Kanarya Adaları: Lanzarote Adası - Arrecife Gezisi

Gemimiz Arrecife’ye yanaşıyor. Lanzarote Adası, Kanarya takımadaları içinde 4. büyük ada, 800 kilometrekarelik bir alanı kaplıyor. Arrefice de Lanzarote’nin baş şehri. İspanya’nın 17 özerk bölgesinden biri burası aynı zamanda. Başkent Arrecife’nin nüfusu ise 57 bin.

Kanarya takımadaları 7 ada, 6 kayalık ve adacıktan oluşuyor. Adalar 14 milyon yıl önce deniz dibindeki patlamalar neticesinde oluşmuş. Günümüzde hâlâ Lanzarote adasında 110 tane aktif volkan bulunuyor.

Adaların adı burada yaşayan köpeklerden geliyor. Adada çok sayıda bulunan köpekleri düşünen Romalılar, buraya “köpek adası” anlamında gelen “Insula Canana” adını vermiş yani ada adını kanaryadan değil köpeklerden almış.

Adada ağaç çok az, ancak üzüm bağları var ve ada şarapçılık konusunda önemli bir yere sahip. Burasının hiç su kaynağı yok, 1960’lı yıllarda deniz suyu arıtılarak kullanıma açılmış ancak bundan önceki yıllarda su tankerlerle Tenerife gibi diğer adalardan getiriliyormuş. En önemli gelir kaynağı turizm ve şarapçılık. Soğan ve üzüm en önemli tarım ürünleri arasında bulunuyor.

Cesar Manrique, Lanzarote doğumlu bir ressam ve mimar. İspanya’da ve daha sonra New York’ta yaşamış ve daha sonra 1968 yılında Lanzarote’ye dönmüş. Adanın sembolü olan şeytan resmi ve heykeli de onun eseri. Ressam ve mimar Cesar Manrique, eserlerinde az renk kullanıyor ve genelde koyu renkleri tercih ediyormuş.

Tarih öncesi patlamalarla oluşmuş adada son patlama 1730 yılında olmuş ve 19 gün lav akışıaralıksızolarak devam etmiş. Önce musluktan su akar gibi, daha sonra bal kıvamında aktığı görülmüş. Tüm katmanlar bariz bir şekilde gözüküyor.

800 kilometrekarelik adanın 200 kilometrekaresini lavlar kaplamış ve pek çok köyü yutmuş. Burada insan kendini bambaşka bir gezegendeymiş gibi hissediyor gerçekten. Adanın yüzeyi adeta Mars veya Ay yüzeyi gibi, hatta Maymunlar Gezegeni filmi de burada çekilmiş.

Buraya ilk gelen Avrupalı, Cenovalı Lancelotto Malocello olmuş. Adının ada ile benzerliğini fark ettiniz değil mi? Evet, bu adaya adını Lancelotto vermiş. 14. yüzyıla gelindiğinde buraya Avrupalılar gelmeye başlamış. Buradaki yerel halk Guançeler denilen halkmış ancak kökenleri bilinmiyormuş, muhtemelen Güney Afrika’dan gelen yerliler oldukları düşünülmekte. Avrupa’dan gelen Cenevizliler, Normanlar, Kastilyalılar yerlileri yok etmiş ve Alcacova Antlaşması ile tüm Kanarya adaları İspanya’ya vergi karşılığı bağlanmış.

Biz önce Timanfaya Milli Parkı’na gidiyoruz. 30 dakikalık bir yolculuktan sonra buraya ulaşıyoruz. Bu milli park UNESCO tarafından koruma altına alınmış. Milli Park’ta size kürekle yerden kaldırıp elinize taşlar veriyorlar ve bu taşlar 60 derece sıcaklığında. Toprağa bastığınızda da zaten sıcaklığı hissedebiliyorsunuz. Bu taşlar sizde hatıra olarak kalıyor ancak Milli Park içinden kafanıza göre taş almak kesinlikle yasak. Daha sonra bizi yana doğru yönlendiriyorlar. Hemen yan tarafta açılmış kuyu gibi bir alanda bir ot demetini sopayla aşağıya sarkıtıyorlar. Buradaki taşların sıcaklığından otlar alev alıyor, bu küçük gösteri gelen tüm turistlere yapılıyor.

Bir başka alanda ise 4-5 adet delik var, bu deliklerden aşağıya metal boru uzatılmış. Bu deliklerden bir kova su boşaltıyorlar, 7-8 saniye içinde patlama sesiyle birlikte su, buhar olarak geri fırlatılıyor. Burada yer kabuğunun 14-20 metre kadar altında sıcaklığı 100 ile 600 derece arasında olan magma tabakası bulunuyor.

Milli Park’ta güzel de bir restoran var ve magma tabakasına inen bir kuyu açılmış ve üzerine ızgara konmuş, etlerini magma sıcaklığında pişiriyorlar. Biz kendi gözümüzle magma tabakasını gördük, fotoğrafı da hemen aşağıda. Buraya gelirseniz bu bölgeyi gezip kafe ve restoranına oturmanızı tavsiye ederiz.

Milli Park içinde yalnızca büyüktur otobüsleri dolaşabiliyor. Küçük arabalara ve yayalara kesinlikle izin yok. Biz Milli Park içinde otobüsle yarım saatten fazla dolaştık, bu sırada bazı yerleşim yerlerini yutan kraterleri, katman katman donmuş lavları gördük. En iyisi ben size bir fotoğrafla gördüğüm şeyleri anlatayım, bırakalım fotoğraf konuşsun.

Timanfaya Milli Parkı’ndan çıktıktan sonra küçük bir sahil kasabası olan El Golfo’ya geldik. Burası adeta bir doğa harikası. Masmavi denizi, siyah kumları, yeşil gölü…

Burada biraz gezindikten sonra da yolumuz Los Hervideros’a düştü. Burası da İspanya’da turistlerin sıkça ziyaret ettiği yerlerden biri. Kıyıdaki bu bölge, lav ve erozyonun katılaşmasıyla oluşan çok sayıda sualtı mağarasına sahip. Burada turistler uçurumlarda dolaşabilir, labirent gibi sualtı mağaralarında gezebilirler. Aynı zamanda yılın bazı dönemlerinde de Atlas Okyanusu çok şiştiğinde burada deniz suyu sprey gibi yukarıya püskürüyormuş ve kükrermiş gibi bir ses çıkarıyormuş. Biz denk gelmedik ama belki siz gelirsiniz.

Buradan çıktıktan sonra şarap tadımı için La Geria’ya geldik. Önce şarap bağlarını gezdik ve gerçekten çok ilginçlerdi. Etrafları siyah volkanik taşlarla çevriliydi ve huni şeklinde kazılmışlardı. La Geria’da tattığımız şaraplar volkan külleri üzerinde yetişen son derece lezzetli üzümlerden imal ediliyormuş, dilerseniz satın da alabiliyorsunuz.

Burada bir süre gezdikten ve şarap tadımı yaptıktan sonrada okyanustan tuz elde edilen bölgeye geldik. Bu yüzyılın başlarında adaların en büyük gelir kaynağı tuz endüstrisiymiş ancak bu durum zamanla azalmış. Bir zamanlar dünyanın her yerine ihraç etmek amacıyla tuz üretiliyormuş ancak artık eski günlerdeki kadar yoğun şekilde yapılmıyormuş diye bilgi aldık.

Buradaki gezimizi tamamladık, bir yanardağın nasıl bir şehrin turizmine katkısı olabileceğini gözlerimizle gördük. Bize kendimizi dünyadan uzaktaymış gibi hissettiren Arrecife’ye mutlaka gelmeniz gerektiğini ve bu hissi tatmanız gerektiğini düşünüyorum. Buraya gelmişken trekking turlarına da katılabilirsiniz. Ayrıca şubat sonu mart başında burada çok büyük bir festival oluyormuş. Önce festival kraliçesi seçiliyormuş ve festival başlıyormuş. Rio Karnavalı’na benzetilen bu festival Lanzarote’de olduğu gibi diğer Kanarya adalarında da yapılıyormuş, gezinizi bu döneme denk getirirseniz uğramanızı tavsiye ederim. UNESCO tarafından koruma altına alınmış Milli Parkı da buraya geldiğinizde mutlaka görmelisiniz.

NURHAN YILMAZ

Yazar Hakkında

NURHAN YILMAZ

1951 İstanbul doğumluyum. Yıl içinde dönüşümlü olarak Sinop, Bodrum ve İstanbul’da yaşamaktayım.Küçük yaşlarda babamın mesleği gereği, Türkiye’nin pek çok farklı şehirlerinde yaşadım.