Tarihin Peşinde İzmir

İzmir’in zengin tarihî geçmişi 8500 yıl öncesine dayanıyor. Büyük İskender’in Doğu seferinin ardından şimdiki isimleriyle Kadifekale ile Kemeraltı aksında kurulan ve yaklaşık 2300 yıldır bu merkezlerin arasında büyüyüp gelişen kentin önce Helenistik ve sonra Roma dönemlerinden günümüze miras kalan Efes (Selçuk), Pergamon (Bergama), Kadifekale, Agora, Antik Tiyatro gibi ören yerleriyle Osmanlı Dönemi’nde Kemeraltı Çarşısı, Kızlarağası Hanı ve Ayavukla Kilisesi gibi farklı dinî, kamusal ve sivil mimari örneklerini barındıran mahalleleri, İzmir’in bir açık hava müzesi mozaiği olmasındaki en büyük etkenler.

İzmir’in bu zengin tarihinin miraslarından bazılarına birlikte tekrar göz atmaya ne dersiniz?

Efes Antik Kenti

İzmir denince Selçuk ilçesindeki Efes Antik Kenti kimin aklına gelmez ki? İsmini Eski Yunanca kökenli “Ephesos” kelimesinden alan Efes, önce Klasik Yunan Dönemi’nde İyonya’nın 12 şehrinden ve daha sonra da Roma Dönemi’nin Batı Anadolu’daki önemli yerleşkelerinden biriydi. Kuruluşu Cilalı Taş Devri’ne, M.Ö. 6000’li yıllara dayanıyor. UNESCO tarafından 1994 yılında Dünya Mirası Geçici Listesi'ne dâhil edilen Efes, Dünya Mirası olarak 2015’te tescil edildi.

Efes, tarihi boyunca birçok kez aynı bölgenin farklı kısımlarında gelişen bir şehir olduğu için, kalıntıları 8 kilometrekareye yaklaşan, geniş bir alana yayılır. Ayasuluk Tepesi, Artemision, Efes ve Selçuk olmak üzere dört ana bölgede bulunan harabeler yılda ortalama 1,5 milyona yakın sayıda hem yerli hem de yabancı turist tarafından ziyaret ediliyor. Tümüyle mermerden yapılmış ilk kent olma özelliğindeki Efes'teki başlıca yapılar ve eserler M.Ö. 7’nci yüzyılda yapıldığı düşünülen ve günümüzde Dünyanın Yedi Harikası’ndan biri olan Artemis Tapınağı, mezar-anıt niteliği de taşıyan Celcus Kütüphanesi, İsa’nın annesi Hz. Meryem’in yaşamının son yıllarını geçirdiğine inanılan Meryem Ana Kilisesi, adını aynı adlı efsaneden alan Yedi Uyurlar (bir diğer adıyla Ashab-ı Kehf), Antik Stadyum ve Anadolu Mimarisi’nin ilk örneklerinden biri olan İsa Bey Camii’dir. Bunların yanında isimlerini buraya sığdıramayacağımız sayısız değerli tarihî yapıyı ve eser de bölgede görmeniz mümkün.

Pergamon

Günümüzde Bergama ilçesinin bulunduğu merkezin yerinde kurulmuş ve M.Ö. 282-133 yılları arasında Pergamon Krallığı’nın başkentliğini yapmış olan antik kenttir. Eski çağlarda Misya Bölgesi’nin önemli şehirlerinden biri olan Pergamon’un ismi, anlatılan efsanesinin kahramanı Pergamos’tan gelmektedir.   Pergamos'un, Teuthrania Kralı’nı öldürdükten sonra şehrin yönetimini ele geçirdiği ve kente kendi adını verdiği rivayet edilir. Diğer bir hikâyeye göreyse Teuthrania Kralı Grynos bir savaşta Pergamos’tan yardım istemiş ve elde ettiği zaferden sonra iki ayrı kent kurdurtarak, birine yardım aldığı Pergamos’un ismini, ötekine de Gryneion adını vermiştir. Pergamon Krallığı'nın başkenti olduktan sonraki dönemde kente saray, tapınak, tiyatro gibi yapılar inşa edilmiş; yerleşim alanının etrafı kuleler ve surlarla çevrilmiştir. Pergamon Krallığı’nın Roma İmparatorluğu’nun hâkimiyetine geçmesinden sonra da Batı Anadolu'nun önemli şehirlerinden biri olmaya devam etmiştir.

Antik kentin kalıntıları ilk olarak 1870'li yıllarda Batı Anadolu Demiryolu’nun döşenmesi esnasında, Alman Mühendis Carl Humann tarafından bulundu ve kazı çalışmalarına da 1878'de başlandı. Pergamon’daki en görkemli yapı olan Zeus Sunağı’nın kalıntıları yine Carl Humann tarafından aynı yıllarda, o zamanın Prusya'sına götürüldü. Zeus Sunağı günümüzde Berlin'deki Pergamon (Bergama) Müzesi'nde sergileniyor ve her yıl binlerce turist tarafından ziyaret ediliyor.

Bergama Pergamon Antik Kenti’ndeki bilimsel çalışmalar günümüzde de hâlen sürmekte. 2011 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası Geçici Listesi’ne dâhil edilen Pergamon, 2014’te Dünya Mirası olarak tescillendi.

Kadifekale

Makedonya Kralı Büyük İskender’in isteğiyle, kralın generallerinden Lymachos tarafından M.Ö. 4. yüzyılda, Eski İzmir’in (Smyrna) dışında, kentin 186 metre rakımlı Pagos Dağı yani günümüzdeki adıyla Kadife Dağı’nın üzerinde yeniden kurulduğu alandır. Kadifekale’de bulunan Helenistik, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait tarihî kalıntılar günümüze kadar gelmiştir. Bölgede yaşayan Amazon kadınlarının Grekçe “Pagos” yani “Tepe” kelimesinden ismini alan dağın eteklerinden inip, hâkimiyetlerini uzun yıllar boyunca sürdürdüklerine inanılmaktadır.

Rivayet odur ki Büyük İskender İzmir’e geldikten sonra, o zamanlar ormanlarla kaplı olan ve “Pagos” adı verilen Kadifekale’nin, adını kutsal bir su perisi olan Çifte Nemesis’ten alan Nemesis Kutsal Alanı’nda avlandığı sırada ulu bir çınarın altında uykuya dalmış. Rüyasında gördüğü Çifte Nemesis, Kral İskender’den yeni İzmir şehrini uykuya daldığı bu tepenin eteklerinde kurmasını istemiş. Büyük İskender rüyasını Klaros’un Apollon Kâhini’ne anlatarak onun fikrini sormuş ve Kâhin, İskender’in rüyasını tek bir cümleyle yorumlamış: “Kutsal Melez Çayı’nın kenarındaki Pagos Tepesi’nin eteklerine yerleşecek olan İzmir halkı, eskisinden dört kat daha mutlu olacak."

Agora

Günümüzde Konak ilçesi sınırlarının içerisinde bulunan ve Smyrna Agorası ismiyle de bilinen Agora Antik Kenti, M.Ö. 4. yüzyılda kuruldu. O dönemde kentin devlet agorası olarak işlev gören yapı, M.S. 178 yılında yaşanan büyük depremde zarar görmesinin ardından, Roma İmparatoru Marcus Aurelius’un emriyle yeniden inşa edildi. Osmanlı Dönemi’nde mezarlık ve namazgâh olarak kullanıldı. İlk kazı çalışmalarının 1932 yılında yapıldığı Agora Antik Kenti; Kuzey Stoa (Bazilika), Batı Stoa, Faustina Kapısı - Antik Cadde ve Graffitiler’den oluşan bölümlere ve yapılara sahiptir.

Agoralar genel anlamda antik kentlerin siyasî, idarî, adli ve ticarî merkezleriydi. Eski dönemlerde her kentin merkezinde Agoralar için birkaç yapı adası ayrılır ve bu alanın etrafı “portiko” ismi verilen sütunlu galerilerle çevrelenirdi. Galerilerin arkalarında Bouleuterion (Meclis Binası), Prytaneion (resmî geçit, tören ve toplantıların yapıldığı, yemeklerin düzenlendiği yapı), resmî ofisler, mahkeme, borsa, arşiv veya kütüphane, et ve balık pazarı, Latrina (umumi tuvaletler) gibi kamu yapıları yer alırdı. Portikolar aşırı güneşli sıcak ya da yağmurlu soğuk günlerde insanların korunması ve sığınması için kullanılan, yarı açık alanlardı. Agoraların avlularında önemli kişileri karşılamada, yapılan anlaşmalarda ve törenlerde kullanılmak üzere dikilmiş basamaklı anıtlar, heykeller, dinî törenlerde sunu yapılan altarlar, exedralar yani mermerden oturma yerleri, kentin kutsal sayarak taptığı bir tanrı için yapılan tapınak ve sabit sunağı da yer alırdı.

Antik Tiyatro

Otto Berg ve Otto Walter’ın 1917-1918 yıllarında yaptıkları araştırmalarla Kadifekale ile Agora’nın arasındaki bölgede yer aldığı belirlenen Antik Tiyatro’nun Roma Dönemi’nde inşa edildiği ve yaklaşık 16 bin kişi kapasiteli olarak tasarlandığı düşünülüyor. Erken Hristiyanlık yani Roma İmparatorluğu’nun Paganizm Dönemi’nde Havari ve İncil yazarı Sen Jan’ın ilk müritlerinden biri olan İzmirli Sen Polikarp’ın (Saint Polycarpe) İzmir’de Hıristiyanlığı yaydığı gerekçesiyle bu tiyatroda öldürüldüğü ve tiyatronun tarihin birçok trajik olayına şahitlik ettiği, eski kaynaklarda öne sürülen tezler arasında.

İzmir Büyükşehir Belediyesi, Antik Tiyatro’nun bulunduğu düşünülen bölge için oluşturduğu Kadifekale – Tiyatro ve Çevresi Koruma Amaçlı İmar Planı’nda ikinci derece sit alanı olarak belirlediği alanı Arkeoloji ve Tarih Parkı olarak düzenleme çalışmalarına hâlen devam ediyor.

Kemeraltı Çarşısı

Kemeraltı Çarşısı  veya İzmir’in içinde yaygın olarak sadece "Kemeraltı" ismiyle tabir edilen, Konak’taki Mezarlıkbaşı semtinden ilçe meydanına kadar uzanan, İzmir’in hem geçmişinde hem de bugününde ağırlıklı olarak ticaret faaliyetlerinin yürütüldüğü, bulunduğu semtle özdeşlemiş olan tarihî çarşısıdır. Osmanlı Dönemi’nde, 1650-1670 yılları arasında deniz kıyısının doldurmasıyla yeni yerleşim alanlarının, ticarethanelerin ve hanların oluşturulmasıyla ortaya çıkmıştır. 1650-1670 yıllarından itibaren deniz kıyısının doldurulması ve yeni yerleşim alanları ile ticarethanelerin açılması ile oluşturulmuştur. 19. yüzyıl İzmir’inin ticaret hayatının can damarı durumunda olan Kemeraltı Çarşısı eski hanlardan ve bedestenlerden oluşmaktaydı ve bünyesinde barındırdığı dükkânlar daha çok yerli halka hitap etmekle birlikte, özellikle dar gelirli ailelerin ihtiyaçlarına yönelik olarak varlıklarını sürdürüyorlardı. Demirciler, kömürcüler, çiviciler, baharatçılar ve saman pazarı gibi ticarethaneleri kapsayan çarşıda her bir ticarethane grubu için ayrı bölümler oluşturulmuştu.

Kemeraltı Çarşısı 19. yüzyıl sonlarına kadar üzeri tonoz ve kiremitle örtülü olarak, sokaklarda kurulmuş bir kapalı çarşı özelliğindeydi. Ancak bu özelliğinden zamanla uzaklaşmış ve günümüzde İzmir’in önemli bir alışveriş merkezi hâline dönüşmüştür. Tonozlu ve kubbeli az sayıdaki dükkânlar bu ayırt edici özelliklerini korumuş olmalarına rağmen; son yıllarda ağırlıklı olarak modern iş merkezleri, mağazalar, kafeteryalar ve sinemalar bölgede yer almaya başlamıştır.

Kızlarağası Hanı

Osmanlı Dönemi’nde, 1744 yılında Kızlarağası Hacı Beşir Ağa tarafından inşasına başlanan ve bir yıl sonra tamamlandığı düşünülen han, Kemeraltı’ndaki en eski yapılardan biri olma özelliğindedir. İzmir Liman Kalesi'nin hemen arkasında yer alan ancak sonradan yapılan kıyı dolguları nedeniyle günümüzde deniz kıyısından yaklaşık 200 metre kadar içeride kalan han, konumu itibarıyla İzmir açısından yapıldığı dönemin en önemli yapılarından da biridir.

İki katlı hanın alt katı alışveriş ve ticaret, üst katı ise konaklama ve barınma amacıyla kullanılmıştır. Alt katında develerin yüklerini boşalttığı, malların depolandığı ve pazarlandığı dükkânlar bulunan han, limana yakın konumu dolayısıyla canlı bir nokta olmuş; belli dönemlerde özellikle iç avludaki dükkânlarıyla bir çeşit borsa işlevi de görmüştür. Ancak hem 18. ve 19. yüzyıllarda ulaşım ve taşıma alanlarında yaşanan birtakım teknolojik gelişmeler sonucu meydana gelen değişikliklerle, hem de ekonomik merkezlerin buna bağlı olarak yer değiştirmeleriyle birlikte Kızlarağası Hanı da önemini yavaş yavaş kaybetmiştir. Han, gece konaklamalarının sona ermesinden sonra yalnızca ticarî malların indirilip depolandığı bir yer hâline gelmiştir. 1993 yılında restore edilmesinden sonra, günümüzde hâlen turistik bir çarşı olarak hizmet veren Kızlarağası Hanı'nda çok çeşitli el sanatları ürünlerini, halıları, deri kıyafetleri ve hediyelik eşyaları bulabilir; hanın avlusunda bulunan üzeri açık çay bahçesinde otantik havasını soluyarak yorgunluğunuzu atabilirsiniz.

Ayavukla Kilisesi

Asıl adıyla Aziz Vukolos Kilisesi, Rum Ortodoks Cemaati tarafından 19. yüzyılın ikinci yarısında, Basmane semtinde inşa edildi. 1922 yılında meydana gelen büyük yangından etkilenmeyen tek Rum kilisesidir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1924’te verdiği emirle, İzmir ve çevresindeki tarihî eserleri sergilemek amacıyla “Asar-ı Atika Müzesi” olarak hizmete girdi. Sonraki yıllarda Kültür Bakanlığı tarafından  opera çalışma salonu olarak kullanıldı. Bu dönemde geçirdiği yangında tamamen kullanılamaz hâle gelen ve mülkiyeti önceleri Maliye Hazinesi’ne ait olan yapı, Millî Emlak Genel Müdürlüğü tarfından “Korunması Gerekli Kültür Varlığı” statüsünde tescil altına alınarak, İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne tahsis edildi.

İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Mimarlık Fakültesi Restorasyon Bölümü’nün hazırladığı proje doğrultusunda başlatılan restorasyon çalışmaları 2009 yılının sonunda tamamlandıktan sonra kilise, İzmir’de çeşitli etkinliklerin yapıldığı gözde kültür sanat mekânlarından biri hâline geldi. Yapının iki müştemilatından biri Basın Müzesi, diğeriyse ünlü modacılar Esin Yılmaz ve Hanife Çetiner Anı Evi olarak kullanılmakta. Hâlen devam eden çalışmalarla, Aziz Vukolos Kilisesi’nin çevresinde, tarihî üç konutla birlikte eklenecek yeni yapılarla buradaki sosyal ve kültürel yaşamı zenginleştirecek yeni mekânlar kazandırılacak. Bu mekânların kafe, el sanatları atölyesi, sergi alanı ve kadın dayanışma merkezi gibi işlevlerle değerlendirilmesi hedeflenmekte.