Jaipur Ve Amber Sarayı

Amber Sarayı (Amer Fort), ilk olarak adı ile dikkatleri üzerine çekiyor. “Ama adı neden Amber?”, “Acaba bu bölgede çok miktarda amber olduğu için mi bu ismi almış?” diye düşünüyorken, Jaipur'daki rehberimiz hemen açıklamayı yapıyor. Adının Amber Sarayı olmasının nedeni; içindeki büyük Shiva heykelinin amberden yapılmış olması. İşte bu noktadan sonra, bir amber tutkunu olan babamın saraya olan ilgisi daha da artıyor.

Hinduizm dininde toplam 3 milyonun üzerinde tanrı var. Shiva ise Hinduizm’deki en popüler tanrı. Shiva genellikle boynundaki kobra yılanı, elindeki asa ve alnının ortasındaki üçüncü gözüyle çıkıyor karşımıza.

Neticede en popüler tanrı, en güzel doğal taşlardan biri ile heykelleştirilince bu sarayın da daha fazla güvenliğe ihtiyacı oluyor doğal olarak.

Şehrin dışında Amber Sarayı’na yakın bir yerde Çin Seddine benzer bir güvenlik duvarı var.

Buradaki duvar dünyanın üçüncü büyük güvenlik duvarıymış. Dünyadaki en büyük güvenlik duvarı Çin’de, ikincisi ise Hindistan’ın Rajastan Bölgesinde bulunuyor. Bu duvar ise Amber Sarayı’nı korumak amacıyla dönemin kralı tarafından yaptırılmış. Uzunluğu tam 18 kilometre. Sadece 3 tane girişi var. Rajastan’daki duvarın uzunluğu 40 km kadar, Çin Seddi'ninki ise açık ara önde, tam 850 km.

Amber Sarayı 450 yıllık bir tarihe sahip. Daha önce Kraliyet Ailesi burada yaşıyormuş. Tamamen Hindu mimarisi eseri olan Amber Sarayı çok yüksek olmayan bir tepe üstünde kurulu.

Aşağıdan fillere binerek yukarı çıkılıyor. Fillere binmek için sıra beklerken seyyar satıcılar bizi biraz rahatsız etti. Birinden şapka alırsanız, hemen yanınızda heykel satan bir adam bitiveriyor. Bazen oldukça rahatsız edici olabiliyor gerçekten. Satmaya çalıştığı şapkayı kafanıza geçirip, hemen ardından para talep ediyorlar. Yani “ister misin?” diye soran yok…

Beklediğimiz filler de geliyor sonunda, hepsinin yüzünü, hortumunu kök boyalarla renk renk boyamışlar.

Saraya filler ile günde sadece 2 kez çıkış var. Sabah ve öğleden sonra olmak üzere. Fillerle saraya çıkmak yaklaşık 20 dakika sürüyor. Ama çok çok keyifli bir yolculuk.

Ve sonrasında Amber Sarayı.

Günümüzde sarayın içinde sergilenen pek bir eşya yok. Kraliçenin mücevher sandığı, yemek yapılan devasa kazanlardan başka bir şey de yok eşya olarak.

Taştan sehpa tarzı bir şey görüyoruz. Burada savaş tanrısını memnun etmek için ona hindistan cevizi sunuyorlarmış. Hindistan cevizi kafa anlamına geliyor. Yani “senin için başımı kestim, onu sana sunuyorum” anlamında.

Padişahın halkla buluştuğu alan, ayrı bir bina. Haftanın bazı günlerinde halkın sıkıntılarını dinlediği yermiş burası. Rehberimiz dikkatimizi mimariye çekiyor. Mesela sütunların tavana bağlandığı bölgede hortumunda lotus çiçeği tutan fil motifleri mevcut. Fil iyi şansı, lotus da bereketi simgeliyor.

Asıl sarayın girişi Ganesh kapısı denilen bir kapıdan yapılıyor. Kapının hemen üstünde de Ganesh’in bir resmi mevcut.

Ganesh, Tanrı Shiva’nın oğlu… İyi şans ve mutluluk tanrısı. Ganesh’in hayata gelmesinin hikayesi ise şöyle; yıllar sonra Shiva savaştan döner, döndüğü anda ise eşi Parvati’yi yatakta genç bir adamla görür. Hemen adamın başını keser. Parvati itiraz eder, “o bizim oğlumuz” der. Bunun üzerine Shiva kestiği başı bedenin üzerine tekrar eklemeye çalışır. Olmayınca dışarı fırlar ve ilk gördüğü canlı olan filin kafasını keser ve vücuda ekler. Böylelikle Ganesh hayat bulur.

Sarayın ön cephesi oldukça renkli, tamamen doğal kök boyalarla boyanmış, orijinal resimler hâlâ olduğu gibi duruyor. Sıva yapmak için kullandıkları malzeme de hayli ilginç. Yöreye özgü bir taş, yumurta kabuğu, deniz kabukları ve mermer tozundan oluşan bir karışım kullanıyorlar. Bunları ezip karıştırıp toz haline getirerek duvarlara sıva yapıyorlar, üstüne de hindistan cevizi suyu sürüyorlar. Bu da parlaklığı sağlıyormuş. Gerçekten duvarlar yıllar sonra bile hâlâ pırıl pırıl.

Sarayın içinde aynalı salon diye bir bölüm var. Oldukça büyük olan salon, tüm sütunlar ve duvarlar, küçük motifler şeklindeki aynalardan oluşuyor. Işığı daha iyi yansıtması için tüm o minik ayna parçaları konveks şekilde yerleştirilmiş. Bu salonu kış aylarında ve özel toplantılar için kullanıyorlarmış. Çoğu Moğol yapısında olduğu gibi, tavandaki ayna motifi ile, zamanında yerde duran halının motifi aynıymış.

Sütunların alt bölümü ise yaklaşık göğüs hizasına kadar mermer, burada rehberimiz mermer üzerine oyulmuş motife dikkatimizi çekiyor. Resmin özelliği aslında 1 lotus çiçeğinin, 8 farklı sembolü göstermesi. Çiçeğin 5 yaprağı ve bir gövdesi var. Yaprakları kapatınca balık figürü, gövdenin yarısını kapatınca yengeç, 4 yaprağı kapatınca fil hortumu, 1 yaprağın kenarını kapatınca akrep figürü, sadece 1 yaprağı kobra yılanını, gövdenin uç kısmı aslan kuyruğunu, ve tamamı lotus çiçeğini oluşturuyor. Rehberin çiçeğin bir kısım yerlerini kapatarak, yeni figürleri gösterişini hayretle izliyoruz. Muhteşem bir eser…

Amber Sarayı’nın bir çok yerinde merdiven yok. Bina içlerinde de olsa merdiven yerine hafif meyilli yollar yapmayı tercih etmişler. Sarayın üst katına çıkınca, kadınlar için yapılmış avluya bakan bir bölmeye geliyoruz. Burada cam ya da pencere yok. Onun yerine tamamen tek parça mermerden yapılmış bir duvar görülüyor. Üzerine işlenen incecik motifler sayesinde burada duran kadınlar dışarıyı görebiliyor, fakat dışarıdan bakanlar içeriyi göremiyor. Tam ortasında ufak bir pencere var. Bu da seferden gelen padişaha ve askerlere döndüklerinde çiçekler atabilsinler diye bırakılmış. Bu nedenle buraya “Hoş Geldin Terası” deniliyor.

Amber sarayının iç avlusunun zemin deseni de, İran halısı motiflerinin küçük havuzlar ile oluşturulmasıyla yapılmış.

Tüm sarayın içi eskiden kök boyalar ile boyalıymış. Fakat bundan 200 yıl önce Oranj denen kral başa gelince Hindu mimarisini sevmediğinden, daha önce boyanmış bu motiflerin üstünün sıva ile kapatılması emrini vermiş. Ancak 200 yıl sonra günümüzde Oranj’ın yaptırdığı sıvalar yavaş yavaş dökülüyor ve böylece alttaki motifler ortaya çıkıyor.

Amber Sarayı oldukça büyük bir saray, zamanında çatısı altında 6.000 kişi yaşıyormuş. Yemek kazanları 4-5 tane yetişkin insanın rahatça içine girebileceği büyüklükte.

Amber sarayına veda ediyor ve rotamızı Su Sarayı'na çeviriyoruz. Su Sarayı aslında 3 katlı bir bina olarak inşa edilmiş. Zamanın Kralı 5 eşiyle birlikte bu sarayda kalıyormuş. 1875 yılında yapılmış fakat muson yağmurları nedeniyle, suların altında kalmış. Şu anda dışarıdan bakılınca 1 katı suyun altında kaldığından, 2 katlı bir yapı olarak görünüyor. Yanına gitmek ise kayık olmadan imkansız… Uzaktan fotoğraf çekmekle yetiniyoruz.

Kral Şehir "Jaipur" 

Şoförümüz Bali ile birlikte Agra’dan ayrılarak Jaipur’a doğru devam ediyoruz. Tabii ki Bali varken, yol keyifli geçiyor. Arabanın önünde duran sakallı şahsın resmi ilgimi çekiyor ve Bali’ye kim olduğunu soruyorum. “Dini liderimiz Guru Nanak” diyor.

Guru Nanak, Sikh dininin lideri. Bali de sikh inancına sahip olduğu için kendisinden biraz bilgi alıyoruz bu konuda. Sikh inancına sahip erkekler hiç saçlarını kesmiyorlarmış. Uzattıkları saçlarını da taktıkları kavuğun altına saklıyorlar. Bali ise hem meslek nedeniyle hem de çağa ayak uydurmak adına saçlarını kestirmiş. Bu nedenle “eve gitmeye korkuyorum, annem beni bu halde görse çok kızar, 2 yıldır ailemin evine uğramadım bu nedenle” diyor. Yani anlayacağınız bu kadar önemli bu saç mevzusu. Bir sikh erkeğinin yanında mutlaka bir silah taşıması gerekiyormuş. Bu da genellikle kıyafetin içine çapraz şekilde asılan bir bıçak ya da çakı. Ama Bali taşımıyormuş. Ve son olarak çelikten yapılmış bir bileklik takıyorlar, işte bu bileklikten Bali’nin bileğinde de vardı.

Evet, artık Jaipur’a vardık. “Jai” kral, “Pur” ise şehir anlamına geliyor. Yani Jaipur, bir Krallar Şehri… “Pur” kelimesi şehir demek olduğundan, Hindistan’daki çoğu şehir ismi “pur” ile bitiyor… Jaipur’a aynı zamanda Jepur da deniyor. Buradaki “je” kelimesi mücevher anlamına gelen “jewellery” nin bir kısaltması. Yani diğer adı da Mücevher Şehir. Bunun nedeni ise, buradaki insanların yaklaşık %40’ının mücevher işinde çalışıyor olması. Güney Amerika ve çevre ülkelerde çıkartılan mücevherler, işçilik daha ucuz olduğundan buraya getirilip, burada işleniyor. Buradan da dünya pazarlarına sunuluyor. 19.yy’da İngiliz Alberto (7.Albert) Jaipur’a gelerek, burada bir saray inşa ettirmiş. Ama şu anda müze olarak kullanılıyor.

Tüm Jaipur şehri, 6 metre yükseklikte ve 3 metre kalınlıktaki duvarlar ile çevrelenmiş.

Şehirdeki yapıların çoğu pembe renkli. Bu nedenle Jaipur’ a verilmiş diğer isim Pembe Şehir. Ne kadar çok adı var değil mi?

Kentte pembe rengin hakim olmasının nedeni ise tesadüfi değil. Pembe renk, “Hoş geldin” i simgeliyormuş. Bu nedenle Kral Albert Jaipur’a gelmeden hemen önce tüm kenti pembeye boyamışlar, o zamandan beri de renk değişmemiş.

Bir de kent içerisinde çok değişik bir mimariye sahip "Hava Mahal" olarak bilinen Rüzgar Sarayı yer alıyor. Bu saray da pembe renkte. Bu sarayın içini gezmiyoruz ancak rehberimizin söylediğine göre içeride merdiven yokmuş yerine eğimli yollar varmış. Bunun sebebi ise o dönemde sarayda yaşayan kadınların çok ağır takılar taktıkları için üzerlerinde taşıdıkları ağırlıktan rahatlıkla merdiven çıkamamalarıymış. Burayı sadece dışından fotoğraflamakla yetiniyoruz.

Jaipur’ da yaşayan insanların esas olarak dört geçim kaynağı olduğunu söylüyor rehberimiz. Bunlar mücevher işçiliği, tekstil ve kök boya yapımı, doğal taşlar ve el işçiliği.

Madem bu konuda bu kadar gelişmişler, taş ve mücevher işçiliğini görmeden olmaz. Jaipur’ un ünlü taş ve mücevher işçiliğini görmeye gidiyoruz. Hangi taş nedir, nerelerde kullanılır diye anlatıp, ufak bir gösteri yapıyorlar. Babamın doğal taşlara özel bir ilgisi olduğundan oldukça keyif alıyor buradan.

Ardından şu anda müze olarak kullanılan Jaipur Şehir Sarayı’na (Jaipur City Palace) gidiyoruz.

Şehir Sarayı'nda eski arabalar sergileniyor. Başında duran yöresel kıyafetler giymiş görevlilerle fotoğraf çektirmenin bedeli ufak çaplı bahşişler. Elle çekilen ilkel arabalardan, at arabalarına kadar eskiden yeniye dizmişler arabaları. İnsan gücünden beygir gücüne geçişi gösteriyor adeta. Çoğu arabada ışıklandırma için mumlar ve kandiller kullanmışlar, yani hepsi akü öncesi dönemden kalma.

Sarayın içinde yine pembe renk hakim, yani “hoş geldin” in rengi. Sarayın içinde Jaipur şehrinin ufak bir maketi var. Duvarlarda eski kralların boy boy resimleri sergileniyor. Ayrıca eski silahların sergilendiği ayrı bir bölüm daha var.

Sarayın içindeki avluya açılan 4 tane kapı var. Buradaki 4 kapı, dört mevsimi simgeliyor. Örneğin ilkbahar kapısında tavus kuşu desenleri, yaz kapısında lotus çiçeği desenleri hakim. Bu avluyu çeşitli gösteriler için kullanıyorlarmış. Her bir kapının işçiliği de tamamen el yapımı ve çok etkileyici. Buradaki duvar resimlerinde de kök boyalar kullanılmış.

Son Mihrace de hala bu sarayın içindeki bir bölümde oturuyor. Bu bölüme giriş yasak haliyle. Arada sırada dört mevsimin sembolize edildiği avluya bakan bir balkondan halkı selamlamaya çıkıyormuş.

#Makedonyadan yazılar alanında göster
Kapalı
GÖKÇE YILMAZ

Yazar Hakkında

GÖKÇE YILMAZ

 1982 yılında İstanbul’da doğdum. İlk ve orta öğretimini Sinop’ta gördükten sonra, lise eğitimi için İstanbul’a yerleştim.