Orta Avrupa’nın klasik Prag-Viyana-Budapeşteüçlüsünün belki en güzel şehri, Kafka’sı ve kasveti ile ünlü Prag. Biz de gitmişken sadece Prag yetmez dedik ve dokuz günlük bir plan yaptık, dolu dolu gezdik Avrupa’nın bu güzel bölgesini. Prag’dan başlayarak Cesky Krumlov, Viyana, Hallstatt, Bratislava’yı gezerek Budapeşte’de bitirdiğimiz seyahatimizde tüm şehirleri beğensek de Prag apayrı bir şehir ve gönlümüzde özel bir yer edindi.
İstanbul’dan Prag’a kısa bir uçuşla ulaşmak mümkün. Biz Sabiha Gökçen’den Prag’ın uluslararası havalimanı Vaclav Havel Havalimanı’na uçtuk ve öğle saatlerinde Prag’a ulaştık. Havalimanından şehre çeşitli ulaşım imkânları olsa da biz Airport Express adı verilen otobüsleri kullandık. Kişi başı 60 Çek korunası yani yaklaşık 7 TL idi. Bu otobüslerin son durağı Hlavni Nadrazi Tren İstasyonu olduğu için bize her açıdan uygun geldi. Siz de bütçe ve konaklama açısından taksi veya otobüs gibi kendinize en uygun ulaşım çeşidini seçebilirsiniz.
Prag ile ilgili önemli bir bilgi, AB üyesi olan ÇekCumhuriyeti’nin Euro bölgesinde yer almaması, dolayısıyla para biriminin farklı olması. Bize başta son derece zor ve garip gelse de alışılmayacak bir durum değil. Euro ile gezmeye alışkınız ve açıkçası Prag ve Budapeşte’den sonra Euro bölgesinde gezmenin ne kadar kolay olduğunu anladık. Türkiye’den giderken karışıklık yaşamamak için sadece euro aldık biz ve Prag’ta euro verip koruna aldık. Çok zorlandığımızı söyleyemeyiz. Özellikle Prag’da döviz işleri herkesin en çok uyardığı konu. Döviz bürolarında kur ciddi oranda değişebiliyormuş, eksik veya fazla para verilerek kazıklanma durumu söz konusu olabiliyormuş. Böyle bir durum yaşamamak için, havalimanında biletimizi kartla aldık, otele vardıktan sonra da güvenli bir büro sorduk ve otelimize çok yakın olan Florenc İstasyonu’nun içindeki bürodan koruna aldık. Koruna aldıktan sonra ilk işimiz yine istasyon içindeki yerden yiyecek içecek bir şeyler almak oldu ve satıcı kadın ona verdiğimiz banknot karşılığında (200 veya 2.000 gibi bizce büyük bir paraydı) para üstü olarak demir para verince ilk afallamamızı yaşadık. Önce kazıklandığımızı düşündük ama hesap yapınca sorun olmadığını anladık.
Prag’da elbette konaklama açısından seçenek bol ve Prag’ın oldukça uygun bir şehir olduğunu söyleyebiliriz. Biz hem Cesky Krumlov’a hem Viyana’ya otobüsle geçeceğimiz için Florenc Otobüs İstasyonu’nun içinde diyebileceğimiz Hostel Florenc’de konakladık. 3 gece için 3.320 koruna yani 418 TL’ye konakladığımız Hostel Florenc için kaldığımız en güzel yer diyemeyiz ancak çok da sorun yaşamadık. Ortak banyolu çift kişilik bir oda ayırmıştık. Ortak banyo ise iki oda tarafından kullanılıyordu ve temizlik açısından sorun yaşamadık. Rahatlık ve olanak açısından orta diyebileceğim hostelin konumu iyiydi. Hostelin merkeze uzaklığı 2 kilometre olduğu için rahatlıkla yürünebilir. Zaten Prag’da bol bol yürümek şart.


Eski Şehir Meydanı’ndan yaklaşık on dakikalık bir yürüyüşle Vltava Nehri’ne ve Karl Köprüsü’ne ulaşmak mümkün. Nehir üzerindeki Karl Köprüsü, Prag şehrinin bir diğer önemlisimgesi. Yaya trafiğine açık, her daim ressamlar ve müzisyenlerle dolu ve üzerindeki heykelleriyle ünlü bu köprü gerçekten muhteşem ve bana göre Vltava Nehri ve Karl Köprüsü güzellikte birbiriyle yarışıyor. Prag’da ilk akşamımızı Nazım’ın da gittiği kafe olarak bildiğimiz ve gezilecek yerler listemizde yer alan Cafe Slavia ile sonlandırmaya karar verdik. Karl Köprüsü’nden kısa bir yürüme mesafesinde ve yine Vltava Nehri kıyısında yer alan kafede yemeğimizi yedik ve Nazım’ın fotoğrafını aramaya koyulduk. Nazım’ın güzel hatırına sevgili kafe çalışanlarının soğukluğuna da katlandık. Kafe güzel, yemekler fena değildi; Vltava’nın güzelliği ve Nazım’ın hatırı da olunca çalışanları biz pek önemsemedik. Gidip siz de bir bakabilirsiniz bence. Ayrıca kafeden çıktığımızda hava iyiden iyiye kararmıştı ve bir şehrin akşam ne kadar güzel olabileceğini de görmüştük. Işıklandırılmış Prag gerçekten büyüleyici oluyormuş, dedikleri kadar da varmış.


Ardından kaleye doğru yolumuza devam ettik. Kale kısmı bir kompleks gibi düşünülebilir. Aziz George Bazilikası, Aziz Vitus Katedrali, Altın Yol, Eski Kraliyet Sarayı ve Kraliyet Bahçeleri gibi bölümler görülecek yerler arasında. Krallar ve kraliçelere ev sahipliği yapan kale, günümüzde halen cumhurbaşkanlığı konutu olarak da hizmet vermekteymiş. Prag’ta ilk gün gezdiğimiz her yerden kolaylıkla görülen bu kısım hakkında bizim bilmediğimiz şey, giriş sırasında yaşanabilecek yoğunluktu. Biz geze geze öğlene doğru kaleye vardığımızda çok uzun bir kuyrukla karşılaştık ve bu nedenle de kale kompleksinin içine giremedik. Meydandaki güzel binaları görmek ve çoook sempatik sokak sanatçılarının güzel müziklerini dinlemekle yetindik. Yine de çok güzel bir öğleden önce geçirdik ancak siz daha erken giderek böyle bir durumdan kaçınabilirsiniz. Kale kompleksi sabah 06.00 akşam 22.00 saatleri arasında açık ancak her kısmın açılış kapanış saatlerini kontrol etmekte fayda var. Örneğin Aziz Vitus Katedrali 17.00’da ziyarete kapanıyor. Güncel bilgiler şu siteden kontrol edilebilir: https://www.hrad.cz/en/prague-castle-for-visitors/opening-hours

Kaleden sonra yolumuz tesadüf eseri Nerudova Sokağı’na düştü. Prag’ı sevmek için bir başka sebep daha bulmuştuk. Kale ile nehir arasında kalan bu güzel sokak, burada yaşamış Çek yazar Jan Neruda’nın ardından bu ismi almış. Evlere numaralar verilmeden önce evlerin tanımlanması için kullanılan simge ve şekillerle de ünlü olan bu sokak, gerçekten çok güzel ve görülmesi gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca kale gezisi sonrası açıktıysanız, yine tesadüf eseri bulduğumuz Bread Gap adlı sandviç dükkânına mutlaka uğrayın. Gerçekten sandviçleri, minik atıştırmalıkları ve güler yüzlü personeliyle harika bir yer.

Karnımızı doyurduktan sonra Prag’ın diğer bir simgesini görmeye gittik: JohnLennon Duvarı. Minik bir sokakta kocaman ağaçların altında bulunan John Lennon Duvarı’nın kendisini ve bulunduğu sokağı çok beğendim. Biraz kalabalıktı ancak müzisyenlerle birlikte ortam daha da güzelleşmişti. Ceketimizi yere serip bir müddet müzik dinleyip bu hoş ortamın keyfini çıkardık. Ardından sevgili John Lennon ile klasik pozlarımızı da çekip yola koyulduk.



Sıra bir Prag klasiği olan Franz Kafka Müzesi’ne gelmişti. Birçok yerin birbirine yakın olması sayesinde bu kadar çok yeri doya doya görebiliyorduk ancak ben müzeye girmek istemedim. Onun yerine hemen müzenin yanındaki kafede Vltava Nehri’ne nazır kahvemi yudumladım. Eşim ise müzeye gitmeyi tercih etti ve tam Kafka’ya göre bir müze olduğunu düşünüyor. Kafka’nın elyazmalarının da bulunduğu müzenin güncel bilet fiyatı 200 CZK. Ayrıca müzenin dışında enteresan bir heykel çalışması var, gerçekten şaşırtıcı, gidin görün derim.

Eşimin müze benim ise kahve keyfimizin ardından Petrin Tepesi’ne doğru yola koyulduk. Tepeye ulaşım için füniküler kullanılıyor. Merkezden kısa bir yürüyüşle Ujezd Sokağı’ndan kalkan fünikülere binerek kısa sürede tepeye ulaşabilirsiniz. 1891 yılında Eyfel Kulesi’nin bir benzeri olarak inşa edilmiş 60 metre uzunluğundaki Petrin Gözlem Kulesi, Aynalı Labirent ve Stefanik Gözlemevi bu bölgede görebileceğiniz diğer yerler arasında. Biz akşam saatlerinde vardığımızda hava biraz yağmurlu ve serindi. Yağan hafif yağmur eşliğinde merdivenleri kullanarak kulenin tepesine çıktık ve manzaranın keyfini çıkardık. Kesinlikle Prag’da görülmeye değer bir bölge ayrıca kule, çok güzel çiçeklerle bezenmiş bir bahçeye sahip. Dönüşte ise tepeden aşağıya doğru yürümeyi tercih ettik.



Genel olarak bir iki öneri ile yazımı sonlandırmak istiyorum. Para birimi farklı olduğu için para birimi dönüştürme için bir uygulama indirmenizi öneririm. Biz XE Currency diye bir program yüklemiş, rahat etmiştik. Kullandığımız bir diğer uygulama ise maps.me çevrimdışı harita uygulamasıydı. Onu da öneririm. Bol bol yürürken çevrimdışı bir harita yardımcı oluyor. Bir kahvesever olarak Prag’ın kahvelerini beğenmiştim. Biz bu geziyi Eylül 2016’da yaptığımız için tek tek mekân isimlerini hatırlamıyorum ama Kafka Müzesi’nin yanındaki MOET&CHANDON Champagne’da bir şeyler içmenizi şiddetle tavsiye ederim. Ben kahvesini ve kahveme eşlik eden manzarayı çok beğenmiştim. Tatlı sevenler bol bol trdelnik yesin. Dilediğiniz gibi (çikolatalı, meyveli vs.) hazırlanabilen bu tarçınlı sokak lezzeti, bana göre Prag’ın olmazsa olmazlarından biri. Son olarak klasik müzik seviyorsanız, Prag'da dolaşırken Smetana'nın Vltava Nehri’ne bestelediği Die Moldau eserini dinlemelisiniz.
İstanbul’dan Prag’a kısa bir uçuşla ulaşmak mümkün. Biz Sabiha Gökçen’den Prag’ın uluslararası havalimanı Vaclav Havel Havalimanı’na uçtuk ve öğle saatlerinde Prag’a ulaştık. Havalimanından şehre çeşitli ulaşım imkânları olsa da biz Airport Express adı verilen otobüsleri kullandık. Kişi başı 60 Çek korunası yani yaklaşık 7 TL idi. Bu otobüslerin son durağı Hlavni Nadrazi Tren İstasyonu olduğu için bize her açıdan uygun geldi. Siz de bütçe ve konaklama açısından taksi veya otobüs gibi kendinize en uygun ulaşım çeşidini seçebilirsiniz.
Prag ile ilgili önemli bir bilgi, AB üyesi olan ÇekCumhuriyeti’nin Euro bölgesinde yer almaması, dolayısıyla para biriminin farklı olması. Bize başta son derece zor ve garip gelse de alışılmayacak bir durum değil. Euro ile gezmeye alışkınız ve açıkçası Prag ve Budapeşte’den sonra Euro bölgesinde gezmenin ne kadar kolay olduğunu anladık. Türkiye’den giderken karışıklık yaşamamak için sadece euro aldık biz ve Prag’ta euro verip koruna aldık. Çok zorlandığımızı söyleyemeyiz. Özellikle Prag’da döviz işleri herkesin en çok uyardığı konu. Döviz bürolarında kur ciddi oranda değişebiliyormuş, eksik veya fazla para verilerek kazıklanma durumu söz konusu olabiliyormuş. Böyle bir durum yaşamamak için, havalimanında biletimizi kartla aldık, otele vardıktan sonra da güvenli bir büro sorduk ve otelimize çok yakın olan Florenc İstasyonu’nun içindeki bürodan koruna aldık. Koruna aldıktan sonra ilk işimiz yine istasyon içindeki yerden yiyecek içecek bir şeyler almak oldu ve satıcı kadın ona verdiğimiz banknot karşılığında (200 veya 2.000 gibi bizce büyük bir paraydı) para üstü olarak demir para verince ilk afallamamızı yaşadık. Önce kazıklandığımızı düşündük ama hesap yapınca sorun olmadığını anladık.
Prag’da elbette konaklama açısından seçenek bol ve Prag’ın oldukça uygun bir şehir olduğunu söyleyebiliriz. Biz hem Cesky Krumlov’a hem Viyana’ya otobüsle geçeceğimiz için Florenc Otobüs İstasyonu’nun içinde diyebileceğimiz Hostel Florenc’de konakladık. 3 gece için 3.320 koruna yani 418 TL’ye konakladığımız Hostel Florenc için kaldığımız en güzel yer diyemeyiz ancak çok da sorun yaşamadık. Ortak banyolu çift kişilik bir oda ayırmıştık. Ortak banyo ise iki oda tarafından kullanılıyordu ve temizlik açısından sorun yaşamadık. Rahatlık ve olanak açısından orta diyebileceğim hostelin konumu iyiydi. Hostelin merkeze uzaklığı 2 kilometre olduğu için rahatlıkla yürünebilir. Zaten Prag’da bol bol yürümek şart.
PRAG’DA ÜÇ GÜZEL GÜN
Prag denince akla ilk gelen isim herhalde Franz Kafka’dır ve belki de bu sebeple hep bir kasvetli şehir tanımlaması duyulur Prag’dan bahsedilirken. Ben buna hiç katılmıyorum. Prag sakin, güzel, şirin bir şehir. Ben masalsı şehir diyenlerin tarafını tutuyorum. En güzel tarafı da her yer birbirine yakın, gezginler açısından gezilmesi son derece kolay. Biz Prag’da üç günümüzü nasıl geçirdik, şimdi biraz ondan bahsetmek istiyorum.1. GÜN
Yukarıda da bahsettiğim gibi İstanbul’dan Prag’a öğle saatlerinde ulaştık ve akşamüzeri direkt şehri gezmeye başladık. Otelden yürüyerek yaklaşık yarım saatte şehir merkezine vardık. Eski Şehir Meydanı (Staroměstské náměstí), Astronomik Saat, Karl Köprüsü (Karlovy Most) ilk gördüğümüz yerler oldu. Eski Meydan, Prag’ın en ünlü meydanı ve Prag’da gezen herkesin gezisine başladığı yer belki de. Tarihi çok eskilere dayanan bu meydanda ve etrafında görülecek çok şey varsa da en ünlüsü ve ilginci Astronomik Saat. 15. yüzyılda Hanus adlı bir usta tarafından tasarlanan bu saatte 12 saat dilimi 12 burcun simgesinigöstermekte. Üzerindeki kuklalar, heykeller ve diğer detaylarla bezeli bu saat gerçekten muhteşem, dolayısıyla turistler arasında da oldukça popüler. Özellikle her saat başı gerçekleşen gösteri büyük ilgi çekiyor. Bizde herkes gibi saat başı olmasını bekliyoruz. Gongun çalışmasının ardından açılan pencereden İsa’nın 12 havarisi geçiyor ve horozun ötüşüyle gösteri son buluyor. Saatteki her detayın bir anlamı var. Buna ilişkin bilgilere internetten kolayca ulaşmak mümkün. Son olarak saati yapan ustanın bir benzerini yapamaması için Kralın emriyle kör edildiğini belirtmeden geçmeyelim.

Eski Şehir Meydanı’ndan yaklaşık on dakikalık bir yürüyüşle Vltava Nehri’ne ve Karl Köprüsü’ne ulaşmak mümkün. Nehir üzerindeki Karl Köprüsü, Prag şehrinin bir diğer önemlisimgesi. Yaya trafiğine açık, her daim ressamlar ve müzisyenlerle dolu ve üzerindeki heykelleriyle ünlü bu köprü gerçekten muhteşem ve bana göre Vltava Nehri ve Karl Köprüsü güzellikte birbiriyle yarışıyor. Prag’da ilk akşamımızı Nazım’ın da gittiği kafe olarak bildiğimiz ve gezilecek yerler listemizde yer alan Cafe Slavia ile sonlandırmaya karar verdik. Karl Köprüsü’nden kısa bir yürüme mesafesinde ve yine Vltava Nehri kıyısında yer alan kafede yemeğimizi yedik ve Nazım’ın fotoğrafını aramaya koyulduk. Nazım’ın güzel hatırına sevgili kafe çalışanlarının soğukluğuna da katlandık. Kafe güzel, yemekler fena değildi; Vltava’nın güzelliği ve Nazım’ın hatırı da olunca çalışanları biz pek önemsemedik. Gidip siz de bir bakabilirsiniz bence. Ayrıca kafeden çıktığımızda hava iyiden iyiye kararmıştı ve bir şehrin akşam ne kadar güzel olabileceğini de görmüştük. Işıklandırılmış Prag gerçekten büyüleyici oluyormuş, dedikleri kadar da varmış.

2. GÜN
Prag’da ikinci günümüzü Prag Kalesi ve Petrin Tepesi bölümlerine ayırmaya karar verdik. Kale kısmına doğru yürürken Karl Köprüsü’ne çok yakın bir meydan olan Malostranske Namesti’ye ulaştık ve burada bulunan St. Nicholas Church yani Aziz Nikola Kilisesi’ne gittik. Çan kulesinden Prag şehir manzarasının tadını çıkardık.
Ardından kaleye doğru yolumuza devam ettik. Kale kısmı bir kompleks gibi düşünülebilir. Aziz George Bazilikası, Aziz Vitus Katedrali, Altın Yol, Eski Kraliyet Sarayı ve Kraliyet Bahçeleri gibi bölümler görülecek yerler arasında. Krallar ve kraliçelere ev sahipliği yapan kale, günümüzde halen cumhurbaşkanlığı konutu olarak da hizmet vermekteymiş. Prag’ta ilk gün gezdiğimiz her yerden kolaylıkla görülen bu kısım hakkında bizim bilmediğimiz şey, giriş sırasında yaşanabilecek yoğunluktu. Biz geze geze öğlene doğru kaleye vardığımızda çok uzun bir kuyrukla karşılaştık ve bu nedenle de kale kompleksinin içine giremedik. Meydandaki güzel binaları görmek ve çoook sempatik sokak sanatçılarının güzel müziklerini dinlemekle yetindik. Yine de çok güzel bir öğleden önce geçirdik ancak siz daha erken giderek böyle bir durumdan kaçınabilirsiniz. Kale kompleksi sabah 06.00 akşam 22.00 saatleri arasında açık ancak her kısmın açılış kapanış saatlerini kontrol etmekte fayda var. Örneğin Aziz Vitus Katedrali 17.00’da ziyarete kapanıyor. Güncel bilgiler şu siteden kontrol edilebilir: https://www.hrad.cz/en/prague-castle-for-visitors/opening-hours

Kaleden sonra yolumuz tesadüf eseri Nerudova Sokağı’na düştü. Prag’ı sevmek için bir başka sebep daha bulmuştuk. Kale ile nehir arasında kalan bu güzel sokak, burada yaşamış Çek yazar Jan Neruda’nın ardından bu ismi almış. Evlere numaralar verilmeden önce evlerin tanımlanması için kullanılan simge ve şekillerle de ünlü olan bu sokak, gerçekten çok güzel ve görülmesi gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca kale gezisi sonrası açıktıysanız, yine tesadüf eseri bulduğumuz Bread Gap adlı sandviç dükkânına mutlaka uğrayın. Gerçekten sandviçleri, minik atıştırmalıkları ve güler yüzlü personeliyle harika bir yer.

Karnımızı doyurduktan sonra Prag’ın diğer bir simgesini görmeye gittik: JohnLennon Duvarı. Minik bir sokakta kocaman ağaçların altında bulunan John Lennon Duvarı’nın kendisini ve bulunduğu sokağı çok beğendim. Biraz kalabalıktı ancak müzisyenlerle birlikte ortam daha da güzelleşmişti. Ceketimizi yere serip bir müddet müzik dinleyip bu hoş ortamın keyfini çıkardık. Ardından sevgili John Lennon ile klasik pozlarımızı da çekip yola koyulduk.



Sıra bir Prag klasiği olan Franz Kafka Müzesi’ne gelmişti. Birçok yerin birbirine yakın olması sayesinde bu kadar çok yeri doya doya görebiliyorduk ancak ben müzeye girmek istemedim. Onun yerine hemen müzenin yanındaki kafede Vltava Nehri’ne nazır kahvemi yudumladım. Eşim ise müzeye gitmeyi tercih etti ve tam Kafka’ya göre bir müze olduğunu düşünüyor. Kafka’nın elyazmalarının da bulunduğu müzenin güncel bilet fiyatı 200 CZK. Ayrıca müzenin dışında enteresan bir heykel çalışması var, gerçekten şaşırtıcı, gidin görün derim.

Eşimin müze benim ise kahve keyfimizin ardından Petrin Tepesi’ne doğru yola koyulduk. Tepeye ulaşım için füniküler kullanılıyor. Merkezden kısa bir yürüyüşle Ujezd Sokağı’ndan kalkan fünikülere binerek kısa sürede tepeye ulaşabilirsiniz. 1891 yılında Eyfel Kulesi’nin bir benzeri olarak inşa edilmiş 60 metre uzunluğundaki Petrin Gözlem Kulesi, Aynalı Labirent ve Stefanik Gözlemevi bu bölgede görebileceğiniz diğer yerler arasında. Biz akşam saatlerinde vardığımızda hava biraz yağmurlu ve serindi. Yağan hafif yağmur eşliğinde merdivenleri kullanarak kulenin tepesine çıktık ve manzaranın keyfini çıkardık. Kesinlikle Prag’da görülmeye değer bir bölge ayrıca kule, çok güzel çiçeklerle bezenmiş bir bahçeye sahip. Dönüşte ise tepeden aşağıya doğru yürümeyi tercih ettik.


3. GÜN
Prag’a kadar gelmişken Cesky Krumlov’u görmek istemiştik. Prag kadar beğenilen ve övülen bu şehri merak ediyorduk. Florenc İstasyonu’ndan Flixbus otobüsleriyle ulaşım son derece kolay ve ucuz. Elbette tren seçeneği de mevcut. Dolayısıyla bizim 3. günümüzün çoğu Cesky Krumlov’a gidiş, gezme ve dönüşle geçti. Prag’a vardığımızda ise son bir kez Karl Köprüsü ve Eski Şehir Meydanı’nı görmek istedik. Son bir kez trdelnik yedik ve Prag’a veda ettik. Gece manzarası büyüleyici bu şehre veda etmek gerçekten zor oldu. Hem uygun hem bu denli güzel olduğu için Prag, ileride seyahat planlarım için hep bir alternatif olarak kalacak.
Genel olarak bir iki öneri ile yazımı sonlandırmak istiyorum. Para birimi farklı olduğu için para birimi dönüştürme için bir uygulama indirmenizi öneririm. Biz XE Currency diye bir program yüklemiş, rahat etmiştik. Kullandığımız bir diğer uygulama ise maps.me çevrimdışı harita uygulamasıydı. Onu da öneririm. Bol bol yürürken çevrimdışı bir harita yardımcı oluyor. Bir kahvesever olarak Prag’ın kahvelerini beğenmiştim. Biz bu geziyi Eylül 2016’da yaptığımız için tek tek mekân isimlerini hatırlamıyorum ama Kafka Müzesi’nin yanındaki MOET&CHANDON Champagne’da bir şeyler içmenizi şiddetle tavsiye ederim. Ben kahvesini ve kahveme eşlik eden manzarayı çok beğenmiştim. Tatlı sevenler bol bol trdelnik yesin. Dilediğiniz gibi (çikolatalı, meyveli vs.) hazırlanabilen bu tarçınlı sokak lezzeti, bana göre Prag’ın olmazsa olmazlarından biri. Son olarak klasik müzik seviyorsanız, Prag'da dolaşırken Smetana'nın Vltava Nehri’ne bestelediği Die Moldau eserini dinlemelisiniz.
Bu yazı Gezimanya üyelerinden Vildan Kapucu Taştemel tarafından yazılmıştır. Yazılarınızı sitemizde yayınlamak isterseniz üye olabilirsiniz.