Neden Kenya, Nairobi ve Masai Mara

Yeni yüzyılın yaşam tarzı insanları apartman hayatına mahkûm ettikçe belgesel kanallarına talep arttı. İnsanların tematik televizyon kanalları izleme alışkanlıkları, ana akım televizyon kanallarına göre, daha bireysel ve bilgilendirici yayın yaptığı düşünüldüğünden özellikle gençlere olumlu etki oluşturup daha fazla talep sebebi oluyor. Belgesel kanalları da bunların başında gelmekte.

İnsanlar belki bir şekilde paraya ulaşmaya başladılar ama şehir hayatı, insan yaradılışında var olan “doğa yaşamına yakın olma duygusu” insanı doğadan uzak tutamamakta. Tetikleyici olan da evimizin içine kadar sunulan ve hatta alt başlıklara kadar bölümlenip “hap gibi” oturduğumuz koltuklarda verilen bu gizemli “doğal” hayatlar.

Örneğin ben, Masai Mara, Büyük Göç ve Serengeti gibi yer isimleri ve terimlerini belgesel kanallarından duyanlardanım. Merak; bilgiye ulaşmak için ilk adım oluyor. Daha çok yakın zamana kadar hemen yanımızdaki bir ülkeden gelen yabancıya uzaylı gibi bakarken şimdi dünya küçük bir şehir haline geldi. Onun için Kenyalı bizi görünce şaşırmıyor, ya da biz bir Brezilyalıyı Nairobi’de görünce yadırgamıyoruz.

Doğal hayatın her yönüyle sürdüğü Masai Mara’yı görmeyi iki yıldır ajandama yazmıştım. Ama Nairobi hakkında okuduklarım yalnız gitmemin önüne set koyuyordu. Nihayetinde, arkadaşım Güçlü Ocakcı teklifimi kabul edince fazla düşünmeden yola koyulduk.

19 şubat saat 21.30 tarifeli uçakla Nairobi için uçaktaydık. Uç deneyimler yaşamaya hazırdık. Afrika’ya dördüncü seyahatim oluyordu ama hep insan eliyle düzenlenmiş park, müze gibi yerleri ziyaret etmiştim. Şimdi durum farklı, kendiliğinden işleyen makro doğa olaylarını ve onun milyonlarca hayvana olan etkilerini ve yerlilerin yaşam şekillerini görme fırsatına artık uçak hızıyla altı buçuk saat uzaklıktaydık.

Nairobi’ye sabah dört gibi varıyoruz. Yeşil pasaportu olmayanların vizeyi 50 dolar karşılığında kapıda almaları mümkün. Sivrisinek bolluğu yüzünden sarıhummaaşısı yaptırma ve deklare etme zorunluluğu var ama kapıda aşı konusunda bir soru ile karşılaşmıyoruz.

Ekvator kuşağında olduğu için gün erken doğuyor, 06.30’da gün ışımış oluyor. Türkiye ile aşağı yukarı aynı meridyenler üzerinde olduğu için saat farkıbulunmuyor. Para birimi Kenya şilini.1 dolar 100 şilin'e karşılık geliyor.

Hayat pahalı mı ucuz mu konusunu şöyle yorumlayabiliriz: Bir yarım pet şişe su 1,5 dolar. Hediyelik magnetler 4 dolar, sonradan anladığım her şey pazarlığa tabi, sizce değeri neyse ürün o fiyatta gibi.

Duş almak için kullanılan su kokuyor. Dikkatli olmakta fayda var. Kulaklara pamuk tıkayıp duş almak doğru bir yol değil, çünkü pamuk hidrofil yani su çektiğinden bundan kaçınmak gerek. İçme suyu olarak kapalı su tercih edilmeli.

İnsanlar günlük iki - beş dolar arası bir ücretle çalışıyorlar. Nairobi’nin merkezinde beyaz insanı sokaklarda görmek imkânsıza yakın. Beyaz insanın zengin olduğu kanısı hâkim. Kapkaç olayları had safhada. Market önünde dururken birkaç genç tarafından ekmek, süt gibi gıdalar almam için markete girmeye zorlandım. Özel eşyalarımı kendilerine vermem gerektiğini söylediler. Yerel bir bağlantı olmadan, spontane gezilecek bir yer olmadığı kanısındayım.

Beş büyük hayvanı görmek buraya gelen tüm turistlerin hayali. Kenya’nın İngilizler tarafından kolonileştirildiği dönemde beyaz avcılar tarafından avlanan fakat avlanması zor beş vahşi, büyük hayvana verilen ortak bir isim İngilizce “Big five”. Günümüzde avlanmaları kesin olarak yasaklanmış olan, olanca yasağa rağmen maalesef kaçak avlanmanın devam etmesi neticesinde nesilleri tükenme tehlikesi altında olan bu hayvanlar için “Big 5” deyimi ormanlar kralı olarak bilinen aslan, kendi başına yaşayan, asosyal leopar, zekâsıyla ünlü Afrikafili, güçlü Afrikamandası ve boynuzları için çok büyük paralar ödenen siyah gergedanlar için kullanılmakta.

Ülkede İngilizce ve Svahili dili herkes tarafından konuşulan resmi diller, 40’tan fazla kabile mevcut ve her kabilenin kendi dilivar, yani insanlar İngilizcenin yanı sıra dört veya daha fazla dil konuşuyor. İngiliz kolonisi olduğu için İngiliz kültürü hâkim. Ülkede poşet kullanmak yasak, hatta sokakta sigara içmek için belli alanlar mevcut, yani sigara içmek de yasak. Trafik soldan işliyor. Çaylara süt katılıyor. İsimler İngiliz isimleri. Charles, James, Janet…

Aslan Kral filminden aklımızda kalan “Jambo” ve “Hakuna Matata” meğerse Svahili dilinden alınmış, öğrenince şaşırıyoruz.

Gezimizde ilk durağımız Aberdare National Park. Sık bir ormanın içinde bu park birçok vahşi hayvanı barındırmakta. Bölgenin ve vahşi yaşamın korunmasına adanmış bir hayırsever olan Rhino Ark’ın ismi ile anılan Nuh’un Gemisi şeklinde inşa edilmiş. Geceyi geçirdiğimiz otelin restoranları doğal ortamları içinde yaşayan fil sürülerini seyretme imkânı veriyor. Aberdare, nesli tükenmekte olan siyah gergedanın ikinci büyük sürüsüne konukluk etmekte. Kuş türlerinin fazlalığı da gözümüze çarpıyor. Çalışanlar çevredeki vahşi hayvanların her hallerini biliyor. Bir bacağı olmayan filin öyle doğduğu bilgisini de onlardan alıyoruz.

İkinci durağımız konakladığımız Aberdare’den kuzeybatı yönünde 120 kilometre uzaklıkta. Pembe flamingolarıyla ünlü Nakuru Gölü’ne doğru yola çıkıyoruz. Gerçek bir off-road tadında yolculuktan sonra göl içindeki yerleşkeye ulaşıyoruz. Turistler için özenle inşa edilmiş otel çok sakin ve dinlendirici bir atmosfere sahip.

Pembe flamingo görme hayalimizi suya düşüren nedenin su taşkını yüzünden flamingo yiyeceği olan ve göl içinde bulunan bir çeşit yosunun ürememesi olduğunu öğreniyor ve üzülüyoruz. Çevrede dolaşan zürafa, babun, gergedan, zebra ve aslanlara rastlıyoruz.

Sonraki hedefimiz ise Büyük Göç denen 2 - 2,5 milyon hayvanın beslenmek için Serengeti’nin kuzey ucuna geldiği Masai Mara. Bir ucu Tanzanya’nın kuzeyinden başlayıp kuzeye Uganda’nın içine doğru 15 bin dönümlük bir alan. Ayrıca 1913 - 1931 yılları arasında Nairobi’de yaşayan Danimarkalı Karen Blixen’in gerçek hayatını anlatan Merly Streep ve Robert Redford’un oynadığı 1985 yapımı Sydney Pollak’ın Oscar’lı filmi “Out of Afrika”nın Masai Mara’da çekilmiş olması ilgiyi artıran ayrıntı.

Doğal ortamlarında seleksiyonla hayatta kalan sağlıklı vahşi hayvanları görme fırsatı buluyoruz. Kalacağımız “lodge otel”e yerleşiyoruz. Buradaki otellere lodge yani loca otel deniyor. Bahçesinde beklerken ağaçtan ağaca atlayan çok büyük olmayan maymunları ve kedi yavrusubüyüklüğündekiyavrularını görüyoruz. Hırsız oldukları için küçük çantalarımıza sahip çıkmamız gerektiği bilgisi veriliyor. Su aygırlarının yüzdüğü dere manzaralı odalarımıza yerleştikten sonra hemen safariye başlıyoruz.

İlk gün zebra sürüleri, bufalo sürüleri, Thomson Gazella denen sevimli ceylanlar, yılan zehrinden etkilenmeden yılan yiyen porsuk, hızı ile ünlü sekreter kuşu, güç timsali gergedanlar ve derisi güneşe hassas su aygırları, zarif yürüyüşleriyle zebralar, ailece birlikte avını yiyen ormanın kralı aslanlar görüyoruz. Burada birkaç cümle ile aslanlardan özellikle erkek aslandan bahsetmek istiyorum. Avı dişi aslan yakalıyor, yemek yeme önceliği baba aslan ve anne aslanın. Sonra erkek yavru aslan şeklinde devam ediyor. Erkek aslan yaşlanınca liderliği genç bir erkek aslan devralıyor, yaşlı aslanı gruptan atıyor, avlanmayı bilmeyen erkek ise son yıllarını sefalet içinde geçirip, ya sırtlan sürüsü, ya bir zürafa, ya bufalo ya da başka bir vahşi hayvan tarafından öldürülüyor.

Aslında hayvanlar genelde gece avlanıyorlar. Çita ise bunların dışında. Öğlen avını yiyen bir çita ailesine rastlıyoruz ve bunları görüntüleyen BBC Earth belgesel ekibinin çita belgeseli çektiğini öğreniyoruz.

Liderliğini yaptığı ailesi ile dolaşan tonlarca ağırlıktaki dişi fillere rastlıyoruz. Dişi fil cüsse bakımından erkekten daha iri bir yapıda, hamilelik süresi iki yıl süren filin yavrusu 100 kg civarı dünyaya geliyor. Yaklaşık 40 kilometre hızla koşan fillerin en büyük özelliği kendisine yapılan kötülüğü unutmamaları yani kindar olmaları. Ömürlerinin ise 40 yıl civarında olduğu söyleniyor.

Avını canlıyken yemeye başlayan sırtlanlar, çakal, tilki önümüzden geçiyorlar. Her hayvanın kendine özgü sesi var ama sırtlanların kahkaha atan insan sesine yakın bir ses çıkarması çok ilginç.

Gezinin 5. günü Masai yerlilerinin köylerini ziyaret ediyoruz. Kapitalizm bu vahşi hayata kadar dayanmış durumda. Köyü ziyaret etmek adam başı 40 dolar. Küçük bir törenle karşılanıyoruz. Yerel kıyafetler ve yerel şarkılar eşliğinde gerçekleştirilen seremoniyi çok beğeniyorum.

Masai erkekleri sahip oldukları hayvan sayısı kadar evlenebiliyorlar. Reisin altı eşinin olduğunu öğreniyoruz. İki odun parçası ile ateş yakma tekniğini anlatıp penceresi olmayan evlerini gezdiriyorlar. Masai kadını evini toprak, kuru sap ve fil dışkısından duvarlarını örerek inşasını yapıyor. Bu işlem evlenmeye hazır olduğunun bir ispatı. Köyün altındaki bir nehirde ise yıkanıyorlar.

Ülkede hayvancılık çok ileri. Besledikleri inek, koyun ve keçileri vahşi hayvan saldırılarından korumak için bellerinde sert ağaçtan yapılmış sopa taşıyorlar. Ayrıca da kırmızı bir örtü taşıyarak özellikle aslana tehlike mesajı iletiyorlar.

Göz alabildiğine yayılmış seralarda, özel günlerde hediye amaçlı aldığımız özellikle güller ve diğer çiçekler üretilmekte. Soğuk zincirle sağlanan uçak ulaşımı ile Avrupa ya da ülkemizde satışa sunulmakta. Tabii bu organize tarımı gene İngiliz şirketleri yapmakta. Çiçek seraları yanında, mısır ve kuru fasulye tarlaları, kahveağaçlarından üretilen ürünler genelde işleme tabi tutulmadan ihraç edilmekte.

Sebze, meyve ve etin üretilip kooperatifleşme olmadığı için yol kenarında satıldığı ülkede tüm tarım faaliyetleri insan gücüyle yapılıyor. İnsanlar araç yokluğu nedeniyle ulaşımı yürüyerek sağlıyor. Bu iki nedenle herkes son derece fit. Her zaman düşünürüm bu kara derili insanlara Yaradan torpil geçmiş! Sanki ekstra kas kütlelerine sahipler.

Kenya’nın Nanyuki isimli kasabasından geçerken “Ekvator” yazısı göze çarpıyor. Dünyayı ikiye böldüğü düşünülen Ekvator Çizgisi üzerindeki suyun akış yönünü değiştiren manyetizmanın etki yönü ile ilgili deneyi yapıyoruz. Suyun akış yönü Ekvator noktasından birkaç adım kuzeyde yani Kuzey yarıkürede saatin akış yönünde, Ekvator’un birkaç adım güneyinde yani Güney yarıkürede saat işleyişinin ters yönünde ve Ekvator Çizgisi üzerinde ise dönmeden duruyor. Bu manyetizma ağaç yapraklarını, rüzgârları bile etkilerken, insanoğluna etkisi mutlaka vardır diye düşünüyorum.

Bu seyahatin son gününü Nairobi şehir turuna ayırıp keşfe başlıyoruz. Kenya 1963 yılında bağımsızlığını sağlayan ilk cumhurbaşkanı Jomo Kenyatta’nın ismini birçok resmi daireye vermiş durumda. Ülkeyi şu anda ismi Svahili dilinde özgürlük anlamına gelen oğlu Uhuru Kenyatta yönetmekte.

İnsanların atası homo – erectus’un iki buçuk milyon yıllık fosil kalıntılarının olduğu müze bu şehirde bulunmakta.

Bizdeki yaygın mangal, ızgaraeti pişiren bir restoran benzeri yerde akşam yemeğinde ızgaralanan değişik hayvan etlerinin tadına bakıyoruz. Devekuşu, tavşan, timsah, buffalo, Afrika tavuğu, dana, koyun...

Neticede belleğime kazınan aslında bu insanların bir gülümsemeye hasret bırakılmış olmaları. Aslında çok vericiler ve cana yakınlık maksimum boyutlarda. Arkadaşlık kurduğum bir Kenyalının sözü beni çok yaraladı: ’’Zenci olmak ne kadar zor bilemezsin!’’

Saat 05.30’da bizi İstanbul’a götürecek uçağa yetişmek üzere havaalanına gidiyoruz. Çok uzun yıllardır belleğimde olan Masai Mara’yı görmek, gene yıllar önce bir film ismi olarak duyduğum Klimanjaro Dağı’na yakın olmak çok güzel. Geçirdiğimiz bir haftalık tatilin büyüsü ile altı buçuk saatlik yolculuğun farkına varamadan İstanbul’a iniyoruz.