Edinburgh Hakkında Bilinmesi Gerekenler

Edinburgh İskoçya’nın başkentidir. 1437 yılından beri ülkeye başkentlik yapan şehir Glasgow’dan sonra ülkenin en büyük ikinci şehridir. İskoçya’nın doğusunda, kuzey denizine yakın bir konumda bulunan bu masalsı şehir gezginlerin gözde şehirlerinden birisidir.

Şehrin en öne çıkan özelliği ise Ortaçağ ve Georgian dönemlerine ait göz kamaştıran mimarisidir. Yüksek eğitim oranı, kültürel düzeyi sebebiyle “Kuzey’in Atinası” olarak anılan şehir İskoç aydınlanmasında önemli bir yere sahiptir.

Eski şehir ve yeni şehir olarak iki bölgesi bulunan Edinburgh UNESCO tarafından Dünya Miras Listesi’ne alınmıştır. Şehrin kültürel düzeyinin bu kadar yüksek olmasında ve eğitimde oldukça ileri düzeyde olmasında şehirdeki üniversitelerin rolü büyüktür. Bünyesinde dört tane üniversite bulunduran Edinburgh öğretim yılı içinde adeta öğrenci cennetine dönmektedir. Şehirde öğrenim gören öğrenci sayısı yüz binden fazladır.

Şehirdeki üniversitelerden en eskisi Edinburgh Üniversitesi’dir. Dünyanın en saygıdeğer üniversiteleri arasında gösterilen Edinburgh Üniversitesi 1583 yılında kurulmuştur. Oldukça köklü olan bu üniversite 2010 yılında uluslararası üniversiteler sıralamasında 9. Seçilerek dünyanın en iyi on üniversitesi arasına girmeyi başarmıştır.

Edinburgh Üniversitesi dışında şehirde bulunan diğer üniversitelerden birisi Herriot-Watt Üniversitesidir. Temelleri 1821 yılında mekanik eğitimi alanında atılan bu enstitü 1966 yılında üniversite statüsü kazanmıştır.

Edinburgh Napier Üniversitesi de eğitim hayatına yüksek okul olarak başlayan ve 1992 yılında tam üniversite statüsü verilen bir üniversitedir. Bu üç üniversiteye 2007 yılında üniversite statüsü kazanan Queen Margaret Üniversitesi eklenmiştir. Her yıl başarıları dünyaca onaylanan bu üniversitelere binlerce öğrenci kayıt olmaktadır ve şehrin kültürel ve bilimsel kalkınmasına katkı sağlamaktadırlar.

Antik ve modern İskoçya’nın bütün özelliklerini bulabileceğiniz Edinburgh’un tarihi de oldukça eskilere dayanıyor. Bölgede bilinen en eski yerleşim Cramond’dur. M.Ö. 8500lü yıllara dayanan izler barındıran bölgede ayrıca Castle Rock, Arthur’s Seat, Craiglockhart Hill ve Pentland Hills isimli tunç ve demir çağının izlerinin bulunduğu yerleşim alanları da mevcut. Milattan sonraki birinci yüzyılda ise Romalılar Lothian bölgesine geldiklerinde kayıtlara Votadini olarak geçen bir kabile keşfetmişlerdir. 7.yüzyılda ise İngilizler bu bölgeyi işgale başlamışlar ve Edinburgh adını vermişlerdir.

Bu tarihten sonra İngilizler ve İskoçlar arasında sürüp giden bir çatışma ortamı ortaya çıkmıştır. 12. yüzyılda ise Edinburgh kendi yönetimini ele almış ve şehir olmuştur. Fakat İngiltere’nin Edinburgh’u kontrol altına alma isteği yıllar boyunca çeşitli çatışmalara ve savaşlara sebep olmuştur. William Wallace tarafından yönetilen bu savaşlardan biri 1995 yılında çekilen Cesur Yürek (Braveheart) adlı filme de konu olmuştur. İskoç bağımsızlığını anlatan bu film dünyada çok sayıda insan tarafından izlenmiş kült bir yapımdır.

William Wallace’n istifa etmesi üzerine İskoçya Soyluları Robert Bruce ve John Comyn’i İskoçya’nın yeni muhafızları olarak seçti. Hırslı ve güçlü bir savaşçı olan Robert Bruce hiç vakit kaybetmeden John Comyn’i öldürdü ve 1306 yılında kendini kral olarak ilan etti. Robert Bruce tahtta iken İngiltere ile bir antlaşma imzaladı. Bu antlaşmaya göre İngiltere İskoçya’nın bağımsızlığını kabul ediyor ve Robert Bruce’ı kral olarak tanıdığını bildiriyordu. Kral Robert Bruce döneminde Edinburgh İskoçya’nın en önemli bölgesi olmuştur.

Kral Robert Bruce’ın ölümünden sonraysa İngiltere hiç vakit kaybetmeden İskoçya’yla yeniden savaşmaya başlamıştır. 15. yüzyıla gelindiğinde ise İskoçya ve İngiltere arasında önemi bir gelişme yaşandı. İskoç Kralı IV. James, İngiliz Kral VII. Henry’nin kızı olan Tudor ile evlendi. Bu evlilik neticesinde İskoçya ve İngiltere de birbirleriyle ayrılmaz bir şekilde bağlanmış oldu. “Rönesans İnsanı” teriminin ortaya çıkmasına sağlayan Kral IV. James’in egemenliği boyunca sanat ve bilimde oldukça önemli gelişmeler yaşandı ve ülkenin kültürel ve sanatsal hayatı hız kazandı.

Fakat bu barış ortamı uzun yıllar devam edemedi. Fransa Kral IV. James’ten iç hukuklarıyla ilgili yaşadıkları savaşa yardım etmesini isteyince çatışma ortamı ve savaşlar geri döndü. 17. yüzyılın sonuna gelindiğinde Edinburgh tam bir kaos içindeydi. Bölgeye yayılan veba salgını yüzünden nüfusu gittikçe azalıyordu. Bu duruma ilaveten bölgede kıtlık da başlamıştı. Veba ve açlık yüzünden nüfusun büyük bir kısmı yok oldu. Yaşanan iç savaşlar da ülke ekonomisini mahvetmiş durumdaydı. Bu sağlıksız ve fakir ortamda tek çıkış yolunun barış olduğuna karar verildi. İngiltere ve İskoçya arasında 1707 yılında Birlik Yasası imzalandı. Bu yasaya göre İskoçya İngiltere ile aynı parlamentoya sahiptir ancak İngiltere tam bir egemenliği söz konusu değildir. İskoçya kendi kilisesini ve yasal sistemini korumayı başarmıştır.

Felaketler ve savaşlarla geçen yüzyılların ardından 18. yüzyıl Edinburgh’un dönüm noktası olmuştur. Bu yüzyılda gelişmeye başlayan Edinburgh genişlemeye de başladı. Eski kalabalık ve sağlıksız koşullardan uzaklaşmak için şehrin yeni bölgesine doğru yerleşimler başladı. Günümüzde “Yeni Şehir” olarak anılan bu bölgede aydınlanmaya katkı sağlayacak filozoflar, bilim insanları ve sanatçılar müthiş bir hızla ortaya çıkmaya başladı.

19. yüzyılda ise dünya gibi Edinburgh da Endüstri Devrimi ile tanıştı. Yeni endüstrilerle tanışan bölge halkı üretimde hız kazandı. Edinburgh nüfusunda ise neredeyse dört kat artış görüldü. II. Dünya Savaşı’nın ardından Edinburgh Uluslararası Festivali yapılmaya başlandı Günümüzde hala gerçekleştirilen bu festival Edinburgh için vazgeçilmezdir.

Şehirdeki ilerlemeler hiçbir zaman durmadı ve Edinburgh bugünkü modern ve gelişmiş yüzüne kavuştu. “Eski Şehir” ve “Yeni Şehir” olarak iki bölgeden oluşan Edinburgh’un bir yanı eski ve ihtişamlı binaları, tarihi dönemlerden kalma cadde adları ve Arnavut kaldırımlı sokaklarıyla ziyaretçilerine tarihini açarken bir yanı da sanatı ve kültürüyle modern hayatını sergiliyor.

Tüm bu tarihinin yanı sıra Edinburgh denilince edebi dünyasından da bahsetmeden olmaz. 2004 yılında UNESCO tarafından Edebiyat Kenti unvanını alan ilk şehirdir. Edinburgh’lu yazar Robert Louıs Stevenson dünyaca ünlü Define Adası ve Dr. Jekyll ve Bay Hyde’nin Tuhaf Hikayesi adlı eserlerini Edinburgh’ta yazmıştır. Britannica Ansiklopedisi ilk olarak Edinburgh Royal Mile bölgesinde bulunan bir ara sokak olan Anchor Close'daki topluluk tarafından yayınlandı. Bunların yanı sıra dedektif hikayeleriyle nam salan Sir Arthur Conan Doyle da ünlü serisi Sherlock Holmes’i yaratırken Edinburgh Üniversitesi’ndeyken arkadaş olduğu Dr. Joseph Bell’den esinlenmiştir. Edinburgh’ta bulunan “Fil Kafe” isimli mekan ise J.K. Rowling’in Harry Potter serisini yazarken sık sık uğradığı ve çalışmalarını yaptığı kafedir.

İskoçya denilen akla gelen bir diğer simge ise kilttir. İskoç eteği olarak da bilinen ve özel günlerde ve resmi törenlerde erkekler tarafından giyilen kilt Edinburgh ile özdeşleşmiştir.

Köklü bir tarihi, kaliteli ve yüksek seviyeli eğitimi, kültürel ve sanatsal aktivitelerinin bolluğu ile ziyaretçilerini bekleyen Edinburgh göz kamaştırıcı bir atmosfere sahiptir.

Lokasyon Sayfasında Detayı Göster
Kapalı