Lapland'in Başşehri Rovaniemi Gezi Notları

Epeydir aklımda olan Lapland gezisi için THY ile Helsinki'ye doğru yola çıktım.

Üç saatten fazla uçtuğumuz halde iki ülke arasında saat farkının olmamasına çok şaşırdım! Ben bu enlem ve boylamları anlayamıyorum!

Helsinki'den aktarmayla Lapland bölgesinin başşehri Rovaniemi’ye vardık.

Snow mobile


Husky safari


Buz kıran

Bu yukarıdakiler klasikleşmiş bilgiler diye düşünüyorum. O bölgeye her gidenin, olmazsa olmaz yaptığı aktiviteler… Bir gruba dahil olmadan gitseniz bile, adım başı bu turları düzenleyen şirketlere rastlıyorsunuz. 

Bana sorsalar, Snow mobile ile Husky safari aynı gün yapılabilir. Buz kıran gemisine ise bir gün gerekli… Yani, Lapland üç günde bitmeli… Zira başşehir Rovaniemi'de yapılacak hiçbir şey yok. Her yöne üçer adım yüründüğünde şehir bitiyor. İki gün de Helsinki'de kalınıp geri dönülebilir.

Bana Finliler daha ilginç geldi.

Lapland'da Şamanizm, her ne kadar turistik amaçlı olsa da yaşamaya devam ediyor.

Kayakların, kızakları üstünde rüzgârı ve soğuğu iliklerimize kadar hissettikten sonra bu çadırlarda ateş etrafında sıcak meyve suyu içmek, o an için hoş olsa da çadırın kapısı bir diğer turist kafilesi gelene kadar kapatılıyor!

Ancak oralarda hayat şartları hiç kolay değil… Beş milyon nüfuslu bir ülkede “insansızlık” çok büyük bir sorun… Kilometrelerce yol alırken, yolda tek bir ev, benzinci, ağıl bile göremiyorsunuz. Hep orman, hep kar…

Evet, sosyal devlet anlayışı hayatın her anında kendini hissettiriyor. Devlet insanı için her olasılığı sağlıyor. Bir evi olana ikinci evi satmıyor (rant sağlamasın diye); inşaatlar kişilerin değil, kurumların elinde… Binalar bittikten sonra, binaların her tür bakımı bu firmaların sorumluluğu altında… Bir balkonun komple sökülüp yerine yenisinin takıldığı anlatıldı! Dolayısıyla ev fiyatları çok yüksek…

Hangi işte çalışmak isterlerse istesinler (kasiyerlik, terzi, berber vb.); önce mutlaka o branşın okuluna gitmek zorundalar, dolayısıyla insan gücü pahalı. Çok pahalı…

Yemek sektöründe çalışanlar, yıllık izinlerinden döndükten sonra MUTLAKA idrar testi yaptırmak zorundalar… O test sonucu gelmeden işe başlayamıyorlar.

Doktorların koydukları teşhislere fazla güvenmiyorlar. Ülkede fazla insan yaşamadığından, tedavi ve teşhiste deneyimsiz olduklarına inanıyorlar!

Bütün bunların ışığında; olaya devlet güvencesi açısından bakıldığında, rahat ve mutlu olmaları gerekir.

Ama...

50 kilometrelik ana yolda bir benzinci bile olmadığından yola çıkmadan önce depolarını doldurmaları gerekiyor. Yolda insan veya ev olmadığından, arabalarında her türlü olumsuz koşula karşın en az iki battaniye bulundurmak zorundalar; gece yolculuğu sırasında arabaları bozulursa, soğuktan ölmemek adına...

Bütün bunları hep düşünmek, hep düşünmek, her şeye hazırlıklı yaşamak onları mutsuz ediyor. Doğayla şaka yapılamayacağını biliyorlar ve içiyorlar… Kadın, erkek; içiyorlar.

Alkoliklere karşı inanılmaz bir hoşgörü söz konusu; kimse ayıplamıyor, kötü davranmıyor. Tam tersi; düşen, sallanan, bağıran, kusan insanlara diğerleri yardım ediyor. İleri safha alkolikler işlerini, eşlerini kaybediyor.

Kaçınılmaz sonları... İntihar.

Ülkede insanların bir başka sorunu da gün ışığından, özellikle uzun kış aylarında çok az faydalanabilmeleri… Hele ki Aralık ve Ocak aylarında hava çok geç “aydınlanıp”, saat 15.00 gibi de her yer tekrardan karanlığa bürünüyormuş. Neredeyse 21 saat karanlıkta yaşamak hiç kolay olmasa gerek. Sürekli çok kalın giyinmek ve hep içi kürklü şapka, eldiven, çizme giymek zorunda kalmak; eldivenler yüzünden el ele yürüyememek! Bütün Avrupa şehirlerinde gençler sokaklarda öpüşür, koklaşırlar; burada bir çift bile görmedim ben. Yaşam koşullarının ağırlığına iklimin yanı sıra, güneş faktörünü de eklemek hiç yanlış olmaz.

Çok mu olumsuz yazdım diye düşündüm. Ancak bütün bunları birebir konuşmaların neticesinde öğrendim ve paylaşmaya çalıştım.

Olumlu taraflar var mı? O kadar çok ki... Trafikteki düzen; kornasız bir dünya... Yayaların önlenemez geçiş hakkı! Kimsenin sana aldırmaması... El alem ne der korkusu olmadan yaşayabilmek, en azından turist olarak : )

Bir de yemekleri… Mönüleri et ağırlıklı (neden şaşırmadım acaba); domuz, geyik, dana... Her türlüsünü pişiriyorlar. Ekmek servisleri yok. Yemek öncesi ya ılık mısır cipsi gibi bir şeyler (yanında acılı domates sosuyla) veya yemek tabağında bir adet etin arasında kaybolmuş sarmısaklı ekmek veriyorlar. Ekmek yerine kızartılmış büyük elma dilim patates servis ediyorlar.

Her zamanki gibi tercihim domuzdan yana oldu. Bir örnek vereceğim, kendimle çok alay ettim; iki gün boyunca günde üç öğün domuzun her türlü halini yedikten sonra, yeter, bu öğlen domuz yok sana dedim ve McDonalds'a gittim. Orada da tercihim, Big Bacon Menu oldu! Diğer hiç bir şeyi gözüm bile görmedi. O bile çok lezzetliydi.

Rovaniemi'de bir gece Amarillo diye bir yerde güzel bir yemek, başka bir gece de Fransmanni isimli restoranda bambaşka güzel iki farklı şekilde pişirilmiş ren geyiği eti yedim. Aynı tabakta iki ayrı servis sundular. Biri bizim ciğer sote gibi hazırlanmıştı, diğeriyse bir kaserolün içinde kırmızı pancarla hazırlanmış bol sulu ve baharatlıydı. Buraların hepsi yerel mekânlardı.

Helsinki ise son derece düzgün, keskin çizgilere sahip bir şehir… Burayı daha önce gezen arkadaşlarım; sıkılırsın, bir şey yok demişlerdi. Ama ben sevdim. Bir kere kar vardı, soğuktu. O bile yeter…

1960 yılında bir kadın tarafından yapılan ve bu yüzden devrim niteliğinde olan Sibelius Anıtı beni çok etkiledi.

Şehirde bir de Kaya Kilise'yi (Temppeliaukion Church) çok beğendim. Ancak oradayken içeride ayin olduğundan hiç fotoğraf çekemediğim için üzgünüm. 

Rehberimizin önerisi üzerine, Helsinki'deki son günümü onunla birlikte Helsinki'ye 50 km uzaklıktaki Porvoo'da geçirdim. Yukarıda sizlerle paylaştığım bilgiler işte bu kısa yolculuk sırasında anlatıldı bana. 

Porvoo, hiç sıkılmadan sürekli gezebileceğim ve fotoğraf çekebileceğim tam tarzım bir yerleşim yeri… Renkli evler, Arnavut kaldırımlı sokaklar, sivri çatılar, minicik şık dükkânlar, kafeler... 


İnsanın gözünü rahatsız eden hiçbir şey yok

Soğuk bir ülkeden sıcacık bir espri

Çok keyifli bir geziydi. Finlandiya'yı sevdim. Ama pahalı, çok pahalı bir ülke olduğunu belirtmeliyim.