yemekleri yaptığı bir restoran burası. Öyle deniz kenarında değil, yemyeşil bir bahçede, adeta bir Karadeniz köyü, tavsiye ederim.)
  • Dürüst, düşündüğünü çekinmeden söyleyen, açık sözlü, özü sözü bir, coğrafi şartları nedeniyle de ince zekalı, yaratıcı, çevik, çalışkan ve akıllı insanları...


 

  • Gül yüzlü, gül kokulu, sarı örgülü saçlı ve çakır gözlü kızları... Uzun boylu, ince, kemerli, sivri burunlarının altını çizmek isterçesine incecik kaytan bıyıklı, yayla şenliklerinde kızları tavlamak ister gibi coşkuyla horon oynayan yağız delikanlıları...
  • Karadeniz'in hırçınlığı, nehirlerin güldür güldür akışı, hamsinin kıvraklığı, kızlı erkekli oynanan dansları horon ve bu çok özel yöre danslarına eşlik eden kemençelerinin nağmeleri, kah acıklı kah neşeli, ama anlamlı türküleri... 

Bu geziye çıkmadan önce okumuştum, kimliklerinde yazmasa da gerçek Lazların Lazca isimleri hatta soyadları bile varmış. Bu isimler öylesine hoş ve güzel isimler ki... Loya, tatlı; Teona, gün doğumu; Şana, alyans demek. Sizin kulağınıza da hoş gelmiyor mu?

Yemeklerine gelince...İlk akla gelen hamsi mesela, bayılırım... Mevsimi olmadığı için biz bu gezide yiyemedik ama doğal ya da krater çok sayıda göl barındıran bölgede bol bol alabalık yedik; mutlaka yemelisiniz, sevmeyen dostlar bile bayılarak yediler. Hamsinin yanı sıra palamutu, lüferi ile en lezzetli balıklar Karadeniz'den gider yurdun dört bir yanına; tabii kalkanı da unutmayalım.

Mıhlama (burada muhlama diyorlar) ya da kuymak (farkı peyniri imiş) bana biraz ağır gelse de tatmadan olmaz, birkaç dilim mısır ekmeği bandırmadan edemedim elbette. Kara lahana sarması, kavurması, böreği, çorbası... Hepsi çok lezzetli. Tatlıları derseniz pestil ve göme tatmadan, almadan dönmeyin; ister cevizli ister fındıklı. Büyük şehirlerde bulabilseniz de burada farklı ve taptaze. Laz böreği de bir başka lezzetli buralarda, sanki daha farklı ve lezzetli. Maçka’nın Kaçkar Dağları yaylalarında hemen her restoranda bulabileceğiniz ama en ünlüsünü Hamsiköy’de yiyeceğiniz “sütlaç” nam salmış, üstü de tarçın yerine bol fındıklı, mutlaka tatmalısınız. Biz değişik birkaç yerde yedik, sütünden olsa gerek çok lezzetliydi. 

Karadeniz gezimde tarihle iç içe, kültür ve keyif dolu günler geçirdim. Çok güzel yerlere gittik, gördüğüm inanılmaz güzellikler karşısında bu yöreyi övenlere hak verdim. En yüksek dağların zirvelerine kadar bu kadar çok yeşil ve yeşil tonlarını başka ülkede görmedim. Ama yer yer çok üzüldüm, hayal kırıklıkları yaşadım. Nedeni ne olursa olsun, bu cennetten değil yüzlerce ağaç, tek bir ağaç kesen mantığı anlamak mümkün değil. Artvin’de bu uğurda müthiş bir mücadele veren yöre insanlarını da kutluyorum.

Tüm yaşadıklarımı ve Trabzon'dan Artvin'e, Erzurum'a kadar gittiğim her şehri, köyü, yöreyi, tarihi yerleri tek tek anlatmaya başlıyorum. Uzunca bir Karadeniz dizisi olacak. Şimdilik geçenlerde gazetede okuduğum Karadeniz ile ilgili bir gezi yazısında gördüğüm ve çok hoşuma giden bir Laz fıkrası ile yarına kadar sevgiyle kalın: 

Laz’a sormuşlar: "Laz olmasaydın ne olurdun?". Düşünür ve "Vallahi, çok mahcup olurdum" der...

nevinsalman

Yazar Hakkında

nevinsalman

Ankara da doğdum, TED Ankara Koleji ve Gazi Üniversitesi Mimarlık fakültesi mezunuyum. 6 sene Londra'da yaşadım, sonraki yıllarda İstanbul'a yerleştim ve serbest çalıştım.