Bilgi sahibi olduğumuz Arap ülke imajının tersine tam olarak neyle harmanlandığını bilmediğim Dubai'ye gitme kararım uzun zamandır ajandamda uykudaydı. Beni provoke eden durum ise bir implant firmasının kongre davetiydi. Gezmeye aşık biri olarak şartları üstünkörü dinleyip kabul ettim.
Şubat ayı ortasında kalın kışlıklarla gezerken, yazlık elbiselerle dolu valizimi hazırlamak büyük zevkti. Amacım kongreden ziyade ülkeyi tanımak ve kışın hüküm sürdüğü ülkemizde şubat ayında Basra Körfezi'nde denizine girmek.Yedi emirlikten oluşan bu ülkeye ülkenin resmi havayolu Emirates ile gitmek onları tanımak için iyi bir başlangıç olacaktı.
Emirates'le başlayan yolculuğumuzda uçak içinde dizi sanatçımız Erkan Petekkaya’ya rastlıyorum. Meğerse Türk dizileri orada hit olduğu için ödül almaya gidiyormuş.
Yaklaşık 4,5 saat süren yolculuktan sonra Dubai'ye sabaha karşı ulaşıyoruz. (Saat farkı: 1,5 saat daha erken). Dubai'de yaşayan tur rehberimizin gelmesini beklerken zamanımızı değerlendirip Türk kahvaltısı yapmak için şehir merkezinde açılmış güzel bir Türk lokantası olan Tike’ye gidiyoruz. Hâlâ Türkiye’de gibiyiz!
Ülke çöl üzerine ‘en’leri inşaa etmek prensibi üzerine kurulmuş. Dubai'ye ait bilgilerimizden daha etkleyici bir şehir burası. Yani "filmi kitabından daha güzel" gibi bir durum var. Kendi kendime bu ülke Filipinlileri köleleştirmiş diye düşünürken sabah saatlerinde şehirdeki metro inşaatı, ağır işlerde çalışan Filipinli, Pakistanlı işçileri ilkokul çocuklarının teneffüs neşesi içinde adeta cıvıldarken gözlemledim.
Dubai'de yüksek katlı binalarla gökyüzü istila edilmiş. Herşeyin 'en'ini yapmak isteyen buradaki Araplar dünyanın en yüksek binası Burj Khalifa'yı da burada inşaa etmişler. 828 metre uzunluğunda 163 kattan oluşan bu yapıyı en ilginç kılan şey kullanılan asansörler. Bu yapıya pat diye girmek mümkün değil. Dubai Mall denen ve gene dünyanın en büyük alışveriş merkezinin içinden geçilen bir koridordan ilerleyerek yoğun güvenlik aramaları, kuyruklardan geçiyorsunuz. 100 euro karşılığında seyir ve fotoğraf çektirmek izin verilen 124. kata çıkmak için asansörün kapısındayız. Buraya ulaşana kadar Burj Khalifa hakkında sürekli sayısal bilgiler veriliyor: Kaç işçi çalışmış, ne kadar zamanda ne kadar uzunlukta inşaat yapılmış... Bu sayılar görsellerle desteklenerek kuyrukta beklerken sıkıcı zaman geçirilmemesi sağlanmış.
İki asansör hiç durmadan onarlı gruplar halinde turistleri 124. kata taşıyor. Sıra bize geldiğinde içeri giriyoruz. Asansörün içinde güzel bir müzik ve loş bir ortamda asansörün hareketiyle başlayan eğlendirici bir görsel şov var. Hangi milletten olduklarını bilmediğim insanların parfüm kokuları birbirine karışırken asansörün hızla yükseldiğini anlamıyoruz bile; saatte 72 km hızla, saniyede 10 metre çıkarak... Kafamda uçuşan tozlar dibe çökene kadar seyir balkonun olduğu 124. kata ulaşıyoruz.
Çölü tepeden seyredip "biz de Burj Khalifa'dayız" pozlarını verdikten ve hediyelik birkaç alışveriş yaptıktan sonra tekrar aşağı inmek istiyoruz; ama hemen inmek mümkün değil. Yine uzun bir kuyruğun bizi beklediğini görüyoruz. Kuyrukta beklerken yaşlı başlı İtalyanların sürekli araya kaynak yaptığını gözlemliyoruz. Bizim grupta olup da kuyruğun sonunu arayan mülayim doktor ağabeyimiz Alaaddin Bey ve sevgili doktor eşine "siz de gelin bize kaynak yapın" diyorum.Yüksek nezaket ve terbiye sahibi Alaaddin Bey on saniye yanımızda duruyor. Bana dönerek "içim sıkıldı, günah" diyerek nerede başladığını göremediğim kuyruğun en sonuna doğru gidiyor. İtalyanların kaynak hızına, asansörün hızı galip geliyor ve bizi 15 dk sonra aşağı indiriyor.
Aşağıda grubumuzu buluyoruz, aralarında belki yarım saat sonra ineceğini bildiğimiz Alaaddin Bey ve eşini görüyoruz. Bizden önce nasıl indiklerini soruyorum. Kuyruğun sonunu ararken bir görevli üst katta boş bir asansör olduğunu söylemiş, onlar da inivermişler. Bu durumdan kendimize bir ders çıkarıyoruz!
Grup yemek için dağılırken daha geçen sene ekmek arası patates yiyerek mezun olmuş genç beyaz yakalı birkaç arkadaş Suşi bizim için vazgeçilmez bir besin diyerek Çin lokantası arayacaklarını söylüyorlar. Turla gezmelerde rehberin programına uymak istemeyen aykırı insanlar çıkabiliyor. Rehberimiz Kadriye Hanım'da mimik düzeyinde kalan bir kızgınlık ifadesi oluşuyor. Anadolu insanı yosuna sarılmış rulolara ne zaman adapte oldular, diye ben de düşünmüyor değilim.
Öğlen yemeği ve alışverişle oyalanıp Dubai Mall'un en önemli etkinliği olan ve her yarım saatte yapılanArap müziği eşliğinde fıskiyelerle suyun dans ettirilmesi şovu büyük ilgimizi çekiyor. Bittiğinde antidepresan almış hissi ile alışverişe devam ediyoruz. Dubai'ye daha ikinci günde alışmış gibiyiz. İnsan lükse çabuk adapte oluyor. Birçok Türk grup görüyoruz, elinde Iphone kutuları ile. Elektronik eşyalar ‘tax free’ (yani vergisiz) olduğu için gruptaki bir arkadaşım bir elektronik mağazındaki bütün Iphonelara talip oluyor. Pazarlık ederken biz de bir arkadaşımızın bize ısmarladığı bir telefon için pazarlık gücümüzü yitirmiş şekilde fiyat soruyoruz. Gerçekten ucuz olduğu kanısına varıyoruz. Buradaki şeyhler, emirler bize sevimli gelmeye başlıyor. Alışverişle günü bitirip otele dönerken ertesi gün öğleden sonra çölde yapılacak safari için planlama yapıyoruz.
Ve safari...
Safari için otelin lobisindeyiz. Otelin kapısına onlarca 4x4 geliyor. İlk gözüme çarpan şey Arap erkeklerinin birden çok kadınla safariye gitmesi gidiyorlar. Bu ülkede çok eşlilik olduğu için eşleri olduğunu düşünüyorum.
Lobide grubumuzu buluyoruz. Gözüme büyük kahverengi gözlüklerini oldukça kabarttığı saçlarının üstüne koyup sürmenin ayarını kaçırmış, yaşını almış bir turist kadın takılıyor. Çok eşli Arap erkeklere bazı şeylerin tersi de mümkün mesajı verirken migreni tutmasaymış bizim grupla gelmeyi istediğini söylediğine istemeden kulak misafiri oluyorum. Bu durum safarinin çok dayanıklılık gerektiren bir aktivasyon olduğu kanaati oluşturuyor.
Rehberimiz altışarlı gruplar halinde 4x4 lere bineceğimizi söylüyor. Bizim şoförümüz araç otoparkta diyor. Arap kıyafetleri içinde, şişman 30'lu yaşlarda Halit’in arkasından otoparka gidiyoruz.Aracı beş ya da altı hamlede döndürünce acaba acemi mi diye konuşuyoruz kendi aramızda. Halit'in keyfinin bozulduğunu görünce kendisine "Türkçe bilyor musun?" diye soruyoruz. "NO" diye cevap veriyor.
Asfalttan yaklaşık on kilometre gittikten sonra, birkaç küçük tek katlı dükkanın bulunduğu bir yerde duruyoruz. Turistlerden Arap kıyafeti alanlar oluyor. Şoförümüz Halit aracın lastik basınçlarını, araç içinde top gibi zıplamamamız için çöl şartlarına uygun hale getiriyor. Devrilmelere karşı araç içi ekstra çelik bariyerler göze çarpıyor.
Asfalttan çıkıp aracın lastiği çöl kumuna temas edince adeta Halit gidiyor yerine aracı devirmeye çalışan bir trafik canavarı geliyor. Ben kaç yıldır bu işi yapyorsun sözünü birkaç hamlede ancak sorabiliyorum. O da "bugün başladım" diyerek dalgasını geçiyor. Eğim açısı 60 derece, belki daha fazla... Kum tepelerinden geçerek içimizi dışımıza çıkartıyor. Bu arada idrar kesemiz "ben burdayım" diyor. Delinecek kadar herkesi zorladığını safariden nice sonra herkes birbirine tuvalette itiraf ediyor.
Çöl de yüz civarı 4x4 araç var. Resmen büyük şehir trafiği gibi. Nefeslenmek mi, çöl havası aldırmak mı, fotoğraf çektirmek için mi bilmem araçlar çölde mola veriyor. Gözüm çöl ortasında, arkasına oturunca bir insanı saklayacak bodurlukda beş mi, on mu dallı bir çalıya takılıyor. Kimse birbirine söylemiyor ama ne kadar kıymetli o çalı. Rahatlamak için arkadaşımla oraya doğru yürüyoruz ama çalının etrafında üç kişi var. Onları tanıyorum. Kaldığımız otelimizin yanında gördüğüm ‘Malatya Pazarı' isimli yerel Türk pazarında pekmez bakarken görmüştüm.
Çölde zor olan bir şeyi başarıp vesikalık boyutta bizi saklayacak çalılık buluyoruz ama daha zor olan Dubai de muhtemelen yedikleri Malatya pekmezi yüzünden çılgınca tepelerin etrafında koşan ve "yerli malı yurdun malı" sloganını gönülden benimsemiş üç Türk'ü bir arada buluyoruz.
Araç içinde oturan Halit’e "ne zaman gideceğiz?" diye sormak için arka kapıyı açtığımızı yüksek sesle müzik dinlediği için duymuyor. Halit'i Türkçe müzik dinleyip, Türkçe eşlik ederken buluyoruz.
"Araç bin" komutu bana "bir milyon Dirhem kazandın" müjdesi gibi geliyor. Halit tecrübelerinden durumu biliyor. Soruyorum konaklama yeri nerde? Dalgaya alıp cevap verene kadar sorunun cevabı karşımızda görülüyor. Koşarak gidiyoruz, rahatlıyoruz.
Çölde yerde akşam yemeği barbekü usulü açık büfe. Üstünde tuhaf elbiseli, elektirk kabloları olan bir erkek gelip bir görsel şov yapıyor. Sonra bir dansöz, sonra tesisin elektrikleri kesiliyor. Halit'i kalabalık içinde arayıp buluyoruz. Bizi Dubai Mall'da bırakmasını istiyoruz. Gece konaklama, otelde değil de Dubai Mall da oluyor adeta!
Sabah erkenden otel yanındaki Basra Körfezi'ne bakıyorum. İçindeki Arapların yüzmelerine aldanıp direkt denize dalıyorum. Daldığım anda vücudum soğuğun şokuyla irkiliyor. Sudan çıkyorum. Özlem’e "küçülmüşmüyüm, nasıl görünüyorum?" diye soruyorum. Kuma yatıp 15 dakikada zor kendime geliyorum. O sırada rehberimiz Kadriye'nin azarlamayı huy edinmiş üvey anne şefkatindeki sesini duyuyoruz: "Abu Dabi için otobüs hazır!"