İki balıkçının kurduğu Dedeağaç, Batı'ya doğru deniz ve karayolları ile Avrupa ve Asya'yı birbirine bağlayan, deniz feneri ile hatırlanan şirin ve küçük bir balıkçı şehri. Küçüklüğüne inat olsa gerek, eğlence için sayısız alternatifler sunan Dedeağaç, özellikle bize yakınlığı ve ulaşım kolaylığı açısından son dönemlerde Türklerin gözde tatil seçeneklerinden biri.
19. yüzyılda köye gelen Maroneia ve Makri adındaki iki balıkçı bu küçük şehri kurmuş. Adını, bir meşe ağacının altında yatan, yanmış bir dervişten alan, 'keşiş ağaç' anlamına gelen 'Dede-Agats' yani Dedeağaç, 1871 yılında demiryolu bağlantıları ile karadan kolayca erişilebilir hale gelmiş. Zaman içinde liman da hareketlenince, tüccarlar ve esnaf tarafından tercih edilen bir kent olmuş. Deniz feneri adeta bir marka haline gelmiş. 14 Mayıs 1920'de Bulgarlar tarafından serbest bırakılmış ve Yunanistan'ı da büyük uygarlığına katmış olan Büyük İskender anısına (Alexander the Great) 'Alexandroupolis' adını almış.
Dedeağaç'ta hafta sonunda neler yapılır?
Eğer vizeniz varsa, Türk ve Bulgar sınırlarını geçerken karşılaşılan ilk Yunan şehri olmasından dolayı eğlencenin en yakın adresi Dedeağaç ve civarı, bir hafta sonunda keyifli vakit geçirmek ve muazzam lezzetleri son derece uygun fiyata denemek için ideal bir rota.
İstanbul’dan 3-4 saatte İpsala sınır kapısına rahatlıkla varabiliyorsunuz. Günden faydalanmak adına erken saatlerde yola çıkmak en doğrusu. Hızlı bir pasaport kontrolünün ardından, yan yana duran Türk ve Yunan bayraklarına ve askerlerine selam verip Yunanistan’a giriveriyorsunuz. Sınırdan yarım sonra ise Dedeağaç’tasınız.
Dedeağaç’ın ana iki caddesi her şeyi içinde toplamış diyebiliriz: şehrin sembolü olan fenerin bulunduğu sahil şeridi ve hemen üstünde ona paralel Demokrasi Caddesi.
Demokrasi Caddesi kafe ve mağazaların bulunduğu ana caddesi, sahil yolu ise tamamen restoranlara (onlar taverna diyorlar) ve kafelere ayrılmış. Özellikle yaz aylarında bu yol, akşam saatlerinde trafiğe kapatılıyor ve masalar sokağa kadar doluyor. Yer bulmak neredeyse imkansız.
Siz de bu güzel sahil şeridindeki kafelerden birinde güne güzel bir kahveyle başlayın. Yunanlar kahveyi ve sabah saatlerinde kafelerde olmayı çok seviyor. Gerçi sadece sahil değil, onu dik kesen tüm sokaklar keyifli kafelerle dolu.
Sokaklarda gördüğünüz manzara aslında size kendinizi, Ege'de bir balıkçı kasabasında hissettirebilir. Bir yanda dev ekranda maç izleyenler, diğer yanda tespih çekip tavla oynayanlar... Yani konuştukları dil farklı olmasa, herkesi Türk sanabilirsiniz.
Sahilde bir yürüyüş ve bir yüzyılı aşkın süredir kesintisiz bir şekilde denizcilere ışık tutmaya devam eden deniz fenerinde birkaç fotoğraf aldıktan sonra, Demokrasi Caddesi'ne dönüp, mağazalardan alışveriş yapabilirsiniz. Hatırlatmalıyım ki Yunanlar eğlenmeyi ve dinlenmeyi çok seviyorlar. Siesta vaktinde açık mağaza bulmanız neredeyse imkansız. Dolayısıyla 14.00'ten sonra tek tük açık mağazaya rastlayabilirsiniz. Yaz aylarına denk geliyorsa akşamüstü 17.00'den sonra yeniden açan var ama kış için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.
Öğleden sonra sokaklar pek sessiz. Yunanlar geceyi çok sevdiklerinden gündüzü dinlenerek geçirmeyi tercih ediyorlar. Bu yüzden önerim, önünüzde uzun bir gece olacağı için sizin de dinlenmek için otelinize dönmeniz.
Yunanistan’da akşam yemeği bize göre oldukça geç. Yemeye en erken akşam 21.00'de başlıyorlar ve geç saatlere kadar da kalıyorlar. Akşam yemeği için kesinlikle önerim Dedeağaç’tan biraz dışarıya, Makri koyuna doğru yönelmeniz.
Makri koyu, özellikle yaz dönemlerinde plaj için ideal. Son derece organize şezlong ve şemsiye düzeni ve masmavi deniziyle gündüz de gidilmesi gereken yerlerden biri. Akşamları ise buranın en iyi tavernası St. George’s Tavern (Ay Yorgi), muhteşem ambiyansı, son derece güler yüzlü sahibi ve Türkçe konuşan servis elemanları ile bence komşunun görmeden dönülmeyecek adresi.
Yemeklerin lezzetini ise tarif mümkün değil. Balık çorbası ile yemeğe başlayın. Ardından balık carpaccio, tarama, lakerda ve humustan oluşan meze tabağı, peynir ızgara, deniz mahsullü risotto ve finalde ıstakozlu tagliatelle önerebileceklerimden. Hafif bir canlı müziğin de olduğu mekanda tüm deniz mahsulleri son derece lezzetli.
Yemeğin ardından eğlence için iki önerim olacak. Alexander Beach Hotel and Casino Thraki şans oyunları ile alternatif bir eğlence mekanı olabilir. Otel konaklamak için de tavsiye edeceğim mekanlardan. 5 yıldızlı otelde düşük sezonda 65 avro’dan başlayan iki kişilik oda fiyatları, yüksek sezonda 150 avro’ya kadar çıkabiliyor. Casino Tharaki’nin de hemen yanında olması dolayısıyla Türkler tarafından zaten keşfedilmiş otelde, çalışanların hepsi Türkçe konuşuyor. Kahvaltısı ise çok zengin. Sadece 6 avro ödeyerek girdiğiniz Casino, belli ki Türk oyun severleri için çoktan Kıbrıs’a alternatif olmuş, arabaların neredeyse tamamının 34 plaka olması sizi şaşırtmasın.
Diğer önerim ise gece en erken 00.00'da başlayan kulüpler. Room 6, canlı müziğin olduğu oldukça eğlenceli bir mekan. 4-5 farklı sanatçının canlı müzik yaptığı mekanda eğlence dorukta. Sanatçılarla beraber sahnede dans edip eğlenebilirsiniz. Girişte 5 avro alınıyor ancak sonunda hesaptan bu para düşülüyor. Kişi başı yaklaşık 30 avro civarında, canlı müzik eşliğinde sabaha kadar eğlenmek mümkün. Hepi topu 60.000 nüfuslu bir şehirde böylesi bir eğlence mekanın olması beni şaşırtmadı desem yalan. Ne diyebilirim ki komşumuz eğlenmeyi biliyor.
İkinci gününüzde sabah otelde aldığınız güzel bir kahvaltının ardından, Dedeağaç’ın yakın çevresini keşfetmek için yola koyulun. Porto Lagos, İskeçe yolunun üzerinde küçük bir balıkçı köyü. Aynı zamanda bir çok göçmen kuş çeşidine de ev sahipliği yapan Vistonida Gölü üzerindeki 2 minik adacık, sizi müthiş bir huzur duygusuyla karşılıyor. Sessizlik ve huzur, suya bile o kadar yansımış ki hareketsiz duran su, üzerindekiAya Nikolaos ve Virgin Mary Pantanassa Ortodoks kiliselerinin yansımalarını sunuyor.
Her yerde Türkçe konuşan çok olmasına rağmen, yola devam edip İskeçe’ye vardığınızda kendinizi Türkiye’de sanabilirsiniz. Her Cumartesi düzenlenen semt pazarında herkes Türkçe konuşuyor. İskeçe (Xanthi), Yunanistan’da Türklerin en yoğun olarak yaşadığı bölgelerden biri. Eski kasaba (Old Town), Osmanlı mimarisi ile yapılmış evlerle görülmeye değer.
Şehir, her yıl Şubat sonu veya Mart başında yapılan Karnaval ve Eylül başındaki eski kasaba festivali ile binlerce turisti ağırlıyor.
İskeçe meydanında, saat kulesinin altında ya da eski kasabanın girişindeki cıvıl cıvıl kafelerde bir kahve molası verdikten sonra yola devam edip, Kavala eski limanda gerçekten iyi bir yemek için durun. Burada Kavala Limanı'nın turistik restoranlarının aksine, kendi tuttukları balıkları pişiren lokal işletmeler var ve son derece lezzetli tatları kişi başı 20 avro gibi ucuz bir fiyata yemeniz mümkün. Balauro Balık Lokantası, envai çeşit mezeler, deniz ürünleri ve taze balıklar ve Yunanistan’ın olmazsa olması kabak kızartması ile bizden tam puan aldı. Porsiyonlar tüm Yunanistan’da çok büyük olduğu için öncelikle tek porsiyon söylemenizi tavsiye ederim.
Eski limandan ayrılıp Kavala merkeze geldiğinizde, Kanuni Sultan Süleyman’ın inşa ettirdiği su kemeri sizi karşılar. 1387’den 1912 yılına kadar Osmanlı Devleti’nin parçası olan Kavala’da bir diğer önemli eser Panagia tepesindeki kaledir. Aynı zamanda, Mısır valisi olan Mehmet Ali Paşa'da bu şehirde doğmuştur ve evi bir müze olarak korunmaktadır.
Kavala’dan dönüş yoluna geçtiğinizde yaklaşık 2 saat sonra İpsala sınır kapısına varırsınız. Köprünün bir yanı Yunanistan, diğer yanı Türkiye. Yürüyerek 5 dakika mesafeyle, dilimiz değişse de yok aslında birbirimizden farkımız. Baklava, tespih kimin hiç önemi yok. Komşumuz hiç yabancılık hissetmeden, doyasıya eğlenip, son derece lezzetli ürünleri oldukça uygun fiyata yiyebileceğimiz bir hafta sonu kaçamağı için bizlere kucak açmış. Bize de bu keyifli rotaya gitmek kalmış...