İkizdere Gezimiz

İkizdere'de Ahşap Camiler

Akçaabat’ın tarihi yapılarla dolu mahallesi gezimizden sonra lezzetli köftesini yerken muhteşem bir Akçaabat horonu gösterisi izledik. Gece İkizdere’de konaklayacağımız otelimize gitmeden Karadeniz’in en az on bin yıldır başarıyla kullanılan mimari öğesi ahşap ile inşa edilmiş camileri gezeceğiz. Selçuklulardan itibaren Anadolu’ya gelen topluluklar getirdikleri teknoloji ve malzemelerle, özellikle de camileri ahşap işçiliği ile inşa etmeye başlar. Ormanlarla kaplı bu bölgede ahşabın mimari bir malzeme olarak kullanılmaması zaten olamazdı sanırım; evlerin hayat bölümleri, köprüler, ambarlar (nayla), değirmenler gibi...

Sağlı sollu muazzam ağaçlarla kaplı yamaçlarıyla dağların arasından ve hemen yol kenarından akan dere eşliğinde camilerin inşa edildiği Güneyce isimli dağ köyüne doğru yol alıyoruz. Ana yoldan köye ulaşmak için derenin üzerinden geçerken gördüğümüz manzara bize hoş anlar yaşattı. Yeni inşa edilmiş köprünün üzerinden geçerken hemen paralelinde bulunan eski taş köprünün altına oldukça gösterişli bir avize asılmış! Elektriği bağlı, ampulleri de var ve yanıyor... Aracımızı durdurup fotoğraf çekmeyi de ihmal etmedik elbette. Sizlerle de paylaşıyor ve yorumu sizlere bırakıyorum.

Dar ve virajlı yollardan köye tırmanırken hafiften bir yağmur çiselemeye başlıyor. İşte sıcak geçen günlerden sonra hava bize “gerçek Karadeniz’e hoş geldiniz” diyor. Köye ulaşıp aracımızdan indiğimizde karşımızdaki manzaranın güzelliğini ne kadar anlatabilirim bilmiyorum. Bulutlar karşı dağlarının yamaçlarından yavaş yavaş aşağı inmeye başlıyor, ağaçların arasına tek tük serpilerek gizlenmiş evler önce sislerin içinde sonra da bulutların üstünde kalıyor. Karşımızda olağan üstü bir değil birçok manzara var, tam da hayal ettiğim Karadeniz bu işte. Yine fotoğraf çekmeye doyamıyorum. 


 
GÜNEYCE HACI ŞEYH CAMİİ 

Güneyce köyü Yukarı Mahalle'de yer alan, tamamı ahşap olan cami, 19. yüzyıl sonlarına doğru İstanbul Kütüphane Müdürü Hacı Şeyh Osman Niyazi Sipahioğlu tarafından, yaptırılmış. Kayıtlara göre mimarlar Pazarlı Ali ve Hasan ustalar. Ahşap direkli ve ahşap tavanla örtülü; olağanüstü kaplamalar, zengin ağaç işi ve ince işçilik örnekleri. Çok süslü kapıdan girdiğinizde minberin yan yüzleri, tavanlar barok motiflerle bezenmiş olduğunu göreceksiniz. Mihrap yuvarlak bir niş şeklinde ahşap ve çevresi yine barok üslupta bitkisel motiflerle süslenmiş. Kare planlı ahşap caminin çatısı alaturka kiremit, alt kat kesme taş, üst kat ise ahşap.


 
ŞİMŞİRLİKÖY AHŞAP CAMİİ

Biraz daha eski bu cami, giriş kapısının üzerindeki kitabeye göre 1849 tarihinde Ahmet Usta tarafından, ahşap yığma tekniği kullanılarak inşa edilmiş. Eğimli bir arazide kurulmuş, kareye yakın bir plan, iç bölümü, tavan süslemeleri, mihrap ve minberdeki hayranlık uyandıran lale motifleri, altı köşeli yıldızlarla süslü ve ahşap işçiliğinin en güzel örneklerinden.

Her bir yanı muhteşem ormanlarla kaplı Karadeniz’e ahşap yapılar çok yakışmış.
 

İKİZDERE

Yoğun geçen bir günün ardından otelimize gidiyoruz. (İkizdere Vadisi'nin eşsiz orman manzarası ve Cimil Deresi yanında kurulmuş Ridos Termal Otel - içerdiği 4500 çeşit mineralle dünyanın en zengin beş kaplıca sularından). Otel yolu boyunca Cimil Deresi kimi yerde gürüldeyerek kimi yerde sessizce akarak bize eşsiz manzaralarıyla eşlik ediyor. İlçe topraklarını sulayan İkizdere, Rize Dağları'ndan kaynaklanan Çamlık ve Cimil Dereleri ile Karadere’nin birleşmesinden oluşup, kuzeye doğru aktıktan sonra ilçe sınırları dışına çıkıyor. Rize’nin güzel beldesi İkizdere ilçesi de bu iki derenin birleştiği yerde kurulmuş ve adını da İkizdere’den almış. Ormanlarla kaplı olduğu için oksijeni bol dağlar, vadiler, yüksek kesimlerinde yaylalar, dağların doruklarında ise buzul gölleri barındırmakta. Yemyeşil ormanları, dereleri, vadileri ve yayları ile Karadeniz’in bir başka cennet köşesi İkizdere.

Yörenin merkeze yakın köylerinde Laz kökenli aileler, yüksek dağ köylerinde ise yerli halk Hemşinliler yaşamakta. (Çok kısaca bu gruplardan bahsedersek; Lazlar, Kafkas halklarının belirgin fiziksel özelliklerini taşıyan, 17 yüzyılda Ardeşen ve Fındıklı'dan göç etmiş bir grup. Kendi dilleri olan ancak biraz yozlaşmış da olsa Lazca konuşsalar da, bugün Türkiye’de Lazca bilen insanların sayısı gittikçe azalmakta. Hemşinliler ise yüksek ve dağ köylerinde yaşayan, yaşayış tarzları diğer halklardan farklı, pek fazla iletişim içinde olmadıkları, kendi içlerinde kız alıp veren bir grup.)
 

Dağlık bir coğrafyaya sahip olan İkizdere’de dağlar dar vadilerle parçalanmış. İşte biz de bu dağlara, tepelere, hatta zirvelere doğru gidiyoruz. Ovit Dağı’nın zirvesine gidiyoruz (Son bir bilgi; Tarkan hayranları bilir belki, ünlü sanatçımızın memleketi de İkizdere imiş.)

Geçit Vermeyen Ovit Dağı

İkizdere’deki mis gibi dağ havası ve yeşillikler içindeki otelimizden sabah erkenden ayrılıyor ve İkizdere’nin en uç noktasına, Ovit Dağı'na doğru yol almaya başlıyoruz. Etrafımızı çevreleyen yüksek dağların arasındaki yaylalar bize artık Karadeniz’in tam da içindeyiz hissi veriyor. Fotoğraflarda gördüğüm Karadeniz manzaraları tam da bunlar. O kadar güzel yollardan, yaylalardan geçiyoruz ki, sıkça yemyeşil çam ormanlarıyla kaplı yamaçlarındaki yayları ve sevimli dağ köylerini fotoğraflamak için molalar veriyoruz. Ne tarafa dönsek ayrı güzellikte bir manzara var karşımızda. Nihayet bir tabela görünüyor: Ovit Dağı – Rakım 2640 m.

Geçit vermeyen bu dağları ve aynı isimli Ovit Dağı Geçidi, Türkiye’nin en zor yollarından. Kasım ile nisan ayları, hatta bazen de mayıs ayına kadar ulaşıma kapalı. Yolun 12 ayı ulaşıma açık tutulabilmesi için yaklaşık 250 kilometrelik Rize-Erzurum karayolunun İkizdere ile İspir arasındaki Ovit Dağı'nın tünelle geçilmesi planlanıp proje taslakları başladığında Sultan II. Abdülhamit tahtta imiş ve 1,5 asır sonra bu proje gerçekleşmek üzere, Türkiye’nin en uzun çift tüplü tünel inşaatı hızla ilerliyor.

Zirveye en yakın yerde aracımızdan iniyor ve yürümeye başlıyoruz. Dağın yamaçları ve tepeleri oldukça kıraç görünse de, zemin oldukça yeşil (Bir bilgi; dağlarda 1800 metreden sonra yeşil azalmaya başlıyor ve bitki yetişmiyor, haritalarda da yükseklik arttıkça renk yeşilden sarıya, açık kahveye ve 1500-2000 arası da kahverengiye dönüşür). Ara ara aşağı doğru, taşların arsından akan minik minik derelerin üzerindeki taşların üzerinde sekerek yürüyüşü keyifli hale getirmeye çalışıyorum. Sonra aniden fark ettiğim yerlerdeki yerdeki yeşiller, aralarındaki minik çiçekler, çeşit çeşit minicik endemikleri (bulunduğu bölgenin ekolojik şartları ile yalnızca belirli bölgede yetişen ve dünyanın başka yerinde yaşama ihtimali olmayan, yöreye özgü çiçek) izleyerek, fotoğraflayarak tırmanmaya devam ediyorum.

Tırmandıkça kayalar daha belirginleşmeye başlıyor. Tepeye ulaştığımızda bizi küçük bir sürpriz bekliyor: Karşımızda küçük bir krater gölü. Etraf dağlarla kaplı, tepelerinde bulutlar adeta dans ediyor. Göl oldukça berrak, derinliğini bilmiyorum ama kenarlar sığ. Dikkatimi çekiyor, etraf o kadar kirletilmiş ki, yerlerde her türden çöp var; yemiş torbaları, naylonlar, çoğunluğu da boş fişek kovanları... Biraz toplamaya çalışıyorum, o arada bulduğum bir çöp torbası tepeleme doluyor. Arkadaşlarım ve bizi gören, çevredeki bazı ziyaretçiler de başlıyor toplamaya ve inene kadar 5-6 torba çöp torbası doluyor. Neden atarlar acaba? Atanları anlamak ne mümkün...

 

Adını çok duyduğum, Karadeniz’in en güzel köşelerinden biri olan Uzungöl’e doğru Of - Dernekpazarı - Çaykara güzergâhı üzerinde ilerlerken güzel bir köprünün yanında fotoğraf molası veriyoruz.

Hapsiyaş Köprüsü (Kiremitli Köprü)

Yol ile yemyeşil dağların arasında, Karadeniz’in haşin derelerinden biri üzerine uzanmış bir güzellik... Yeşillikler ortasında ahşap gövdesini örten, yöreye has kiremitli kırmızı çatısı, kesme taş ayakları ile kayalar üzerine oturtulmuş, farklı mimarisi ile ilginç güzel, tek gözlü kemer köprü, benzerlerinden çok farklı. 1935 yılı ile tarihlenen Cumhuriyet dönemi köprülerinden, güzelliği ve de bölgede başka bir örneği bulunmaması nedeniyle 1996 yılında “anıtsal eser” statüsünde tescil edilerek kentin anıt eserlerinden biri olmuş.

Geçtiğimiz bölgenin bir özelliğinden daha söz etmeliyim. Bu bölgede belki de Türkiye'nin en tehlikeli yollarından, en ürkütücü manzaraları, Demirkapı Yaylası yolu yöresinde bir köy, Ballıköy. Müthiş bir lezzet olan Anzer balı ile ünlü (duymuşsunuzdur ama tattınız mı bilmiyorum). Bu bal karakovan balı, çok zor ve çok az üretilen, birçok hastalığa da iyi geldiği söylenen altından kıymetli (kilosu 500 Dolar veya fazlası). Bu nedenle de çalınmasına karşılık çelik dolaplarda saklıyormuş üreticiler. Balın bir meraklısı ve hırsızı da yöredeki bal sever ayılar olduğu için bu değerli balı ayılardan korumak için kovanları çok sarp kayaların üzerine, zorlu yerlere koyuyorlar. Anzer balı bulmak oldukça zor, bir sene önceden sipariş vereceksiniz, size kalacak kadar üretim olduysa şanslısınız.

#Makedonyadan yazılar alanında göster
Kapalı
nevinsalman

Yazar Hakkında

nevinsalman

Ankara da doğdum, TED Ankara Koleji ve Gazi Üniversitesi Mimarlık fakültesi mezunuyum. 6 sene Londra'da yaşadım, sonraki yıllarda İstanbul'a yerleştim ve serbest çalıştım.