Sonbahar Senfonisi: Yedigöller - Bolu

Bir süredir sırf fotoğraf çekmek düşüncesiyle Yedigöller’in sonbahar renk cümbüşüyle iç içe olmak ve o muhteşem atmosferi yaşayarak biraz moral depolamayı düşünüyordum.

Geçtiğimiz hafta sonunda, hava raporunun Bolu bölgesini sağanak yağış olarak göstermesine rağmen, Kültür’den (Kültür Bakanlığı) iki arkadaşı da yanımıza alarak, karım ve benle birlikte dört kişi; çadırları, uyku tulumlarını, etimizi, mangalımızı ve diğer nevaleleri arabaların bagajına doldurup Cumartesi günü sabahın 6.00’sında yola çıktık.

Bu arada artı parantez şunu belirtmem gerek; geçtiğimiz hafta içinde Timur’un (Özkan) gönderdiği bir ileti de yağış konusunu hiç dikkate almamamıza neden oldu desem yalan söylemiş olmam. Bu iletide, hafta sonu yağışlarını bahane ederek şehirde hapis kalmayı tercih edenlere bir uyarı niteliğinde hoş bir atasözü vardı. Bosna atasözü: “Seyahatin önündeki tek engel kapının eşiğidir” : ) Aştığın anda özgürsün…

Vivaldi'nin Dört Mevsimi Gibi

Yol konusundaki araştırmalarım doğrultusunda Ulusal Park’a Mengen tarafından girmeyi planlamıştım. Ancak son dakikada Gezimanya’ya gelen Yedigöller hakkındaki bir arkadaşın yazısını okumam üzerine yolu uzatıp Bolu içinden gitmeye karar vermiştim. Gel gör ki Yeniçağa sapağında, o arkadaşın yol yapımı nedeniyle yolun kötü olduğu konusunda uyarısına rağmen, şeytana uydum ve Mengen yoluna saptım.

İlk gördüğümüz benzinlikte bir çay molası verdik. Bu arada yol hakkında patrona danıştığımızda o da Gezimanya’da yazısı çıkan arkadaşın uyarısını yineledi. Fakat yol duble yol ve geri dönüş o noktada olanaksız. Eeee nereden döneceğiz? Birkaç yüz metre ileriden U dönüşü yapabileceğimizi söyledi. Çıktık yola…

Şeytan meğerse bir yere gitmemiş arabada bir yerlerde saklanıyormuş. Yine dürttü beni ve biz U dönüşü yapmadan ilk kafamıza koyduğumuz yolda devam ettik. Biraz sonra Yeniçağa-Zonguldak anayolu üzerinde bir yol inşaatıyla karşılaştık. Yani, her zaman karşılaştığımız olağan bir yol inşaatı. Hiçbir şekilde trafiği engellemiyor. Ben ise sözü edilen yol inşaatı sorunlarını ki burada sorun yoktu, Yedigöller sapağına girdikten sonra yaşayacağız zannediyordum.

Şaaaaans! Öyle bir yol inşaatı yok! : ) Yol da koşullar düşünülürse hiç de fena değil. Ertesi gün dönüşümüzde genel kanının aksine Bolu tarafındaki yol daha sorunlu çıktı.

Yol boyunca 1-2 köyden geçtik. Yol işaretleri hiç sorun değil. İnsanı çok rahatlıkla yönlendiriyor. Anayoldan çıktık ya, doyumsuz güzellikler ara ara kendilerini bize sunmaya başladılar. Gerçekten doyulacak gibi değil… Ama bunlar daha iştah açıcılarmış!

Ulusal Park’a girdiğimiz andan itibaren neredeyse hepimiz kafaları yiyecektik… İşe bak! Çalan CD de bize Vivaldi’nin Dört Mevsimi’ni sunmaz mı? Herkesin ağızlar kulaklarda… Bir sevindirik olduk, bir sevindirik inanamazsın! : )

Bu arada, bir ufak ayrıntı; park girişi araç başına ücret alınıyor. Bunlar yanılmıyorsam İl Özel İdare’nin kazanç hanesine yazılıyor. Bu ödediğimiz paralar da var olan tuvalet, gece aydınlatmaları, kullanıma sunulmuş mangal yerleri ve banklar ile masalar için makul bence. Gerçi tuvaletler çok çok temiz değil ama doğanın göbeğinde bir tuvalet olması bile bir avantaj.

Yağmur? Evet, yağıyordu ama hava raporunun belirttiği gibi bardaktan boşanırcasına değil. Hiç olmazsa bizim rahatlıkla çevreyi gezmemize ve fotoğraf çekmemize izin verdi. Zor olsa da mangalımızı yakıp etlerimizi pişirmemiz, onları afiyetle yememiz ve de hatta bir süre mangalın ateşi çevresinde oturup söyleşmemize bile izin verdi. Ara ara artmasına rağmen ormanlık alanda olmanın avantajı inanılmazdı. Ağaçlar damlaların sana ulaşmasına fazla izin vermiyor. Tabii bir dereceye kadar… Biraz artınca ben çadıra kaçtım. Kızlar bir süre daha sohbet ettiler.

Kendime ayırdığım uyku tulumum düşündüğümden daha zayıf çıktı. Isınmam bayağı zaman aldı. Isındıktan sonra da uykuya geçmem çok çok zaman aldı. Neden mi? Kendini bilmez bir grup sanki orada yalnız kendileri varmış gibi deliler gibi bağır bağır bağırdılar saatler boyunca. Şarkı, türkü söylediklerini sanıyorlardı belki ama avaz avaz bağırmaktan başka bir şey yaptıkları yoktu. İnsanlar neden saygıyı unuttular? Neden bu kadar bencilleştiler? Sevgisizlik en önemli nedenlerden sanırım. Ne kendileri sevgi görüyorlar ne de tabii ki kendileri sevgi görmedikleri için, sevebiliyorlar.

İnanmazsın, aralarında 2-3 kişi sanki diğer insanlardan intikam alırcasına öylesine çığlıklar atar gibi bağırıyorlardı ki bir noktada insan acımaktan başka bir şey yapamıyor. Sinirlenip tepki versen kesin sorun çıkacak, onun için sineye çekiyorsun. Bizden başka bir sürü çadır vardı. Onlardan da bir tepki gelmedi. Neden? Tabii ki bir de hepimizde bir korku yerleşmiş. İnsanca uyarmaktan bile korkuyoruz. Neyse, yine de hafta sonumuzu bu densizlerin saygısızlığına fazla kafa takmama becerisini göstererek kendimize zehir etmedik.

Nazlı Göl ve Büyük Göl'den Sonra Şimdi de Derin Göl'ü Keşfetme Zamanı

Yağış biz çadıra girdikten sonra hızlanarak devam etti. Uyanık olduğum anlarda yağmur damlalarının sesini dinledim. Bu böyle sabahın erken saatlerine kadar devam etti. Sabah kalktığımızda arkadaşlar kahvaltıyı hazırlarken ben de çadırları topladım. Böylece zamandan tasarruf ederek günümüzü uzattık.

Dün şelale tarafından yükselerek Nazlı Göl’e doğru bir keşif yaptıktan sonra Büyük Göl’ün çevresini keşfetmiştik. Bugün de Derin Göl’ün çevresinde uzun uzun, hatta diğer arkadaşları biraz da bıktırırcasına fotoğraf çektim. Sonunda beni beklemekten sıkılıp aramaya çıkmışlar. Neyse ki son anlara denk geldi ; )

Arabalarımıza yerleşip yola koyulduk. Ağır aksak, doğanın ikramlarını sindirerek, bu sefer geldiğimiz yolun aksine Bolu tarafına doğru gidiyoruz. Bir süre sonra uzunca bir zaman bizi terk etmeyecek yoğun bir sise girdik. Sisten kurtulmadan önce yüksek bir noktada bazı bitkilerin üzerinde çiğ görünce hemen görüntülemek üzere durdum. Bir de ne göreyim? Çiğ değil resmen buz. Muhteşem bir görüntü! Yani, beni bıraksalar onlarca fotoğraf çekeceğim ama ; ) Koyulduk yine yola. Aaaaa! Tipi! Kar yağmaya başladı. Çocuklar gibi şenlendik : )

Bir süre sonra kar da bitti, sis de bitti. Yeniden doğanın zengin ikramlarıyla karşı karşıya kaldık. Hatta bir köyün yakınlarında güneş bile azıcık da olsa yüzünü gösterdi ve inanılmaz güzel bir görsel şölen sundu. İşe bak, iki gün (saat olarak alırsan 30 saat civarı) boyunca neler neler gördük, yaşadık. Doğa! Muhteşem! Ne kadar insafsızca davransak da bize moral vermeye devam ediyor…

GEÇKİN GEZGİN

Yazar Hakkında

GEÇKİN GEZGİN

A. RÜŞTÜ HATİPOĞLU (GEÇKİN GEZGİN)Rüştü öyle bir fanidir ki, neredeyse bebekliğinden beri gezgindir… Ankara-Polatlı yolunda gördüğü çingene obaları ona bu virüsü aşılamıştır.