Küçük Gezgin ile 2011 yılında yaptığımız Avrupa seyahatindeki duraklarımızdan biri Bratislava oldu. Münih, Prag, Viyana ve Budapeşte'den sonraki durağımız küçük ve şirin olan bu şehirdi. Türkiye'den atlayım gideyim, illaki tatil yapayım diyeceğiniz bir yer değil onu söyleyeyim. Bir Avrupa seyahatinin 1 günlük durağı olacak bir şehir Bratislava.
Ama buralara gelmişken görmeden gitmek olmazdı. Avrupa'da kaldığımız en pahalı otellerden birinde kaldık burada onu da söylemeden geçmeyim. Görmek istediğiniz her yerin bir bedeli var; kiminde yol, kiminde yorgunluk, kiminde para, kiminde açlık... Eh gezgin ruhuna sahipseniz her bedeli ödemeye de hazır olmanız gerek.
Bratislava, beklediğimden çok daha küçük bir merkeze sahip. Ama süper cici bir yer. Restoranları, turistik alışveriş merkezleri, uzun alışveriş caddesi ile o ufacık şehir merkezine pek çok şeyi sığdırmışlar. Şehir merkezinde Bratislava Şehir Müzesi (Mestske Muzeum), St. Martin's Katedrali, Eski Şehir (Old Town) mutlaka görülmesi gereken yerler. Zaten hepsi birbirine çok yakın yerlerde bulunuyor; dolayısıyla “ayy ne kaçırdım” derdiniz olmayacak üzülmeyin. Şehrin en güzel yeri pek çok ülkede olduğu gibi eski şehir alanı. Bratislava'ya özgü en güzel şeyleri, yani birdenbire köşebaşında karşınıza çıkıp mutlaka her biriyle fotoğraf çektireceğiniz heykelleri meydanlarda göreceksiniz. Eğer bu geyiği yapmadan döneceğinizi sanıyorsanız yanılıyorsunuz benden demesi. Bu şehrin insana getirdiği zorunluluk; mutlaka bir heykelin yanında bulunup o geyik pozu vermektir : ) Şehrin diğer Avrupa başkentlerine göre hem tarihi hem de doğal zenginliği çok fazla değil ama bu heykellerle sokakları şenlendirdikleri, sanatla buluşturdukları kesin. Biz Küçük Gezgin’le bu heykellere bayıldık.
Bratislava’nın merkezinde yaptığımız gezi, alışveriş merkezindeki uzun yürüyüş ve ufak bir tramvay yolculuğundan sonra Bratislava Kalesi'ne tırmanma zamanı gelmişti. Bratislava'ya tepeden bakmak istiyorsanız kaleye tırmanacaksınız, kaçarı yok. Bizim uykusunu almış, karnı tok altı temiz kızımız koşa koşa çıktı o tepeyi. Eh birimiz koca göbekli birimizin kasları pek bir gevşek olduğundan arkasından baka baka çıktık Küçük Gezginin. Tek tesellimiz kaleye çıkan yokuş üzerindeki ara caddelerin güzelliğiydi. Detaylarıyla insanı hayran bırakan ara caddelerde etrafa baka baka yukarıya çıkın. Pek çok şey göreceksiniz : )
Bratislava'nın kalesi Avrupa'da daha önce gördüğümüz kalelerden daha modern bir görünüşe sahip. Hatta neredeyse normal bir görünüşü var desem yeridir. Yani bizim hep görmeye alışık olduğumuz gösterişten uzak, şöyle hani insanın bakmaya doyamadığı güzellikte bir kale değil. Küçük Gezginin yeşillikler üstünde debelenmek daha çok hoşuna gitti. Ama bir şehrin kalesine çıkmıyorsan o şehri gezmiş sayılmazsın mantığıyla gittik, gezdik, gördük.
Gerçi kaleden çok tepenin manzarası bizi etkiledi. Tuna Nehri'ni, Novy Most Köprüsü'nü ve tüm Bratislava'yı görmek mümkün tepeden. Biz gün batımına yakın gittiğimiz için şehri hem gün ışığında, hem günbatımında hem de şehrin ışıkları parlarken tepeden görmek şansına ulaştık. Bence siz de öyle yapın. Gündüz şehri doya doya gezin, özellikle ara caddelerdeki kuytu yerlerdeki mekanlar çok cici, akşama doğru da kaleye çıkın. Geç saatlerinizin merkezdeki harika restoranlarda tadını çıkarın. Tüm günün yorgunluğu ancak öyle atılıyor : )
Bratislava, şehir sokaklarında gezmesi keyifli, oldukça ucuz, Orta Avrupa'ya gitmişken uğrayabileceğiniz bir yer. Bence yolunuz o taraflara düşerse mutlaka uğrayın. Biz gittik, pişman olmadık. Her yerin kendine göre bir dokusu, bir tadı, bir havası var ne de olsa. Her yeri görmek lazım şu hayatta. İnsan her gördüğü yerden bir şey öğreniyor, bir sürü anıyla dönüyor… Biz, Küçük Gezgin'e büyürken ona arkadaşlık edeceği bez bebeğini Bratislava'dan aldık mesela.
Biz Küçük Gezgin ile Bratislava’yı gezmekten çok keyif aldık. Size de doya doya iyi gezmeler dileriz.