Saklı ve Güzel Ülke: Laos

Antalya’da yaşayan bir İzmirli olarak denize kıyısı olmayan bir ülkeyi sevebilmek tuhaf biliyorum ama ben Laos’u çok sevdim. Güneydoğu Asya’da; Burma, Çin, Vietnam, Kamboçya ve Tayland tarafından çevrelenen Laos Demokratik Halk Cumhuriyeti 6,5 milyon, fakir ama mutlu insanların yaşadığı bir ülke. Her ne kadar mutlu dediysem de ülke nüfusunun üçte birinin geliri Uluslararası Yoksulluk Sınırı olan günlük 1,25 Dolar’ın altında ve sadece birkaç gün geçirdiğim bir ülkede, insanlar bana her “Sa-bai-dee” yani merhaba dediklerinde gözlerinin içi gülüyor diye, onları “fakir ama mutlu” gibi bir klişe ile yaftalamak saftiriklik biliyorum ama yine de inanın mutlu görünüyorlardı. 
Ülkenin ismi Lao mu yoksa Laos mu karışıklığından söz etmek lazım takdir edersiniz… Sömürge döneminde Fransızlar “Lao”lular anlamında, Lao sözcüğünün sonuna çoğul takısı -s’i getirip ülkeye Laos demişler. Bu ülkenin varlığından -büyük olasılıkla- sömürgeci Fransızlar sayesinde haberi olan dünyanın kalanı da Laos ismini kabullenmiş. Fransızlar için hava hoş ne de olsa onlar sondaki -s takısını telaffuz etmiyorlar. Fakat diğer dillerde özellikle de İngilizcede bu -s takısı telaffuz edildiğinden, Fransızlar ülkenin adını en azından sözel olarak doğru kullanırken dünyanın kalanını yanlış yönlendirmişler. Bu topraklarda yaşayan insanlar ise ülkelerini her ikisi de Lao Ülkesi anlamına gelen “Prathet Lao” veya “Muang Lao” olarak adlandırıyorlar. Burada belirtmek istediğim komik de bir ayrıntı var; Lao dilinde sonu -s ile biten herhangi bir sözcük de yokmuş. “Peki, Laos’tayken ne yapmalı?” sorusunun yanıtına gelirsek; ben İngilizce konuşurken Laos dediğimde suratını asıp da Lao diye düzelten bir Laoslu ile karşılaşmadım açıkçası. Gerçi suratını asan herhangi bir Laoslu ile de karşılaşmadım. Ama yine de ne derler bilirsiniz; Roma’dayken Romalılar gibi davran. Yani siz yine de Laos yerine Lao’yu kullanın…
 
2008 yılında bir Aralık günü Saigon’dan Laos'un başkenti Vientiane’na uçarken, bu şehrin ismini duyalı çok da fazla olmamıştı itiraf ediyorum. Bir de Vietnam Havayolları ile Phnom Penh aktarmalı yaptığım bu seyahat pervaneli bir uçağa da ilk binişimdir; Fransız-İtalyan ortak yapımı bir ATR 72.

Hiç uçaktan korkan biri olmadım, baştan söyleyeyim. Tek sorunum beni her türlü araç tutar, bu yüzden kalkıştan yarım saat önce mutlaka bir tablet Dimenhidrinat alırım. Bir de hani pilot boğuk bir sesle “cabin crew slides armed and cross check” dedikten sonra, pistin başında bekleyen uçak hareket eder, sonra hızlanır, daha da hızlanır ve yaklaşık saatte 300 kilometrelik o hızın etkisiyle koltuğunuzda hafiften geriye yaslanırsınız ve uçağın tekerleklerinin yerden kesildiğini midenizde hissedersiniz ya… İşte o anlarda biraz ürkerim. Fakat pervaneli bir uçakta bu anı hissetmiyorsunuz. Uçak piste çıkıyor, biraz hızlanıyor, ancak hızlıca bir otomobilin süratiyle pistte ilerlemeye devam ediyor, siz kendi kendinize “hadi artık, pist bitiyor, hızlansana” diye mırıldanırken yavaşça havalanıveriyor. Üstelik çok yükseklerde de uçmuyor. Cam kenarından oturuyorsanız eğer ve hava da açıksa dışarısını izlemek çok keyifli, çünkü aşağıdakileri rahatça görebiliyorsunuz.
 
Her iki uçuşta da pencereden Mekong manzaralarını izleyerek Vientiane’ın Wattay Uluslararası Havalimanı’na indik. İki fotoğraf ve 30 Dolar karşılığında aldığımız vize sonrası havalimanı dışına çıktığımızda hava kararmaya yüz tutmuştu. Doğrudan otelimiz Inter City’e geçtik. Burası Mekong Nehri kıyısındaki Fa Ngum isimli cadde üzerinde, “butik” bir otel. Nehrin karşı kıyısındaki Tayland’a, telefonlarımıza “Tayland’a hoş geldiniz…” diye başlayan klasik telefon operatörü mesajları düşecek denli yakınız.
 
Kısa bir check-in sonrası akşam yemeği için Kualao Restoran'a geçip yemekle birlikte bir de fazlasıyla turistik bir yerel dans gösterisi izledik ve Lao Birası ile tanıştık ki kesinlikle tavsiye ederim; BeerLao marka olanını özellikle. Yemeğin ardından nehir kenarına gidip biraz önce turistik restoranda yediğimiz yemeklerden faklı, Vientiane sakinleri için olanlarının pişirilip satıldığı tezgâhların arasında dolaştık. Bir de beach club tarzı lüks sayılabilecek bir mekânda bir şeyler içtik. Mekânın kendisinden daha çok, hatırımda kalan otoparkındaki Ferrari ve Lamborghini oldu ne yalan söyleyeyim. Evet, Vientiane’da, bir “beach club”ın otoparkında bir Ferrari ve Lamborghini’yi yan yana gördüm.

Ertesi sabah erkenden kalkıp nehir boyunca yaptığım kısa bir yürüyüşün ardından Wat Si Muang isimli tapınağa gittik (Seyahatnamenin bundan sonrası için kolaylık sağlayacak bir bilgi - Wat; Tayland, Kamboçya ve Laos’taki Budist tapınaklara verilen isim. Ayrıca Lao dilinde okul anlamına da geliyor). Laos’ta, sonradan neredeyse her köşe başında görüp fazlasıyla kanıksayacağım turuncu giysili keşişler ile ilk karşılaştığım yer de olan bu tapınakta bir süre ve onlarca fotoğraf oyalandıktan sonra Vientiane pazarına gittik.

Pazarın ardından başkentin kalbindeki Patuxai'yi ziyaret ettik. Sözcük anlamı “Zafer Kapısı” olan Patuxai, sömürgeci Fransızlara karşı savaşırken yaşamını yitiren askerler anısına inşa edilmiş bir anıt. Fransızlara karşı savaşmışların anısına Paris’teki Arc de Triomphe’u (Zafer Takı) andıran bir anıt yapmak nasıl bir mantıktır bilmiyorum bu arada, sormayın… Büyük bir meydanın ortasında yer alan bu anıtın inşaatı, Amerikalıların havalimanı yapın diye hibe ettikleri çimentoyla 1969 yılında tamamlanmış ve bu yüzden Lao halkı arada bir esprili olarak buraya “Dikey Pist” diyormuş. Anıtın içerisinde merdivenlerle çıktığınız ilk katta hediyelik eşya ve bir sürü tişört satan bir mağaza, en üst katta ise manzarası hiç fena olmayan bir teras var.

Sonraki durağımız Başkentin hatta ülkenin simgesi olan bir tapınaktı; Pha That Luang. Ülkedeki binlerce stupa arasında kuşkusuz en önemlilerinden… Stupa; genellikle kümbet biçiminde, içerisinde Buddha’ya ait kutsal emanetlerin saklandığı Budist tapınaklara verilen genel bir isim. Diğer bir ismi de Büyük Stupa olan bu “Altın” tapınağın tarihi 3. yüzyıla kadar gidiyor. Efsaneye göre bu tarihlerde Hindistan’dan gelen Budist misyonerler tarafından Buddha’nın göğüs kemiğinden bir parçayı muhafaza etmek için kurulmuş. Yıllar içerisinde istilalar ve savaşlar nedeniyle pek çok kez hasar gören Stupa, sonuncusu 1931 yılında olmak üzere her seferinde yeniden inşa edilmiş. Uzaklardan altın gibi görünse de sadece duvarları altın yaldızlı boya ile boyanmış tapınağın içerisinde pek çok Buddha resmi ve heykeli var.

Ardından gittiğimiz Budist mimarinin Siyam stiliyle inşa edildiği söylenen Wat Si Saket ise gerçekten güzel bir tapınak ve içerisindeki Buddha heykellerinin sayısı 8 binden fazlaymış.
 
Vientiane’da gezdiğimiz son tapınak ise Wat Ho Phra Keo oldu. Burası bir zamanlar Zümrüt Buddha (Emerald Buddha) isimli oldukça değerli ve kutsal bir heykele ev sahipliği yapıyormuş. Fakat günümüzde kutsal heykel, Bangkok’taki başka bir “wat”ta olsa da burası yine önemli bir mekân…

Bir önceki günün neredeyse tamamını aktarmalı Saigon-Vientiane uçuşuyla harcayınca başkentte çok da fazla kalamadık açıkçası. Hatta büyük ihtimal Vientiane’a kadar gidip de Buddha Parkı, Xieng Khuan’ı görmeyen bir tek benimdir (bir de birlikte seyahat ettiğim dostlar tabii ki).
 
Vientiane’daki son wat, Wat Ho Phra Keo’nun ardından Luang Prabang’a uçmak üzere havalimanına doğru yola düştük.
 
Son söz; seyahatnamenin Vientiane bölümü biraz sıkıcı oldu farkındayım ama Luang Prabang çok daha ilginç ve keyifli olacak inanın.

Bir Dünya MirasıLuang Prabang

UNESCO'nun Dünya Mirasları arasında yer alan güzel şehir Luang Prabang’a öğle saatlerinde vardık. Şehrin kendisiyle aynı ismi taşıyan havalimanından çıkıp kalacağımız otele yöneliyoruz. Yaklaşık 50 bin nüfuslu, yaşamın bildiğimiz şehirlere kıyasla çok daha yavaş aktığı Luang Prabang'da ilk dikkatimi çeken; “trafiksizlik” ve neredeyse her köşe başında karşınıza çıkan turuncu giysili keşişler… 
Kalacağımız Ancient Luangprabang Hotel ilginç bir mekân. Oldukça geniş odalarının, numaraları yok Lao burç kuşağından gelen birer ismi var; benimkinin ismi Tiger’dı sözgelimi. Odalar geniş dedim ama banyo ayrı bir bölme halinde ayrılmış değil, odanın bir bölümünde öylece duran bir küvet şeklinde… Fakat söylemeliyim; işlevsel olmasa da odanın dekorasyonu çok güzel. Otelin en güzel yanı ise konumu; Luang Prabang’ın meşhur gece pazarının (Night Market) kurulduğu Sisavangvong Road isimli caddenin tam da başında… Bir de benim gibi tatlı seven ve Güneydoğu Asya’da tatlı olarak tropikal meyveler ve bildiğin muzla idare etmek zorunda kalanlar için iyi haber; şehirde alıştığımız tarzda tatlıları bulabileceğiniz belki de tek pastane, otelin hemen alt katında yer alıyor. Meraklısına not; çikolatalı ve portakallı kekleri hiç fena değildi.


Ancient Luang Prabang Hotel'in girişindeki Laos ve eski SSCB bayrakları... Hem de SSCB'nin dağılmasından 17 yıl sonra (2008'de)

Bir de otelden hatırımda kalan daha sonraları çok sık karşılaşacağım Lao insanına özgü o saygı ve güler yüzlülük… Resepsiyon görevlisi her karşılaşmamızda; hafif öne eğilip, avuç içleri birbirine gelecek şekilde birleştirdiği ellerini alnına götürerek selamladı beni. Anahtarlarımı alıp verirken de yine aynı şekilde beni selamladıktan sonra başını eğip, anahtarlarımı daima iki eliyle aynı anda tutarak uzattı. Laos’da kaldığım süre boyunca da bana uzattıkları anahtar, para, broşür veya küçük bir paket; her ne olursa olsun bu jest devam etti.

Luang Prabang'daki ilk durağımız War Wisunalat (veya Vixoun) oldu. Burasının önemi Luang Prabang’daki en eski tapınak olması, 1512 veya 1513 yıllarında inşa edilmiş. Bir diğer önemi de şehir için çok önemli ve kutsal olan Prabang Buddha heykeli, tapınağın kuruluşundan 1707 yılındaki Vientiane’a taşınmasına kadar burada korunmuş. Daha sonra bu kutsal heykel yeniden evi Luang Pranbang’a dönmüş ve şu anda da Kraliyet Sarayı Müzesi’nde… Wat Wisunalat'ın arka bahçesinde bir de Büyük Lotus Stupa’sı isimli (That Makmo) farklı mimari özellikleri olan bir tapınak var. Yuvarlak kubbesinden ötürü buraya Karpuz Stupa’sı da deniyormuş.

Yeri gelmişken bu “wat”larla ilgili bir iki şey söylemek isterim. Birincisi her ne kadar bu wat sözcüğünü tapınak diye çeviriyorsak da aslında Lao insanı için bu wat’lar tapınaktan çok daha fazlası; dini bir merkez, okul, bir araya gelip sohbet edilen veya sorunların tartışıldığı bir mekân ve hatta basit tedavilerin verildiği bir sağlık evi. Hemen hemen tüm wat’larda iki salon var. Birincisi wat’ın Buddha heykelinin bulunduğu, insanların gelip ibadet ettikleri ana salon. Diğeri ise sadece keşişlerin girebildiği ve dini törenlerin yapıldığı salon (Bunlardan birincisi Assembly Hall -Toplantı Salonu- diğeri ise Ordination Hall -Kutsanma Salonu- diye geçiyor. Türkçeye uyduramadığımdan yazmadım). Ayrıca her bir wat diğerlerinden farklı olsa da hepsinin içinde keşişlerin yaşam alanları, kutsal emanetlerin (Relic) saklandığı bölümler ve bir de çan kulesi mevcut.
 
Sonraki wat; Wat Aham çok da ilgimi çekmemiş olmalı ki hiç fotoğrafını çekmemişim. Bu kadar erken sıkılmamalıydım diye düşündüm bu satırları yazarken; ne de olsa bu şehir tarihi boyunca tam 66 tapınağa ev sahipliği yapmış. Bugün, savaş ve istilaların neden olduğu yıkımlardan sonra Luang Prabang’da hala 32 wat var ve bu tapınaklar Lao halkı için çok önemli ve değerli.
 
Yukarıda da söylediğim gibi, şehirdeki en eski tapınak 1512 veya 1513 yılından kalma. Yani bizim Selimiye’den sadece 62 yıl önce inşa edilmiş, Ayasofya’dan ise neredeyse 1000 yıl sonra;  tam olarak 976 yıl… Üstelik de bu wat, bizimkilere kıyasla mimari anlamda son derece “basit”. Fakat olaya bu şekilde bakarsak daha en baştan kaybederiz diye düşünüyorum. Gezgin olmanın -bence- en önemli koşulu olan gezdiğimiz diyarların ruhunu anlamaya çalışmak konusunu baştan kaçırırız sanki. Tamam, birbiri ardına bir sürü tapınak görmek insanı gerçekten “bayıyor” fakat her birinin farklı birer öyküsü olan bu wat’lar saygıyı da hak ediyorlar. Sanırım burada demek istediğim şu; eğer Luang Prabang’a giderseniz, dönüşünüzde az önce benim kurduğum “çok da ilgimi çekmemiş olmalı ki hiç fotoğrafını çekmemişim” benzeri bir cümleyi dilerim hiçbir tapınak için sarf etmezsiniz.
 
Luang Prabang’daki tapınak sayısını duyan bir arkadaşım doğal olarak “Neden bu kadar çok tapınak var peki?” diye sormuştu. Bunu biraz Karl Marx’ın meşhur “Din toplumun afyonudur” sözüyle açıklayabiliriz belki ama sanırım daha çok yukarıda sözünü ettiğim wat’ların sadece wat olmamasıyla açıklamalı ve biraz da Laos’ta keşiş olmakla. Budist Lao halkı oldukça dindar. Tüm ülkede keşişlere büyük saygı duyuluyor ve neredeyse her Laoslu erkek hayatının bir dönemini tapınakta geçiriyor. Bu tapınaklar; erkeklerin Budizm eğitimi aldıkları birer merkezin ötesinde, çalışarak azla yetinmeyi ve disiplini öğrendikleri ve daha güçlü birer birey oldukları yerler… Eskiden halkın gözünde her tapınak bir üniversiteyken, şimdilerde özellikle uzak köylerde yaşayan aileler küçük çocuklarını “ücretsiz” eğitim alabilsinler diye gönderiyorlarmış bu wat’lara.

Eminim Lao halkında da bizdeki “askerlik yapmayan erkeğe kız vermeme” âdeti benzeri, tapınakta en az bilmem kaç ay geçirmeyen erkeğe kız vermeme geleneği vardır. Bir de bu “geçici” de olsa keşişliğin Lao toplumundaki önemini anlatacak küçücük bir not; Lao Budizmi’ndeki (Theravada Budizmi) yaygın inanca göre kadınların Nirvana’ya ulaşabilmelerinin bir koşulu da yeniden dünyaya erkek olarak gelmeleri; erkek olup tapınaklarda hizmet edebilmeleri...
 
Adam gibi fotoğrafını bile çekmediğim ve dolayısıyla bir özür borçlu olduğum Wat Aham’ın ardından Phou Si Tepesi’ne doğru yola çıkıyoruz. Burada tepe ile aynı ismi taşıyan bir wat olsa da amacımız farklı. Yaklaşık 300 merdiveni, yukarıdaki harika manzaranın hatırına tırmanıyoruz. Bu şehirde yapılacaklar listesinin belki de en başında, işte bu bir tarafında Mekong diğer tarafında ise Nam Khan nehirleri olan Luang Prabang manzarasına karşı güneşin batışını izlemek var.

Tepeye tırmanırken, merdivenlerin iki yanında karşımıza çıkan heykelleri yakından görmek için küçük molalar veriyoruz. Bunlar Buddha’nın haftanın günlerine göre farklı pozisyonlardaki heykelleri. Budistler Buddha’nın yaşamındaki bazı önemli olayların haftanın belirli günlerine denk geldiğine inanıyorlar ve bu olayları temsil eden haftanın her günü için de farklı pozisyonda bir Buddha heykeli var. Doğal olarak Lao halkı için de haftanın hangi günü doğdukları önemli. Kendi yaşamları ile Buddha’nın yaşamında o gün gerçekleşen olay arasında bir bağlantı olduğuna ve bunun karakterlerini şekillendireceğine inanıyorlar. Sözgelimi; eğer Pazartesi doğmuşsanız ciddi bir insansınız, güçlü bir hafızanız var ve seyahat etmekten hoşlanıyorsunuz. Yetenek gerektiren bir mesleğe sahip olma olasılığınız da yüksek. Bu arada ben de bir Pazartesi günü doğmuşum. Haftanın günlerine göre farklı heykeller ve “Budist falınız” için buyurun size ayrıntılı bir link: http://www.phuket101.net/2012/03/buddha-positions-for-seven-days-of-week.html

Phou Si Tepesi’nde, harika Luang Prabang manzarası üzerine günbatımını izledikten sonra aşağıya, yeni kurulmakta olan Gece Pazarı’na iniyoruz. Gece Pazarı her akşam Sisavangvong Road üzerinde gün batımıyla yavaştan kurulmaya başlıyor ve gece 22.00-22.30’a kadar açık. Zaten caddenin iki yanında çok sayıda restoran ve bar var. Geceleri yolun üzerinde kurulan bir sürü hediyelik eşya, el sanatları satılan tezgâh da onlara katılınca, akşamları cadde bayağı kalabalık ve şenlikli bir hal alıyor. Ufak tefek hediyelik almak istiyorsanız eğer burası tam yeri. Tezgâhlardaki sevimli satıcılar “Sa-bai-dee” diyerek sizleri selamlayıp ardından “buy something” diyorlar gülümseyen yüzleriyle. Fakat “something”in son hecesi mutlaka uzatılıyor.


Night Market

Alms Round Töreni

İnsanoğlu tuhaf gerçekten… İşe gitmek için 7.30’da kalkmak zül gelirken; Luang Prabang’da, Alms Round’u izlemek için iki sabah üst üste 5.30’da yataktan heyecanla fırlamak nasıl bir şeydir biri bana anlatsın lütfen... 

Budizm’de keşişler yemek pişirmek ve saklamak gibi dünyevi işlerle ilgilenmiyorlar. Böylece tapınaklardaki yaşam basitleşirken, spiritüel yaşamlarını zenginleştirmeye de daha çok zaman ayırabiliyorlar. Alms Round geleneği de bu işte sebepten doğmuş; yemek pişirmek gibi dünyevi işlerle ilgilenmeyen keşişlere ihtiyaçları olan yiyecekleri halk sunmaya başlamış. Bugün Luang Prabang’da her sabah gün doğumuyla birlikte çok sayıda keşiş, ellerinde kendilerine sunulacak yiyecekleri sakladıkları Alms kapları ile tapınaklarından çıkıp yollara dökülüyorlar. Diz çökmüş halde onları saygıyla beklemekte olan halk da hazırladığı yiyecekleri sırayla önlerinden geçen keşişlere sunuyor ve bu sunulan yiyecekler de keşişlerin tek öğünü...
 
Yukarıda Alms Round dedim, sanırım bunu biraz açmalıyım. Alms’ın sözcük anlamı yardım… Fakat bizdeki zekât gibi, yoksullara ya da ihtiyacı olanlara verilen türden bir yardım. Oysa Laos’taki bu gelenekte işler farklı… İnançlı Budistlerin yaptığı klasik anlamda bir yardım değil. Aksine saygıyla sundukları yiyeceklerin, keşişlerce kabul edilmesini diledikleri, bundan mutluluk duyacakları bir durum var burada. Keşişler de yiyecek bulamayacak kadar fakir değiller zaten… Sadece dünyevi işlerden uzak duruyorlar. İşte bu yüzden Alms Round’u, “Yardım Turu” gibi eğreti bir şekilde çevirmektense olduğu gibi kullandım yazarken. Ayrıca yaygın kullanılan İngilizce Alms Round sözcüğünün Lao dilindeki karşılığı da “Tak Baat”...
 
Sabahın 6.00’sında inceden bir ayazda hafif içim titrerken konakladığımız Ancient Luangprabang Otel’in biraz ilerisinde fotoğraf makinem elimde beklemeye başlıyorum. Yerel halk çoktan kaldırım üzerinde diz çökmüş, önlerindeki kapların içinde haşlanmış pirinç topakları, mandalina ve ne olduğunu bilmediğim başka şeyler hazır bekliyorlar. Aralarında tek tük törende aktif rol almak isteyen turistler de var. Ama daha kalabalık olan benim gibi elinde fotoğraf makinesi olanlar… Bu töreni izlerken dikkat etmeniz gereken bazı kurallar da var tabii ki. Bir kere uygun giyinmelisiniz; uzun kollu bir şeyler ve pantolon giymelisiniz (hem kadın hem de erkekler için geçerli ve sunum yaparken ayakkabılar çıkarılmalı). Eğer herhangi bir yiyecek sunmayacaksanız, keşişlere yaklaşmamalısınız. Sunacaksanız da başınız mutlaka keşişlerin başlarından daha aşağı seviyede olmalı. Tören boyunca sessiz kalmalısınız ve bence en önemlisi fotoğraf çekeceğim diye objektifinizi keşişlerin burnuna sokmamalısınız ve asla flaş yok!

Bir süre sonra sabahın ayazına rağmen ayakları çıplak keşişler, üzerlerinde bildik turuncu giysileriyle tek sıra halinde geliyorlar. Kaldırımda diz çökmüş kendilerini bekleyenlerin önünden sessizce geçerken kaplarını açıp kendilerine sunulan yiyeceklerin konulmasını bekliyorlar. Gerçekten farklı bir an; sırf Alms Round’u izlediğim o topu topu 15 dakikanın hatırına bile buralara kadar gelmeye değer diye düşünüyorum.

Ben iki sabah art arda izlediğim Alms Round töreninde turistlerin neden olduğu rahatsız edici herhangi bir davranışla karşılamadım açıkçası. Fakat internette, özellikle de kişisel bloglarda bu konuda yazılmış bir sürü şey var maalesef. En çok şikâyet edilenler de en iyi pozu yakalamak uğruna keşişlere iyice yaklaşıp törenin ahengini bozan fotoğraf manyakları… Bu tiplerden hangimiz şikâyetçi olmadık ki zaten? Bir de töreni sessizce izlemek yerine, aktif rol alan ve keşişlere yiyecek bir şeyler sunan turist sayısının giderek artmasından duyulan endişe var. Bu “aktif” turist sayısından rahatsız olan Luang  Prabang halkının, Alms Round’a eskisi kadar hevesle katılmadığını ve yakında bu eski geleneğin tamamen ticari bir turist atraksiyonuna dönüşebileceğini söyleyen bir makale okudum sözgelimi. Bu olasılık insanı üzüyor gerçekten. Alms Round, turistlerin keşişlere Snickers veya Oreo sunduğu bir abukluğa dönüşmeden Luang Prabang’a gidin derim…
 
Alms Round sonrası kahvaltı için otele uğradıktan sonra günün ilk durağı “Sabah Pazarı” oluyor. Yolunuz düşerse sabahın erken saatlerinden itibaren açık olan bu ilginç pazarı, kahvaltı sonrası yani “tok” ziyaret etmenizi öneririm. Çünkü tezgâhlarda satılan yiyecekler pek damak zevkimize uygun değil; jel halinde satılan öküz kanı, yılan, pişirilmiş veya pişirilmemiş halde kurbağa, yarasa, sakatat ve her türlü böcek gibi farklı bir sürü şey bulabilirsiniz. Damak zevki dediğimiz şey malum biraz genetik biraz da doğduktan sonra ne ile beslendiğimizle ilişkili. O yüzden hepimiz annelerimizin yemeklerine bayılırız ya ve yine aynı nedenden ötürü Lao halkını “insan bunları nasıl yer?” diye yargılamamalı… Üstelik kötü bir haber de vereyim; AB raporlarına göre 2050’de 9 milyar kişinin protein ihtiyaçlarının karşılanması gerekecekmiş ve bildik kaynaklar da bunun için yeterli olmayacak maalesef. Arnold van Huis isimli Hollandalı bilim insanı da gittikçe kalabalıklaşan dünyada et fiyatlarının yükselmesiyle protein ihtiyacımızı böceklerden karşılamamızın hem çevre hem de vücudumuz için daha sağlıklı olacağını savunuyor. Tamam, moralinizi bozmayın, bir de iyi haberim var; yaşlandıkça dilimizdeki tat tomurcuğu sayısı azaldığından yeni tatlara karşı duyarlılığımız azalıyor. Luang Prabang pazarındaki az önce saydığım yiyeceklere bile alışabilirsiniz yani…

“Sabah Pazarı” sonrası gezdiğimiz Wat Mai Suwannaphum Aham, şehirdeki en büyük tapınaklardan biri. Burası uzun yıllar kraliyet ailesinin ibadet ettiği tapınak olmuş. Lao Budizmi’nin ruhani liderinin de ikametgâhıymış.  Ayrıca kabartma resimleri ile ünlü…
 
Tapınak sonrası karşımıza çıkan bir okulda çocuklarla bir süre şakalaşıyoruz. Yeri gelmişken önemli bir not; hani bazen sevimli bulduğumuz çocukların, hafifçe başlarına dokunup da saçlarını okşarız ya; işte Laos’ta asla bunu yapmayın! İnsanların özellikle de çocukların başlarına dokunmayın. Bu çok büyük bir kabalık olarak algılanıyor.
 
Sonraki durağımız Luang Prabang’daki en büyük ve belki de en önemli tapınak oluyor; Wat Xieng Thong (Altın Şehir Tapınağı). Burası Mekong ve Ham Khan nehirlerinin birleştiği noktada kurulmuş. Lao Kralları bu tapınakta taç giyerlermiş. Bir de bu wat, Buddha’nın öyküsünün anlatıldığı duvar resimleriyle biliniyor.
 
Aslında bu “wat”lar ile ilgili anlatılacak çok fazla şey var ama sizleri “baymamak” adına kısa keseyim. Eğer aranızda gerçekten ilgi duyan varsa önerebileceğim bir link var; Bino Caiña isimli freelance fotoğrafçı ve seyahat yazarı Frameless World isimli sitesinde her bir wat'ı çok güzel anlatmış: http://framelessworld.com/2011/07/temples-wats-luang-prabang-jewel-laos-part/

Wat Xieng Thong’un ardından yürüyerek nehir kenarına gidip Mekong turu için Laos’a özgü dar ve çok uzun tekneye geçiyoruz. Bu Vietnam’daki Vinh Long’dan sonra ikinci Mekong turumuz ve kesinlikle ben bu kahverengi akan nehri seviyorum.
 
Bir süre manzaranın keyfini çıkardıktan sonra ilk durağımız Ban Xang Hai Köyü için karaya çıkıyoruz. Burası başıboş köpeklerin ve çocukların sokaklarda oynadığı, kadınların çamaşır ve bulaşıklarını uluorta yıkadıkları tipik bir Laos köyü olmanın ötesinde, yerel pirinç şaraplarıyla ünlü… Burada Lao-Lao denilen ve cinsel gücü arttırdığı iddia edilen, akrep veya yılanlı pirinç şaraplarının nasıl yapıldığını izleyip ardından da tadına bakıyoruz (Çok da beğendiğimi söyleyemem ve cinsel güç üzerindeki etkisini değerlendirebilmek için de bir yudum yeterli değildir, değil mi?). Pirinç şarabı dışında ipek dokumalarıyla da tanınan bu küçük köyde bir de renkli tapınak ziyaret ettik.

Ardından nehir boyunca dimdik yükselen bir kayalığın içinde, özellikle oyulmuş gibi duran Pak Ou Mağaraları’na gidiyoruz. Teknemiz küçük bir iskeleye yanaşıyor ve içerisinde irili ufaklı yüzlerce Buddha heykeli olan mağaralardan önce daha aşağıdaki küçük olanına gidiyoruz. Ardından da daha yukarıdaki büyük olanını görmek için bir sürü merdiveni tırmanıyoruz. Mağaralar, yerel halk için oldukça kutsal bir mekân… Nisan ayında, Lao yılbaşında yüzlerce kişi mağaraları ziyaret edip Buddha heykellerini yıkama törenlerine katılıyormuş. Mağaralardan daha ilginç olansa merdivenlerde karşımıza çıkan ve ellerindeki kafesleri bize gösterip para isteyen çocuklar oluyor. Ellerindeki kafeslerde yakaladıkları serçe benzeri küçük kuşlar var ve birkaç Kip (Laos para birimi) karşılığında kuşları serbest bırakıyorlar. Bir zamanlar bizde de olan bir geleneğin turistik hali. Osmanlı’da kuş satın alıp azat etmek, merhameti gösteren bir sevapmış. Evliya Çelebi’nin anlattığına göre; kibar bey ve hanımlar tatil günleri İstanbul’da kurulan büyük kuş pazarlarına gider, parayla satın aldıkları rengârenk kuşları gökyüzüne salarlarmış. Fakat Osmanlı’da olmayan bir Laos geleneği ise; para karşılığında kafesteki tarla faresini azat etmek… Evet, bunu da gördüm!

En iyimser tabirle salaş diyebileceğim bir restorandaki öğle yemeğinin ardından başka bir köye geçiyoruz. Burası çömlek yapımıyla meşhur… Fakat köyün kendisi çömlek yapımından çok daha ilginç geliyor bana. Bir süre etrafta dolaştıktan sonra köyün hemen yakınında henüz hizmete açılmamış bir otelin nehir manzaralı terasında oturup gün batımının keyfini çıkarıyoruz.
 
Büyük olasılıkla o tesis ve başkaları çoktan açılmış, hizmet veriyorlardır ve umarım Mekong kıyısı zamanla bu tip otellerle kaplanmaz.

Kısaca Laos Tarihi

Bir sonraki sabah, Luang Prabang’da yine erkenden kalkıp Alms Round’u bir kez daha izlemek için gün doğmadan dışarı çıktım. Fakat bu kez fotoğraf çekmeden, sadece izledim. Anın tadını çıkardım yani… 
Kahvaltı sorası para bozdurmak için bir döviz bürosu önünde sıra beklerken, Avustralyalı bir kadın ve Güney Koreli bir erkekten oluşan genç çiftle ayaküzeri sohbet ettim. Luang Prabang’daki ilk saatleriymiş. Benim üçüncü günüm olduğunu öğrenince Alms Round’u sordular, ben de onlara gerekli tüyoları verdim. Muhabbet klasik “Where are you from?” noktasına gelince de araya sıkıştırıp onlara Kapadokya’dan söz ettim. Koreli cebinden bir defter çıkarıp hemen notunu aldı. İstanbul’u biliyorlardı tabii ki ama Kapadokya’yı duymamışlardı. Ülkemizi tanıtmak adına, her fırsatta üzerimize düşeni yapmalı değil mi?
 
Üzerimize düşeni yapmak derken; Laos yazılarımda, bu güzel ülkenin tarihinden hiç söz etmediğimi fark ettim. Hele de önceki bölümlerde Vietnam’ın yakın tarihini, özellikle de de Amerikan Savaşı’nı ayrıntılı sayılabilecek bir biçimde anlattıktan sonra, Laos’a haksızlık etmemeli değil mi? İşte meraklısı için Kısa Laos Tarihi… (Tamam, bunu ilk bölümde yapmalıydım haklısınız)
 
Muang Sua (günümüzdeki Luang Prabang) Prensi Fa Ngum; tarihteki Laos hükümdarlarının ilki olarak kabul ediliyor. Fa Ngum çok genç yaşlarda Khmer İmparatorluğu’na yani bugünkü Kamboçya’ya gitmiş ve imparatorun kızlarından biriyle evlenmiş. Ardından ülkesindeki karışıklıkları fırsat bilip, 1349 yılında “kayınpederi” Khmer İmparatoru sayesinde yanında topladığı 10 bin silahlı adamla birlikte Angkor’dan ülkesi Laos’a yola çıkmış. 1354 yılında da Vientiane’da yanındaki 50 binden fazla asker ve destekçisiyle taç giyip Lan Xang hükümdarı ilan edilmiş. Lan Xang; yani “Beyaz Şemsiye Altındaki Bir Milyon Fil”
 
Yukarıdaki hikâyeyi anlatmamın nedeni Laos için söylenen “Bir Milyon Filin Ülkesi” tanımını açıklamaktı. Daha fazla ayrıntıya inmeye gerek yok sanırım. Sonrasında 18. yüzyıl başlarında krallık parçalanmış ve Laos; Birmanya, Siyam (Bugünkü Tayland) ve Vietnam tarafından işgal edilmiş. Ardından da ülke, Fransız sömürgesi olmuş.

İkinci Dünya Savaşı sırasında Laos önce Tayland’a bırakılmış, ardından Japonlar işgal etmişler. Bu dönemde Lao halkı Japonlara karşı direnirken Özgür Laos Düşüncesi de yavaştan ortaya çıkmaya başlamış. İkinci Dünya Savaşı sonucunda Japonlar yenilince ülke yeniden Fransızların eline kalmış. Fransızlar Laos’a sınırlı özgürlük tanıdılarsa da Lao halkı buna pek yanaşmamış. Vietnam da sömürgeci Fransızlara karşı direnen Viet Minh (Vietnam Bağımsızlığı Oluşumu) ile birlikte hareket edip,  Pathet Lao yani “Lao Ülkesi Hareketi” olarak bağımsızlıkları için mücadele etmişler. 1954 yılında, Fransızlara karşı savaşı sonlandıran Cenevre Konferansı ile Vietnam gibi, Laos da bağımsızlığını ilan etmiş.
 
Bağımsızlık sonrası yine karışık… Ülkede iç çalkantılar sürmüş; koalisyon hükümetleri, askeri darbeler, komşusu Vietnam’daki Amerikan Savaşı hepsi üst üste gelmiş.
 
Laos Amerikan Savaşı’na görünürde katılmamış fakat 1964’den 1973’e kadar Amerikalılar Laos’a 2 milyon tondan fazla bomba atmışlar. Amerikalılar bir yandan, Kuzey Vietnam’dan Laos topraklarından geçerek Saigon’a giden Ho Chi Minh yolunu bombalamışlar. Diğer bir yandan da Viet Cong’un yanında savaşan komünist Pathet Lao hareketine karşı kraliyet yanlısı Lao hükümetine destek vermişler. Amerikalıların savaşı kaybetmesi ve hemen ardından Vietnam’da kurulan Vietnam Sosyalist Cumhuriyeti’nin etkisiyle de komşusu Laos’ta, Pethet Lao Hareketi önderliğinde “sosyalist” Lao Demokratik Halk Cumhuriyeti kurulmuş.
 
Amerikalıların attığı bombalar binlerce köyü yerle bir edip, Lao halkının da yüz binlercesini öldürmüş. Fakat hala bu güzel ülkenin topraklarında patlamamış binlerce bomba mevcut. Savaş sona erdiğinden bu yana yaklaşık 20 bin kişi bu patlamamış bombalar nedeniyle hayatını kaybetmiş. Bugün üzerinden neredeyse 40 yıl geçmesine rağmen bu bombaların sadece % 1’i imha edilebilmiş. Dünyadaki her yıl patlamamış mühimmatlara bağlı ölümlerin yarıdan fazlası Laos’ta ve her yıl bu bombalar nedeniyle yaşamını kaybeden yaklaşık 100 kişinin de maalesef 40’ı çocuklar… Amerika hala öldürmeye devam ediyor anlayacağınız…

1975’in ikinci yarısında SSCB sona yaklaşırken, Sosyalist Kamp’a katılan son ülke oluyor Laos. Günümüzün Laos'u tek partili bir sosyalist cumhuriyet, Marksizm’i benimsiyor ve generallerin ağırlıkta olduğu bir “Politbüro”ları var. Orak çekiçli eski SSCB bayrağıyla ülkede sıklıkla karşılaşıyorsunuz.
 
İnsan “gerçekten” mutlu görünen Lao halkının, bu dingin ve mutlu hallerinde Budizm kadar sosyalizmin de etkisi var mıdır acaba diye düşünmeden edemiyor açıkçası. Biliyorum, bu oldukça naif bir düşünce. Hele de bu yorumu topu topu 5 gün geçirdiğim bir ülke için yapmak. Büyük ihtimal benimkisi sadece gerçek olmasını istediğim bir hayal. Hayal çünkü Laos, çalışan sınıfın ekonomik ve politik yapıyı kontrol ettiği bir ülke olmaktan çok uzak. Komşuları “sosyalist” Vietnam’da özel sektör almış başını gidiyor, sahillerinde yabancı yatırımcıların inşa ettiği oteller birbiri ardına yükseliyor ve sıra mutlaka Laos’a da gelecek, hatta çoktan geldi. Sanırım yukarıda sözünü ettiğim naif hayal için artık dünyadaki tek adres Küba. Castro’ya daha da uzun ömürler dileyelim bari…
 
Luang Prabang’daki son günümüzde önce Ulusal Müze’ye gidiyoruz. Diğer ismi de Ho Kham veya Royal Palace, yani Kraliyet Sarayı. Saray 1904 yılında, Fransız sömürge döneminde Kral Sisavang Vong ve ailesi için inşa edilmiş. 1975’de monarşi komünistler tarafından yıkıldığında, sarayın son sakinleri olan Veliaht Prens Savang Vatthana ve ailesi eğitim kamplarına götürülmüşler. Tabii ki bir daha onlardan haber alınamamış. Saray kompleksini oluşturan binalardan bir tanesi tiyatro olarak hizmet veriyor. Müze haline dönüştürülmüş bir zamanlar kraliyet ailesinin ikametgâhı olan binayı gezerken ayakkabılarınız çıkarmalısınız, ayrıca fotoğraf çekmek de yasak. İçeride kraliyet ailesine ait özel eşyalar ve nadir bulunan Buddha heykelleri var. Kraliyet ailesinin bir zamanlar ibadet ettiği, müzeye komşu Wat Mai Suwannaphum Aham tapınağını bir önceki gün görmüştük zaten. Müzeden, bir fotoğraf sergisini gezdikten sonra ayrılıyoruz.

Ardından Kuzey Çin kökenli bir etnik grup olan “Hmong”ların yaşadığı Ban Na Oune isimli bir köye gidiyoruz. Hmonglar her şeyin “Da” ismini verdikleri bir ruhu olduğuna inanıyorlar. Şamanların, köy yaşamında önemli bir yeri var. İnançlarına göre, kötülük ve hastalıklardan uzak durabilmek için “Da” sürekli olarak teskin edilmeli. Bu görev de şamanlara düşüyor. Ayrıca ev ruhlarına inanan Hmongların evlerinde, korunmak de için birer sunak var.
 
Sonraki durağımız yine farklı etnik bir kabile olan Khumu azınlığının yaşadığı Ban Tha Pane köyü oluyor. Khumu halkı, Laos’ta büyücü olarak biliniyor ve bazı aileler hala büyü yaparak veya fal bakarak hayatlarını sürdürüyorlarmış. Bir de ben görmedim ama yaşlı Khumularda dövme ve gümüş pipo ile tütün ve afyon içmek çok yaygınmış.

Günün ikinci yarısında gerçekten çok keyif aldığım bir yere; Kuang Si Şelaleleri’ne gidiyoruz. Şelaleler, Luang Prabang’a yaklaşık 30 kilometre mesafede. Önce güzel bir parkta kuş sesleri arasında bir süre yürüdükten sonra şelalelere varıyorsunuz. Neredeyse bir “cangıl” sıklığındaki yemyeşil ormanın içerisinde 60 metre kadar yüksekten akan su, birkaç kez daha küçük şelaleler ve havuzlar oluşturarak ilerliyor. Bu turkuaz renkli havuzlarda yüzmek de mümkün. 2008’de çok sevdiğim Kuang Si, itiraf etmeliyim geriye dönüp de baktığımda, bugün çok da etkileyici gelmiyor. Çünkü bu süre içinde Hırvatistan’da Plitvice Milli Parkı’ndaki şelaleleri ve Iguazu’yu gördüm. Fakat çok etkileyici olmasa da Kuang Si, tıpkı bulunduğu şehir Luang Prabang gibi insana huzur veren bir mekân...

Son gecemizde Laos yemeklerinden fazlaca sıkıldığımızdan, Night Market’in kurulduğu Sisavangvong Road’daki bir pizzacıya gittik. Yemek sonrasında pazarda son bir kez daha dolaştım. Öylesine girdiğim bir kuyumcuda, yıllardır Luang Prabang'da yaşayan ve kendi tasarladığı takıları satan dükkân sahibi Fransız beyefendi ile ayaküzeri sohbet ettim. Gecenin ilerleyen saatlerinde otele doğru yürürken, adamın biri karşıma çıkıp “You want Lao Lady, Sir?” deyiverdi. Bunu derken bir yandan da yolun yanındaki evlerden birinin kapısına dayanmış ve bana gülümseyerek bakan bir kadını işaret ediyordu. Adama biraz da şaşırarak hayır derken, Laos için hep söylediğim “henüz turizmle kirlenmemiş” tanımlamasının gerçek olup olmadığını ilk kez düşündüm.
 
Gerçek ya da değil, ben bu ülkeyi ve insanlarını çok sevdim. Dilerim ileride bir kez daha gelme fırsatım olur.
 
Normalde bu tip şeyler yapmam ama kuralı bozup ben de bir liste yaptım. İşte size “Yolunuz düşerse Luang Prabang’da yapılacak 7 şey listesi;

7. Sadece takılın, sokaklarda yürüyün, günlük yaşamları içerisindeki keşişleri izleyin ve fotoğraflarını çekin, Mekong manzaralı bir barda Beerlao için, yavaş, dingin, huzurlu yaşamın tadını çıkarın.

6. Gece Pazarı, Night Market’te turlayın, el sanatlarına ve hediyelik eşyalara bakın, bir şeyler alın veya almayın ama mutlaka turlayın.

5. Phou Si tepesine tırmanıp gün batımını izleyin.  

4. Mekong’da tekne turuna çıkın, Pak Ou Mağaraları’nı ve pirinç şaraplarıyla ünlü Ban Xanghai Köyü’nü görün.

3. Gitmeden araştırın, herhangi 3 “wat”ı gözünüze kestirip, onları adamakıllı gezin, bir sürü fotoğrafını çekin.

2. Kuang Si Şelaleleri’ni görmeye gidin ve yapabilirseniz turkuaz renkli havuzlarda yüzün.

1. Mutlaka sabah gün doğmadan kalkıp Alms Round’u izleyin.

YAZI DİZİSİNİN DİĞER BÖLÜMLERİ:
https://gezimanya.com/GeziNotlari/sakli-ve-guzel-ulke-laos-1-bolum-vientiane
https://gezimanya.com/GeziNotlari/sakli-ve-guzel-ulke-laos-2-bolum​​​​​​​​​​​​​​https://gezimanya.com/GeziNotlari/sakli-ve-guzel-ulke-laos-3-bolum

 

#Makedonyadan yazılar alanında göster
Kapalı
Çağlar Erözgen

Yazar Hakkında

Çağlar Erözgen

Antalya'da yaşayan bir İzmir'li. Hekim. Gezmek için çalışan bir seyahat bağımlısı. Fotoğraf çekmeye pek meraklıdır. Kitap okur, film izler ve naçizane blogunda yazar.