İnançların Kesiştiği Nokta, Mardin

Uçsuz bucaksız Mezopotamya ovasına tepeden bakan Mardin, onlarca din ve kültüre tanıklık etmiş olup, pek çok inancın kesişim noktasıdır. Bu yönü ile Kudüs’e benzetilebilir. Yaklaşık 7 bin yıllık tarih ve kültür yatıyor bu topraklarda. Arami, Süryani, Sümer, Akad, Babil, Asur, Pers, Bizans, Arap, Selçuklu, Artuklu, Osmanlı dönemlerine kucak açmış olup, Müslüman, Süryani, Yezidi, Yahudi gibi farklı din ve etnik kültürlerin kaynaşma noktasıdır. Bu kadar etnik kökeni buluşturan bu topraklarda hoşgörü ve sevgi her yerde hissediliyor. Sadece bu yönü ile Mardin, insanlığa örnek bir kent olmayı hak ediyor. Camileri, kiliseleri, ilim ve irfan yuvası medrese ve manastırları, doğası, tarihi, gelenekleri ve kendine has mimarisi ile Mardin muhteşem bir hazine.

Mardin demişken Süryani’lerden bahsetmek gerekli. Süryani’ler soylarını Nuh peygamberin çocuklarına dayandırıyor. İbadet dilleri semitik dil grubuna giren Aramice. Aramice Arapça-İbranice karışımı bir lisan. Bölgenin kültüründe önemli bir yer tutan Süryani’lerin nüfusu günümüzde oldukça azalmış. Ancak 30 – 40 aile kalmış.

Tarihi İpekyolu üzerinde bulunan Mardin, Yukarı Mezopotamya’nın en eski şehri. Sırt sırta yapılmış cami ve kiliselerden yükselen ezan ve çan sesleri birbirine karışıyor adeta.

Ermeni – Süryani mimarisi ile yapılmış bölgeye has kesme taş evleri, kiliseleri, İslam mimarisi ile yapılmış camileri ve medreseleri ile bu kent büyülüyor gelenleri.

Eski Şehir, dağın tepesindeki Kartal Yuvası denilen Mardin Kalesi’nden güneye bakan ovaya doğru teraslar boyunca yerleştirilmiş. Sarı kalker taşından yapılmış tipik Mardin evleri uzaktan bakıldığında birbiri üzerine yapılmış gibi duruyor. Sarı kalker taşı ilk çıkarıldığında işlenmesi kolay yumuşak bir taş. Zamanla sertleşiyor. Taşın işlenmesi kolay olduğundan kapı, pencere kenarları Süryani ustalar tarafından dantel gibi işlenmiş. İklim koşulları nedeni ile camlar küçük. Evlerde çatı yok. Hepsinin üzerine dümdüz. Dam adı verilen bu çatılar sıcak yaz günlerinde yatak odası gibi kullanılıyor. Bölgedeki evlerin hiçbiri bir diğerinin güneş ve manzarasını kapatmayacak şekilde yapılmış. Evlerin hepsinde revak ve eyvan denilen üzeri kapalı yarı açık mekânlar bulunuyor.

Evler arasında daracık merdivenli ve geçit gibi üzeri kapalı sokaklar Mardin mimarisinin karakteristik özelliklerinden biri. Evlerin arasında Abbara (kapı altı) denilen daracık sokaklara araba girmesi mümkün değil. Buradaki ulaşım yaya olarak veya eşek ve katırlarla sağlanıyor. Öyle ki çöp toplama işleri bile belediye tarafından eşek ve katırlarla yapılıyor. Abbara’lar yazın güneşten kışın yağmurdan korunma amaçlı yapılmış. Ulaşım eşek ve katırlarla sağlandığı için semercilik sanatı da halâ yaşıyor burada.

Bu daracık sokaklarda dolanırken resim çektirmek isteyen sevecen gözlerle size bakan sevimli Mardin çocukları sıklıkla yanınıza gelecek, size bölgeyi gezdirmek isteyecekler.

Dar sokaklardan geçerek, 569 yılında inşa edilmiş olan Kırklar Kilisesine geliyorsunuz. Kilise, mihrabındaki ince taş işçiliği ve 400 yıllık ahşap mihrap kapıları ile öne çıkıyor. Kırklar (Mor Behnam) Kilisesi’ni gördükten sonra, Cumhuriyet Meydanı’nda Atatürk heykeli yanındaki Mardin Müzesi’ne gelebilirsiniz. Müze 1885’te Süryani Katolik Patrikhanesi olarak yapılmış muhteşem bir taş bina. 1995 yılında ise müze olarak hizmete açılmış. Eşsiz taş oymalarının en güzel örnekleri ile süslenmiş. Bu müzede Mezopotamya kültürünün zengin izlerini görebilirsiniz. Eski tunç, orta tunç, geç tunç çağı, ilk demir çağı, Urartu, Pers, Roma, Bizans, Selçuklu, Artuklu, Osmanlı dönemlerine ait seramikler, mühürler, sikkeler, kandiller, gözyaşı şişeleri, takılar, telkariler, giysiler arkeoloji ve etnografya salonlarında sizleri bekliyor. Müzeden çıkınca hemen yanı başındaki günümüzde müze olarak hizmet veren 1860 yapımlı Meryem Ana (Hâh) kilisesine geliyorsunuz. Burada ahşap işçiliğinin en güzel örneklerini görebilirsiniz.

Yine 1314’e tarihlenen Latifiye (Abdüllatif) Camii de burada. Artukoğullarından Abdüllatif Bin Abdullah tarafından yapılan cami, taş işlemeciliğinin en güzel örneklerini sunmakta. 1908’de 146 kg altın kullanılarak yapılmış olan tarihi Gazipaşa İlköğretim Okulunu da görmeden olmaz. Taş oyma işçiliğinin en güzel örneklerinden biri olan bu bina, 1937’de Ermeni ailesinden alınarak okul olarak hizmete açılmış.

Mardin çarşısı ise İstanbul’daki Kapalıçarşı’yı anımsatıyor. 16. yy.’dan bu yana hizmet veren çarşıda yok yok… Bakırcılar, marangozlar, leblebiciler, ayakkabıcılar, baharatçılar, semerciler çarşıları bunlardan birkaçı. Burada bölgeye has bıttım sabunları da yerini almış. Bıttım şamfıstığı (antepfıstığının) yabani hali. Çerezden yapılan sabunun saçlara çok iyi geldiği bilinmekte. Çarşının bir ucunda da hamamlar bulunuyor. O dönemde evlerde banyo olmadığından hamamlar insanların sosyalleştiği önemli noktalardan biri.

Biraz ileride nakış gibi işlenmiş zarif minaresi ile 12. yy. Artuklu dönemine ait Ulu Cami’ye geliyorsunuz. Mardin’de dolaşırken her yerde taşın ihtişamını gözlüyorsunuz. Mardin’in en eski ve en önemli camilerinden biri Ulu Cami.

1385 yapımlı Artuklu döneminden kalma Zinciriye Medresesi de mutlaka görülmesi gerekenlerden. Medresenin yüksekte yer almasının nedeni rasathane olarak kullanılmış olmasına dayandırılıyor. Medresenin en önemli yeri girişteki taç kapısı. Kapı üzerindeki taş işçiliğine dikkat. Burada Allah’ın 99 ismi nakşedilmiş. Mezopotamya topraklarını kucaklayan medreseden Mardin Kalesi ve şehrin mükemmel fotoğraflarını alabilirsiniz.

Artuklu üniversitesi bünyesinde turizm meslek yüksekokulu olarak kullanılan eski PTT binasını da mutlaka görmelisiniz. 1890’lı yıllarda ev olarak kullanılan bu bina da taş işlemeciliğinin en güzel örneklerinden biri.

PTT binasının karşısındaki Şehidiye Camii 1214’e tarihleniyor. Bir söylenceye göre cami temeli şehit mezarlarının üzerinde olduğundan bu ismi almış.

Cami minaresi taş işçiliğinin zerafeti ile seyredenleri büyülüyor.

Şehir merkezindeki Sakıp Sabancı Kent Müzesi Mardin ilinin yaşam kültürünü tanıtma ve sergileme amacı ile 2009’da hizmete açılmış. Müze 1889’da süvari kışlası olarak yapılmış, 2009’dan beri müze olarak hizmet vermekte. Dilek Sabancı Sanat Galerisi’nde ise geçici sergiler düzenlenerek, ildeki modern ve çağdaş sanat bilincine katkı oluşturmakta.

Hz. Muhammed’in ayak izinin sergilendiği Sıtti Radaviye (Hatuniye) Medresesi 1177’ye tarihlenen bir Artuklu eseri. Cami ve medreseyi gördükten sonra güzel bir yemeği hakettik. Mardin’de yemek tercihi yapmak çok güç;
- Yoğurtlu pirinçli havuçlu bacanak çorbası
- Erikli kuzu yahnisi Alucia
- Bademli sebzeli pirinç pilavı
- Yumurtalı, kişnişli mercimek köftesi
- Kaburga dolması.-Kapalı lahmacun benzeri sembusek bunlardan bazıları. Bir de buğday, nohut ezmeli yeşil renkli mezeleri var, bunu da denemenizi öneririm. Üzerine cevizli hurma tatlısı veya kişniş ve yenibaharla yapılan sütlacı mutlaka denemelisiniz.

Bunca yemekten sonra (tabii ki bunların hepsini yemedik) azar azar tadına baktık, hepsi de denenmeye değerdi. Bugün şehir merkezinde görülmesi gereken yerleri dolaştık. Yarınki rotamız Kasımiye medresesi, Deyrulzafaran Manastırı, Dara Açıkhava Müzesi…

NURHAN YILMAZ

Yazar Hakkında

NURHAN YILMAZ

1951 İstanbul doğumluyum. Yıl içinde dönüşümlü olarak Sinop, Bodrum ve İstanbul’da yaşamaktayım.Küçük yaşlarda babamın mesleği gereği, Türkiye’nin pek çok farklı şehirlerinde yaşadım.