Punta Arenas’a gelmeden sabah saat 06.00 gibi uyandığımda güverteden bu mükemmel gün doğumunu fotoğraflıyorum. Gemi yolculuğunun en güzel taraflarından biri de bu. Gün doğumu ve gün batımını çok güzel fotoğraflayabiliyorsunuz.
Gemimiz sabah saat 08.00’de Şili Patagonyası’nın en önemli şehri olan Punto Arenas limanına demir attı. Bu arada pek çok yunus sürüsü de hoş geldiniz der gibi deniz içinde bize şov yapıyordu.
Liman çok büyük olmadığından büyük cruise gemileri limana yanaşamıyor. Bu nedenle biz de filikalarla karaya çıkıyoruz (her filika 75-80 kişilik).
Karaya çıktığımız gibi kocaman bir balina kuyruğu heykeli ile Punta Arenas’a hoş geldiniz tabelası ile karşılaşıyoruz.
Çıkışta pek çok tur firmasına ait kişiler size alternatif tur seçeneklerini sunuyor. Bu turların pek çoğu penguen koloni turları. Biz daha önce Güney Afrika’da Macellan penguen kolonisine gidip doya doya fotoğraf çekmiş ve penguenlerle yüzmüştük. Bu turumuzda Ushuaia’da yine bir penguen kolonisine gittiğimiz için bu defa şehrin keyfini çıkaralım istedik. Şehri gezmek için 9 saatimiz var. Punta Arenas, Macellan boğazının kenarında ve Isla Grande de Tierra del Fuego karşısında yer alan 110 bin nüfuslu küçük bir şehir. Burası önceleri Şili’nin sürgün yeriymiş. Ancak bölgede altın olduğu haberi nedeni ile Alman, Yugoslav, İngiliz, İspanyol, İtalyan göçmenlerin akınına uğramış. Şili devlet başkanı göçü tetiklemek için Punto Arenas’ı serbest bölge ilan etmiş. Ushuaia’daki rehber şoförümüz Javiar özellikle elektronik eşyanın gümrüksüz olması nedeni ile burada çok ucuz olduğunu söylemişti. Elektronik eşya almayı düşünmediğimiz için bunun doğruluk payını bilemiyoruz.
Liman içindeki tarihi saati fotoğraflayıp Plaza de Armas’a yürüyoruz. Burada elinizde harita ile şehri dolaşmak çok kolay. Patagonya bölgesinde elinize harita alıp şehri çok rahat dolaşabilirsiniz. Tüm şehir cetvelle çizilmiş gibi sokak ve caddeler ızgara sistemi ile yapılmış.
Limandan inip gemiye arkanızı döndüğünüzde dümdüz ilerlerseniz, muhteşem bir ağaç grubu göreceksiniz. İşte bu ağaçların bulunduğu parkın içinde Şili’nin bağımsızlık savaşçısı Bernardo Ohiggins’in heykeline rastlıyorsunuz. Buradaki ağaçlar müthiş bir görsellik sunuyor.
Punta Arenas’ta Hırvat nüfus oldukça yüksekmiş. Nüfusun % 25’i gibi bir rakam telaffuz edildi. Bu devasa ağaçların bulunduğu yerden biraz daha devam edip 21 de Mayo caddesinden sağa dönerek Plaza de Armas’a doğru ilerledik, bu sokakta yürürken bu güzel evi ve özellikle çöp kutusunu fotoğraflamadan geçmedik.
Plaza de Armas’ta çok keyifli saatler geçirebilirsiniz. Parkın tam ortasında Macellan’ın heykeli yer alıyor. Heykelin kaidesinin iki yüzünde buranın yerlileri, bir yüzünde denizkızı, diğer yüzünde ise dünya ve kitap heykelleri yer alıyor.
Meydanın etrafı seyyar tezgâhlarla dolu. Tezgâhların üzerindeki yöresel rengarenk hediyelik eşyalar parka ayrı bir renk katıyor. Biz burada dolaşırken parkın bir kenarındaki platform üzerinde lise seviyesinde bir okul korosu Şili’ye özgü şarkılar söylüyordu.
Punta Arenas Katedrali, Sara Braun’un evi, Hotel Oplaxa ve Belediye binası meydanın karşısında, Fores Caddesi üzerinde bulunuyor.
Sara Braun’un evi meydanın en güzel binalarından 1895-1899 tarihlerinde neoklasik tarzda yapılmış olan bu binanın bodrum katı bir kafeye çevrilmiş. Kafeye girip şöyle bir dolaştıktan sonra üst kata çıktık, ancak kapalı idi. Üst katta sanat sergileri yapılıyormuş. Sara Braun’un babası Elias H. Braun Macellan sülalesinden geliyormuş. Sara Braun Şili’den buraya 20 yaşında gelmiş ve burada şehrin ileri gelenlerinden Jose Nogueria ile evlenmiş.
Fores Caddesi üzerinden dümdüz ilerleyerek önce katedral ve hemen yanında Maggiorine Bargatello Müzesi’ne geliyoruz. Bu müzede yerlilerin yaşamı anlatılıyor. Ancak biz geldiğimizde saat 12.30 müze kapalı. 15.00’te açılacak. Burada siesta var. Pek çok mağaza öğle tatili kapalı. Bu müze de dahil. Biz de müze girişindeki yerli yaşamını anlatan fotoğrafları kameralarımıza kaydederek dışarı çıktık.
Müzenin karşısında ahşap oymadan yapılmış Punta Arenas tabelası önünde de fotoğraflarımızı çekip mezarlığa geliyoruz.
Bu 4 hektarlık mezarlığın arazisi de Patagonya’nın en güçlü kadınlarından olan Sara Braun tarafından bağışlanmış. Bu nedenle mezarlığa, Sara Braun Mezarlığı deniliyor.
Mezarlığın ön girişindeki bölümler zengin ailelerin mezarlarından oluşuyor. Hepsi de çok görkemli. Buenos Aires’teki mezarlıkla boy ölçüşür, bence burası daha da görkemli, çünkü buradaki ağaçlar ve ağaçların şekillendirilmesi buraya daha da önem kazandırıyor ve burası kesinlikle daha bakımlı.
Jose Menendes ve pek çok önemli zengin ailelerin birbirinden güzel anıt mezarlarını çekip buradan ayrıldık. Yol üzerindeki bu ilginç kafenin kapısını da fotoğraflamadan geçemedim. Kafe kapalı idi, siesta yapıyor. Yalnız dükkânlar mı? Burada köpekler de siestada, işte ispatı.
Aynı cadde üzerinden Plaza de Armas’a geri dönüyoruz. Buraya gelip de King Crab yemeden dönmeyeceğiz. Armas meydanının bir köşesinde hediyelik eşya satan bu yürüyen dükkâna rastlıyor ve hemen makinemize kaydediyoruz. Plaza de Armas’ın köşesinde bankta oturmuş olan yerel kadına king crab yiyeceğimiz güzel bir restoran soruyoruz.
3 cadde aşağıya yürümemizi sağa döndüğümüz gibi “La Luna”yı göreceğimizi söylüyor. Biz de Macellan heykelinin bulunduğu parktan aşağı inerek 3. caddede sağa döndüğümüz gibi La Luna’yı görüyoruz. “La Luna” Ay demekmiş, burası çok ünlü bir restoran.
Restorana inerken cadde üzerinde objektifimize takılan bu alkol tabelası ile eski ama görkemli bu koloniyal dönem binaları da çok hoşumuza gitti.
İşte La Luna… Restoran girişinde yerde king crab ve şarap mantarları, camla kaplanmış. Restoran tıklım tıklım, 15-20 dakika boş masa bekledik ve nihayet king crab yiyeceğiz. Şayet Punta Arenas’a gelirseniz buraya mutlaka gelin. Restoranın ambiyansı çok değişik. Duvarlar buraya gelen turistlerin anı olarak duvarlara yapıştırdıkları ülkelerine ait para ve kartvizitlerle dolu. Ayrıca duvarlarda her kıtanın haritası var.
Biz şansımıza Avrupa kıtası haritasının bulunduğu yerde oturuyoruz. Buraya gelen herkes lokantadan verilen toplu iğneye geçirilmiş minicik kâğıtlara ismini yazıp ülkesi üzerine iğneliyor. Avrupa kıtası üzeri öyle dolu ki iğne batıracak yer yok. Ama Türkiye üzeri bomboştu. Harita üzerinde yalnızca İzmir bölgesine birisi İzmir yazmış, bir de Ankara’nın bulunduğu yere Ankara yazmış. Türkiye bomboş. Biz de 4 kişiyiz hemen isimlerimizi yazıp 2 Sinop, 1 İstanbul, 1 Karadeniz Ereğlisi üzerine iğneledik ve tabii ki Gezimanya kartımızı da bomboş olan Türkiye haritası üzerine bantladık.
Duvardaki Avrupa haritası biz gelmeden öncesi ve sonrası… (Gezimanya kartvizitli ve önceki boş hali)
Buranın dekorasyonu öyle ilginç ki tavanda ters monte edilmiş masa ve sandalye, duvarlarda bira kutuları, tavanlarda çeşitli dergi ve mecmua sayfaları. Restoranın menüsü de ilginç, örneğin içki sayfasında sarhoş karikatürü var.
Restoranın tuvaleti de ilginç, işte size kadınlar tuvaletinden birkaç fotoğraf…
2 adet king crab ve 4 biraya 60 $ ödedik. Biraz pahalı ama değdi. Dönerken limanda bu devasa deniz bitkilerini de fotoğraflayıp filikalarla gemimize dönüyoruz.
Not: Punta Arenas’ta çok rahat dolar kullandık. Ancak bazı market ve dükkânlar dolar almakta zorlanıyorlar. Burada yün çok üretildiği için hediyelik eşyalar el işi yün kazaklar, postlar, polarlar, yarı değerli taşlardan yapılmış penguenler vs. var.
Punta Arenas’ta La Cruz tepesine çıkıp şehri ve Macellan Boğazı’nın panoramik manzarasını almak iyi olacaktı. Bir de Macellan’ın 5 gemisinden biri olan Nao Victoria’nın birebir replikası ve içinde mürettebatın yaşam şeklinin anlatıldığı Nao Victoria Müzesi'ne gidemedik. La Luna çok keyifliydi, burada biraz fazla zaman geçirdiğimiz için La Cruz tepesine ve Nao Victoria Müzesi'ne gitmeyi hedeflediğimiz halde olmadı. Gemimize gitmek üzere filikalarımıza binerek gemimize geldik.
3 gün denizden sonra hedef Valparaiso…
Punto Arenas’tan aklımda kalanlar: Sara Braun mezarlığı, Sara Braun evi, La Luna Restoran, Plaza Armas.