Umduğumdan Fazlası: Gölyazı

Martın son haftasında Bursataraflarındayız. Bursa merkezini gezerken yoğun bir yağış ile karşı karşıyaydık. Ama bir sonraki gün Uluabat Gölü kenarına, Gölyazı'ya gittiğimizde bizi bahardan bir hava karşıladı. 

Uluabat Gölü kıyısında bir yarımadadayız, Gölyazı… Eskilerden kalma Rum evleri, 7 asırlık ulu çınarı, misafirperver güler yüzlü insanları, kah havada kah yerde güzel kuşları…

Gölyazı’nın mitolojideki yeri

"Efsaneye göre, Marmara Denizi'nin güneyinde bulunan Odryes Çayı, Bandırma'dan denize dökülürmüş. Bugünkü Uluabat Gölü'nün olduğu yerde Apollonia Krallığı, Odryses Çayı'nın bulunduğu yerde de Melde Krallığı kuruluymuş. Melde Kralı, Apollonia kralının kızını oğluna istemiş. Ancak kız, bu izdivaca gönlü olmadığı için prensle evlenmemiş. Apollonia Kralı da kızını korumak için, bir tepe üzerinde saray yaptırarak kızını buraya saklamış. Bunun üzerine çileden çıkan Melde Kralı, oğluna istediği kızı alamamaktan dolayı kırılan onurunu onarmak için intikam alma yoluna gitmiş ve Odryses Çayı'nın yolunu değiştirip Apollonia kentinin bulunduğu topraklara akmasını sağlamış. Böylece tüm Apollonia toprakları sular altında kalırken prensesin bulunduğu sarayın çevresi sularla çevrili bir ada olarak kalmış. İşte efsaneye göre Uluabat Gölü de böyle oluşmuş."

(kaynak: ağlayan çınar ağacının yanı, Gölyazı tanıtıcı bilgileri)

Gölyazı'da gezilecek yerler

Aziz Pantelimon Kilisesi

Gölyazı’ya girişimizde bizi şimdilerde Gölyazı Kültür Evi olarak kullanılan eski bir kilise binası karşılıyor. Aziz Pantelimon Kilisesi (veya Hagias Gorgias); Aziz Gorgias’a adanmış 19. yüzyıla ait bir Rum Ortodoks kilisesi.

Mübadele yıllarına kadar ibadet amacıyla kullanılan kilise daha sonraları uzun yıllar işlevsiz halde kalmış ve 2014 yılında restore edilerek Kültür Evi olarak kullanılmaya başlanmış.

Ağlayan Çınar

Kilise binası gördükten sonra tarihi yarımada kısmına doğru yürüyoruz. Gölyazı’nın iki tarafı bir köprü ile bağlanmış birbirine. Köprüyü geçmeden görüyoruz onu; Ağlayan Çınar...

Asırlık bir çınar ağacı kucak açmış altındaki masalara. Mehmet Okutan’ın çınara yazdığı bir şiir bulunuyor hemen dibinde. Mehmet Okutan bir biyolog, bu ulu çınara Ağlayan Çınar isminin verilmesini de o sağlamış.

"Tarihin Verdiği Yorgunlukla, Yan Yatmış Ulu Bir Çınar. Lakin Yaşamaktan Umudunu Kesmemiş, Uzanmış Öylesine 
Bağrı Yanık, Yaprakları Hüzün, İçi Kan Ağlarcasına 
Savaşlara, Acılara, Kara Sevdalara, Tercüman Olurcasına 
Ardında, Sevgi Bahçesi Açamayan Gonca Bir Gül
Önünde, Oluk Oluk Göz Yaşlarının Eseri, Koca Bir Göl"

Çınarın neden ağladığına dair de şöyle bir hikaye anlatılır; Eski zamanlarda Gölyazı’da Rumlar ve Türkler bir arada yaşarken Türk genci Mehmet ile Rum kızı Eleni birbirlerine aşık olur. Hep bu çınarın altında buluşan iki sevgilinin saadeti ancak Kurtuluş Savaşı yıllarına kadar sürer. Mübadele yıllarında Rumlar Gölyazı’yı terk etmek durunda kalır, gidenler arasında Eleni ve ailesi de vardır. Mehmet gidişine engel olmak için Eleni’ye koşar ancak Eleni’nin abisi bu duruma şiddetle karşı çıkar ve bir hançer darbesiyle yaralar Mehmet’i. Mehmet sürünerek bu çınarın altına gelir. Mehmet’in yaralandığını öğrenen Eleni de koşar peşinden. Onu kanlar içinde yerde görünce Mehmet’e kavuşma sözü verir ve canına kıyar. Efsaneye göre de asırlık çınar bu aşkın peşinden hala kanlı gözyaşları döker.

Çınarın dibinde bir çay bahçesi var, hafta sonu olması dolayısıyla hayli kalabalık. Biz de burada yerinizi alıp sıcak çay eşlinde Ağlayan Çınar’ın gölgesinde Uluabat Gölü’nü seyre dalıyoruz biraz. Tektonik bir çöküntü sonucunda oluşan Uluabat Gölü pek çok kuş türüne ev sahipliği yapıyor. Bugünlük bizim manzaramıza misafir olanlar pek çeşitli değil ama birbirleriyle danslarını izlemeye doyamıyoruz.

Çay molasından sonra sokak aralarına dalıyoruz. Renkli eski evleri çekiyor insanı kendine, bu kadar insanın akın etmesinde varmış bir sebep. Yıkılmaya yüz tutmuşlar ama renkten ve estetikten hala geri kalmıyorlar.

Evinin önünde el işi yapan teyze, bu kadar insanın köylerine akın etmesinden, kirletmesinden hiç şikâyetçi değil olmalı ki tebessümle hoş geldiniz diyor bize.

Bir de sokak aralarında selamlaştığımız leylekler var tabi, acaba onlar da hoş geldiniz diyor mudur bizlere?

Uluabat Gölü kenarında kısa bir yürüyüş yapıyoruz, bu sırada şahane kareler takılıyor objektifimize.

Leylekleri ve Ağlayan Çınarı arkada bırakıp dönüş yoluna koyuluyoruz ama önce karşı tepeye çıkıp Gölyazı’yı bir de yüksekten görüntülemek gerek.

Sadece bir fotoğraf karesi çağırmıştı beni Gölyazı’ya… Geldiğimde ise çok daha fazlasını buldum. Eğer yazımdaki fotoğraflardan biri de size içten bir davette bulunursa geri çevirmeyin derim, pişman olmayacaksınız!

Tuğba CEBECİ BENLİ

Yazar Hakkında

Tuğba CEBECİ BENLİ

hayat gezince güzel.. bide sevince..en güzeli de sevdiğinle gezince :)