Gemi ile Kanada Gezisi

Evimde annemle otururken, ki annem Alzheimer hastası ve sıkıntılı bir dönemdi benim için, telefonuma gelen mesajla birdenbire hayallere daldım. Çünkü dostlarım Royal Carribean’dan 5 yıldızlı Adventure of Seas isimli nadiren olan bir gezi haberi verdiler. Bu arada New York ve Quebec ve Montreal’i görmüştüm ama esas beni heyecanlandıran programdaki diğer uğrak yerleri idi.

Tam mevsimi olan doğa harikası rengarenk Kanada’yı ve diğer yerleri görme isteği içimde heyecan yarattı. Çünkü ben işte o zamanlarda yaşadığımı anlıyorum ve motive oluyorum. Hemen arayıp arkadaşım Banu ile birlikte geleceğimi bildirdim.

Ve işte beklenen gün geldi. 13 gece 14 gün sürecek yolculuğumuz başladı. Önce New York’a uçtuk. İki defa buraya gelmiştim ama bir seferinde her taraf kar, buz içindeydi. İkincisinde ise çok fazla zaman ayıramamıştık.. Bu gezi şehri tekrar hatırlamama ve bazı gözden kaçan detayları yakalamama fırsat tanıdı.

Evet, otelimize geldik. Bir gece konakladıktan sonra öğlen gemimize binmek için yola çıktık.

Artık en çok gemi yolculuklarını seviyorum. Son senelerde tercihim bu yönde. Arkadaşımın dediği gibi insan insan olduğunu anlıyor gemide. Bu da bugün aldığım telefonda söylediği sözler. Benden yine bir gezi planı istiyor ve aynen bu sözleri söyledi bana. İnşallah başka rotalarda beraber olmak dileğiyle Banucuğum.

Gemiye yerleştik. Odamız çok keyifli. Çünkü cadde üzerinde bir oda. Tüm eğlenceleri penceremizden izleyebiliyoruz. Ertesi gün denizdeyiz. Dışarıda olduğumuz zaman gemiyi özlüyoruz. Gemide olduğumuz zaman limana yanaşmayı heyecanla bekliyoruz. Evet, gemimiz Bar Harbor Maine’e yanaştı. Amerika Birleşik Devletleri’nde en büyük, doğu deniz kıyısında üçüncü büyük adaya ayak bastık. Son buzul çağı sonunda ortaya çıkmış Somesville ve Cadillac Dağı granitinin sağlam temeline dayanan ada 108 mil kareyi kaplamakta imiş. Adada bir zamanlar ünlü Rockefeller ailesine ve sonradan gelen mirasçılarına ve New York ve Boston’dan gelen zenginlere yaz aylarında ev sahipliği yaptığı Bar Harbor’un çok küçük bir kasaba olduğunu söyleyebilirim.

Adanın ilk yerlilerinin 6000 yıl önce gelen Kızılderililer olduğu bilinmekle beraber ilk yazılı tarihin Amerika’nın keşfinden yaklaşık 100 yıl sonra gelen Avrupalılar tarafından kayda alındığı da bilinenler arasındadır. O dönemde kabuklu deniz ürünleri toplayan, balık tutan bitki ve meyvelerle geçimini sağlayan Kızılderililerden bahsedilir. Adanın en yüksek noktası 466 metre ile Amerika Birleşik Devletleri’nin doğu sahillerinin en yüksek noktası Cadillac Dağı adını taşır.

Bu adada gelir kaynakları olarak tarım, kereste, yatçılık, granit ticareti ve tabii ki turizm geliyor. Turizm adada büyük bir sektör haline gelmiş. Bölge; RockefellerMorgans, Ford, Cornegres, Astor gibi Amerikan zenginlerinin yazlıklarına evsahipliği yapıyor. Zengin ve elit tabakanın varlığı ile adanın yaşamı değişmiş. Acadia Ulusal Park’ı ünlü John Rockefeller sponsorluğunda 1930’da ortaya çıkmış. Burada tamamen granitlerin üzerindesiniz. Bambaşka bir his, deneyim. Ben çok etkilendim. Granitlerin üzerinde kendimi farklı bir coğrafyada hissettim. Burası anılarımdan silinmeyecek bir yer oldu.

Gemimize geldik. Ertesi günü heyecanla bekliyoruz.

Ertesi gün Portland Maine’e ayak bastık.

Burası Amerikan Maine eyaletinin en büyük kenti imiş. Bölgenin ekonomisinde turizm önemli bir yer tutuyor. 19. Yüzyıl mimarisi ve özellikle eski liman bölgesi oldukça popüler. Balıkçılığın ekonomide önemli bir yer tuttuğunu görebiliyorsunuz. New England bölgesindeki büyük gemilere ev sahipliği yapıyormuş.

Portland’ın isim anlamı limanla çevrili toprak demekmiş. Burası dört önemli yangın geçirmiş. 700 halka açık parkı, 300 küsur restoranı olan Portland, Bon Apetit Magazine dergisine göre 2009’da Amerika’nın en büyük yemek sektörüne sahip şehri. Biz de bu sektörden nasibimizi aldık haliyle... :)

Bu arada veganları da düşünen bir şehir. 2016’da en iyi 12 vegan şehri arasında seçilmiş. Gene 2016’da 3. Büyük vegan şehri seçilmiş. Ayrıca Amerika’nın bira aşığı 20 şehrinin arasındaymış. Biz de lokal biralarımızı keyifle tattık. Bu arada Stephen King de buralıymış.

İlk yerleşimin 1630 yılında olduğu bu şehirden hem gözümüz hem karnımız hem de kalbimiz karlı çıktı. Kalbim derken Kennebunk'a da uğradık.

Bir balıkçı kasabası olan bu şirin yerleşim yeri koruma altında imiş. 3 tane plajı olan kasaba, çoğu İngiliz tarzı evleri ve bakımlı bahçeleri ile hayli hoş bir yer. Kasabadaki evlerden biri ilginç.

1856’da yapılan evin tuvaleti içerideymiş ve elektriği varmış. Evi yapan kişi maalesef evde yaşayamamış, karısı ve kızı bu evde kalmış. Kalbim karlı çıktı dedim ya, kalbimin bir parçası da burada kaldı.

adadaki ilk ev

Bir taraftan da gemimize gelmeyi, bir an önce eğlenceye, şovlara ve birbirinden leziz yemeklere kavuşmayı istemedim değil.

Gene yeni bir yer görmenin heyecanı ile karaya ayak bastık.

Saint John New Brunswick Kanada’nın New Brunswick eyaletindeki Fundy Körfezi’nde bulunan bir kent. Kanada’nın en büyük petrol rafinerisi ormancılık gemi yapımı medya ve ulaştırma alanlarına hakim şehirde selüloz fabrikası, kağıt fabrikası ve kağıt mendil fabrikası gibi işletmeler mevcut.

Ayrıca bira üretim tesisleri, nükleer enerji santrali ve sayısız bilgi teknolojileri şirketleri varlığını sürdürmekte imiş. Bu arada kargo ticaretiyle Kanada’daki en hacimli en büyük limanmış. 2003 yılından beri gemi yapımı durduğundan dolayı şehir yeni ekonomik atılımlara girişmiş. Araştırma ve bilgi teknolojisi, ayrıca turizm kentte yükselen değer olmuş. Şehir 1,5 milyondan fazla ziyaretçiye ve 200 binden fazla gemi yolcusuna ev sahipliği yapıyormuş. Ben de kendimi buralarda çok şanslı hissettim. İyi bir karar verip buraları görme şansım olduğu için önce Tanrı’ya, sonra heyecanıma ve bütün bunları gerçekleştirebildiğim için aklıma teşekkür ettim.

Buradan ayrılmadan önce kısaca tarihini de sizlerle paylaşayım. Samuel Dechamplain 1604 yılında sonradan Saint John Limanı olacak olan liman kısmına iner. Burada binlerce yıl yaşayan Mikmag ve Maliseet Kızılderilileri 7 yıl süren savaşlardan sonra İngilizler tarafından uzaklaştırılmışlar. 1758’de İrlanda’dan gelen göçmenlerin akınına uğramadan önce Fransızlar 100 yıllık mücadelenin ardından İngilizler tarafından bölgeden kovulmuşlar. Şehir sonrasında nakliye ve gemi yapımı için küresel bir merkez olarak büyümüş. 1851 yılında şehirde imal edilen Marco Polo adlı gemisi, dünyanın en hızlı gemisi olarak ortaya çıktığında bu bölge küresel bir gemi inşa merkezi olarak güçlenmiş. Erwin ailesi buranın en zenginlerinden. Bir doğa olayını da burada gördüm. Sencan Nehri, toprağından dolayı 6 saatte bir ters akıyor. Evler önce ahşaptanmış, 1877’de büyük yangından sonra kiremitli yapılar yapılmış. Bu coğrafya da yangından baya etkilenmiş.

Ertesi gün hız kesmeden yeni bilgilere, görselliğe ve heyecana hazırım. Evet sonunda Halifax Nova Socitia’ya ayak bastık. Belediye nüfusu 415 bin, bölgesel belediye 1996 yılında yeniden birleştirilen dört eski belediyeden oluşmuş. Halifax Dortmouth Bedfort ve Halifax Country.

Halifax, Mikmak yerli halklarının atalarının topraklarıdır. 1400 ve 1500’lerde Avrupalılar buralara geldiklerinde yerli Mikmak kabileleri buralarda balıkçılıkla geçimlerini sağlıyorlarmış. New Brunwick ve Prince Edward Island, Mikmakların ana yerleşim topraklarıymış. Bölgede ilk yerleşim yeri Halifax Yarımadası imiş. 1749 İngiliz Edward Cornvallis önderliğinde yerli Mikmaklar ile yapılan anlaşmayı bozarak savaşa giren İngilizler Halifax’ı kurarlar.

Aralık 1917’de Kanada tarihinin en büyük felaketlerinden biri vuku bulmuş. Mühimmat taşıyan Fransız kargo gemisi Bolerka bandıralı gemi ile çarpışır. Ortaya çıkan patlama Halifax’ın Remond bölgesini tahrip etmiş. 2 kişi ölmüş, çok sayıda kişi yaralanmış.

Halifax’ın kentsel çekirdeğinde geçmişin izlerini taşıyan birçok tarihi yapıyı görebilirsiniz. Şehrin merkezinde ofis evleri ve parkları bulunuyor. Buranın en eski parkı Halifax Cammon parkları ve merkezi konumda bulunan geniş alanları spor yapmak için popüler mekanlardır. Gene şehir merkezinde bulunan Citadel Hill güneşlenmek isteyenlerin ve uçurtma tutkunlarının tercih ettiği bölgeler arasında. Popüler bir mekan da yaklaşık 3 kilometre uzanan ahşap yürüyüş yolu olan Halifax Boardwalk da keyifli bir yürüyüş imkanı sunuyor. İngiltere ve Fransa’nın bölgeye hakim olmak için verdiği savaşlar neticesinde gelenlerle şehir oldukça kozmopolit bir yapıda. Bunu çok sayıda bulundurduğu üniversiteye ve öğrencilere de borçludur.

Halifax ayrıca bir festivaller şehri imiş. Atlantik Film Festivali, Pop Festivali ve Kanada’nın en büyük Gay Festivali olan Halifax Pride gibi dünya çapındaki festivallere ev sahipliği yapıyor. Film platolarında da Halifax şehri kullanılıyormuş. Sinema sektörünün de Kanada’daki merkezi gibi. Yaz aylarında 60’dan fazla kafetarya yürüyüş merkezinin üzerinde hizmet veriyor.

Biz buraları gördükten sonra asıl benim hafızalarımdan silinmeyecek Peggys Cove’a doğru hareket ediyoruz. 1 saat mesafede bir balıkçı kasabası. 18. yüzyılda üzerinde göçmenler taşıyan bir tekne kıyıya yakın kayalıklara çarpmış ve gemi suya batmış. Gemide 13 yaşında, adı Margaret olan bir kız çocuğu hariç herkes ölmüş. Kız çocuğunu akıntının attığı başka bir kıyıdaki kayalıklarda yerel halk bulunur.Yerel halktan bir kasap kızı sahiplenir ve ona evinde bir oda verir. Zamanla büyüyen kız, kasapla evlenir. Halkın Peggy ismini verdiği kızın ismi mucizevi bir şekilde hayatta kaldığı için bu koya verilir. Beni en çok etkileyen yerlerden birisi de burası oldu. Bir kere daha zorlu coğrafyalardan, ıssızlıklardan ve kuytuluklardan etkilendiğimi ve bunun kolay kolay değişmeyeceğini anlamış oldum. Halbuki çok sosyal bir insanım. Çok çevrem ve neşeli, canlı bir kişiliğim olmasına rağmen ıssız bir tarafım var demek ki. Tarif edilemez duygularla ayrılıyorum öyle yerlerden. Bir de Akçaağaç şurubunun yapılışını izlemek beni çok mutlu etti. Hep merak ederdim nasıl yapıldığını, yerinde izleyip görmekten memnunum. Ben galiba detayları seviyor, detaylarla mutlu oluyorum.

pc1

Halifax’ta yaşanmış bir başka felaket de geçen yüzyılın başında, 1917’de Birinci Dünya Savaşı sırasında Belçika bandıralı gemiyle Fransız Mont Blanc, Halifax yarımadasının okyanusla buluştuğu en dar yerinde çarpıştılar. Fransız mühimmat gemisi infilak neticesinde patlar ve 2 bin kişi patlama ile ölür. Patlamadan çıkan yangın sonucunda şehir tümüyle yanar ve binlerce kişi evsiz kalır. Kurtulanlar şehrin en güvenilir bölgesi ve tepesi olan Citade Hill’e kaçarlar.

pc2

Şehrin Titanik mezarlığında Titanik felaketinde kurtulanlar ve gemi batarken suda donarak ölenlerin mezarları, isimleri tespit edilen mezar taşlarıyla ziyarete açık.

Ben ve arkadaşım Banu çok etkilendik. Hatta bir müddet etkisinden kurtulamadık. Titanik filmini defalarca izlememe rağmen bir daha izleyip doya doya ağlamak istiyorum. Orada bulunmak, hikayelerini bilmek ayrı bir duyguya götürüyor insanı.

Evet, gemimize kavuştuk. Tek isteğim bir an önce odama çıkıp üzerimizi değiştirip yemek ve şovlara yetişmek. Gezi boyunca her uğradığımız yerde deniz ürünleri ve olmazsa olmazları lobsterdan tattık. İnanın bu kadar lobster’ı bir arada görmedim. Ama yemediyseniz merak etmeyin, gemimizde ikram ediyorlar.

pc3

Gemi yaşamını yazmıştım, sadece deneyimleyin diyorum. Neyse, yarın denizdeyiz. İster havuza, ister aktivitelere, ister dinlenceye ister eğlenceye çaylara kahvelere envai çeşit yiyeceklere her an ulaşabiliyorsunuz. Biz her yemekten sonra yürüyüş parkurunu ziyaret ediyorduk. Gecemizi sonlandırdıktan sonra mutlu ve mesut kamaramıza yerleştik. Arkadaşım uyumayı tercih etti. Ben ise penceremizden geminin eğlencesini, halkın dansını, coşkusunu odamda paylaştım. Bazen el sallaştık, bazen karşılıklı dans ettik, sonra yorgun ve mutlu bir şekilde uyudum.

pc4

Ertesi günü Charlottetown’a (Prince Edward Adaları) gittikBurayı da heyecanla gezdik. Meşhur Cows dondurmasından yedik. Ama benim favorim Chocolaterie delile d’OrleansQuebec’te yediğimdi. O dondurma şu ana dek yediğim en güzel görünen ve en lezzetli dondurma idi. Zaman zaman canım tatlı çektiğinde o dondurmayı ve ürünlerini hayal ediyorum. Hatta evimde mekanın tanıtım kartını çerçevelettim oraya giden arkadaşlara tavsiye etmek için çünkü işletmenin adını unutabilirim.

Neyse, gene dönelim Charlottetown’a. Ana karaya bağlı konfederasyon oluşum kırmızı plaj kırmızı kumlar denizi de çevresi de kiremitimsi bir kırmızı renkte. Rehberimiz diyor ki; “Bir sürü kumsal var ama çok nadir olarak girebiliyoruz, havalar el vermiyor.” Doğrudur. Buralar seyirlik. Daha çok olsun, girmek değil görmek de önemli buraları. Aklımda kalanlar ıssızlık, tam benim sevdiğim gibi. Metropollere istediğiniz zaman gidebiliyorsunuz, onlar daha elinizin altında ama böyle coğrafyalar her zaman kısmet olmuyor. Onun için ne kadar şükretsem az.

Quebec ve Montreal’i daha sonra yazacağım. Onları daha önce ikişer defa gördüğüm için o kadar heyecanlı değilim ama bu iki şehir de bu geziyi taçlandırdı, onu da yazmadan edemeyeceğim.