5 senedir bir otel zincirinin koordinatörlüğünü yürüten arkadaşlarımın davetini her seferinde çekinerek kabul etmemiştim bu sefer artık geri döneceklerini ve son şansım olduğunu söylediklerinde gitmeye karar verdim evet Afrika’nın göbeğine bu kıtanın en fakir ülkesine 1994'te gerçeklesen sadece Tutsi kabilesinden olduğu için bir milyondan fazla kişinin palalarla dökülen kanlarının henüz kurumadığı ülkeye gidecektim. Önceki ismi Ruanda şimdi Rwanda. Tarzanya Kongo Brundi ve Uganda ile çevrelenmiş 26 bin kilometrekarelik 9 milyon insanın yaşadığı küçük bir orta Afrika ülkesi başkenti Kigali takribi 700 bin kişi yaşıyor.
Önce internet üzerinden araştırmaya başladım konsolosluğumuz yoktu orada ve Rwanda’nın da Türkiyede konsolosluğu yoktu. Uganda konsolosluğu ilgileniyordu ve vize almam gitmeden 10 gun oce aşı olmam gerekiyordu. Once aşımı oldum internet üzerinden vize müracaatımı yaptım sonra arkadaşlarım beni bilgilendirdiler Kigali Havaalanı'nda müracaat numaramla vize harcı olan 50 avroyu verip girebilecektim. İnternet üzerinden ucuz olsun diye Kahire Addisababa ve Kigali olmak üzere aktarmalı biletim yine de benim için ucuz değildi. Ama orada arkadaşlarımda kalacağımdan otel parası vermeyecektim. Uzun bir yolculuktan sonra Kigali’ye vardım vize işlerinde sorun çıkmadı arkadaşlarım beni bekliyorlardı şehir merkezine doğru yola çıktık yollar tertemiz tek tük katlı bina var onlarda otel konsolosluk ya da devlet dairesi her yerde yarı otomatik silahlarla askerler var daha sonra onların bazılarının polis olduğunu öğreniyorum. Fotoğraf makineme uzanıyorum arkadaşlarım gizlice çekmemi istiyorlar. Birkaç fotoğraf çekiyorum arabanın içinden ama daha uzaktayız diye düşünürken arkadaşlarım merkeze geldiğimizi soyluyorlar sinema bile yok ama caddeler geniş.
Arkadaşlarımın kaldığı tek katlı bahçe içindeki eve geliyoruz bizi kocaman demir bahçe kapısını açan bekçilik ve bahçıvanlık görevini üstlenen bir zenci açıyor. Bahçede tropikal iklimin yeşil örtüsü karşılıyor hava ne sıcak ne soğuk güneş altıda da doğup altıda batıyor arkadaşlarım bunun zamanla çok sıkıcı olduğunu söylüyorlar o zaman fark ediyorum ki sanki biraz enerjilerini kaybetmişler sanki daha ağır hareket ediyorlar iklimin insan üzerindeki etkiyi hissediyorum.
Ayrı banyosu olan odama yerleşiyorum evde zenci bir hizmetçi Nelli var İngilizce ve Fransızca bilmiyor ama işini saygıyla sessizce yapıyor evin bahçesinde müştelimatta kalıyor fotoğrafını çekerken iki adım geriliyor. Tutsiler uzun boylu daha zarif hatlara sahipler.Nelli bir hutu ama burada kimseye etnik kökeninin sorulmasının yapılmayacak şeylerden biri olduğunu öğreniyorum.1990-1994 senelerinde hutular ile tutsiler arasında çıkan planlı soykırımda 1.074.017 kişi öldürülmüş bunların % 97.53'ü tutsi yanı tam bir soykırım ertesi gün Memorial Müzesini ziyaret ediyoruz soykırımı anlatan bir müze palalarla parçalanan çocuk kafatasları gözlerimi dolduruyor. Müze iki katlı ikinci katında dünya soykırımları sergileniyor bir köşede Türkiye’nin nerede olduğunu bile bilmeyen insanların 1915 olaylarına yer ayırdıklarını görüyorum.
Akşam yemeğini arkadaşım Dimitri'nin genel müdürlüğünü yaptığı otelde yiyoruz. Otel 4 yıldızlı bir tanesi yapım aşamasında olan 4 adet otel zincirinden biri Fransız ve dünya yemeklerinden tercih edebilirsiniz. Yerel yemek soruyorum sebze eşliğinde tavuk diyorlar. Tavuk, balık kokuyor söylüyorum ertesi gün nedenini öğreniyoruz üreticisi kurutulmuş balıkla besliyormuş, uyarılıyor. Burada tarım üretimi muz, ıspanak, bezelye, mısır ve tabi ki yerel halkın başlıca besin kaynağı patates. Muz ağaçları her yerde küçük lezzetli ama bana sanki biraz daha tatsız geldi.
Ülke genelde dağlık, Kigali'de sokaklar hareketli herkes yürüyor toplu taşıma olarak minibüsler ve taksi motorlar bu tek kişilik taksi motorlarda şoför size bir kask veriyor şehir merkezi biter bitmez gecekondu başlıyor. Yoksulluk diz boyu. Yol kenarlarında tek katlı sıra, sıra vitrinsiz dükkanlar arkasında tek katlı kerpiç evler.
Arkadaşlarımın da alışveriş yaptığı 24 saat açık olan tek ticaret merkezi var her şey var bir stantta sadece peruk satılıyor. Buradaki zenci kadınların uzun ve düz saçları varsa perukmuş tabi zengin veya melez değillerse sonra dikkat ediyorum hakikaten çoğu peruk takıyor veya kaynak yaptırmış saçlarına. Poşet yok kesekağıdına koyuyorlar çevreci tutumlarından dolayı takdir ediyorum.
Sabahları kuş sesleri ile uyanıyorsunuz ama bazıları çığlık atıyor dinlemek güzel. Sokağa tek basıma çıkamam çekiniyorum. Martine ile dolaştık gezecek pek bir şey yok iki meydan ve yeni yapılan bir park burada herkes size bakıyor kendinizi rahat hissetmiyorsunuz. Belediye çalışanları kadınlı erkekli yeşil önlüklerle devamlı sokağı çalı süpürgeleri ile temizliyorlar caddeler tertemiz.
Eve dönüp bizim tuzlu fıstığın aynı tadında ama mısır büyüklüğünde olan yerel fıstıkla üzerinde goril resmi olan sallama çay içiyoruz tadı bize tanıdık yadırgamıyorum. Gorilleri gezmek için önceden yer ayırtmak lazımmış ayrıca 500 dolar çok pahalı Martine bana gorillerin doğal ortamını korumak ve onların insanlara alışmamasını sağlamak için hükümetin aldığı bir tedbir olduğunu söylüyor.
Sabah erken kalkıp Nyanza Kral Sarayı'nın olduğu yere gidiyoruz. Resimlerden bildiğimiz sazdan yerli kulübesi içinde bölümleri var yatak odası doğal zeminden daha yüksekte kulübenin ortasında mangal var içinde odun kömürü yakılarak üzerine bir tip çok acı biber tütsüleniyormuş bu zararlı böcekleri ve sürüngenleri kaçırıyormuş. Belçikalılar krala 1934 yeni bir saray yapmışlar bizi gezdiren rehber kız gururla gezdiriyor resim çekmek yasak diyor. Modern bir banyonun fotoğrafını çekebileceğimi söylüyor içinde küveti olan bir banyo kırmamak için fotoğraf çekiyorum belli ki rehberimiz için bu banyo çok lüks.
Kocaman boynuzlu inekler simgesel neredeyse kutsal gibi onları şarkı söyleyerek tımar ediyorlar ve o bahsettiğim tütsüyü yakarak sineklerden koruyorlar. Rehber kız hepsinin ayrı, ayrı ismi olduğunu söylüyor, deyimleri var mesela inek gözlü bir iltifat veya kibirli yerine sanki ineği varmış gibi yürüyor deyimi sık sık kullanılırmış inek sahibi olmak zenginlik.
Kigali'ye geri dönüyoruz yol boyu insanlar yürüyorlar çok yoksullar fotoğraf çekmemden hoşlanmadılar arkadaşlarım beni uyarmıştı hatta bir kadın çığlık attı fotoğrafını çekiyorum diye oysa çekememiştim. Göçmen kampının yanından geçerken de polisler fotoğraf makinemi fark ettiler hemen ciddi şekilde hayır yasak işareti yaptılar arkadaşlarımın tedirginliğini hissediyorum neden bu kadar karşılar fotoğraf çekimine diye soruyorum. Bana Belçikalıların kimlik kartlarında etnik kimliklerin yazılmasını sağladıkları ve soykırımda bu belgelerin hedef olduğunu dolayısıyla insanların fotoğraf ile tutsi veya hutu olduklarını belirlediklerimizden endişe edebileceklerini söylediler. Doğru olabilirdi evet kimlik belgelerinde etnik kökenin yazılması gibi dinsel kimliğin de yazılmasının tehlikeli olabileceğini düşünüyorum. Halkın çoğu Katolik % 2 ile 5 arasında Müslüman var bir camiyi fotoğraflamak istiyorum sağ olsun arkadaşlarım beni götürüyorlar minik ama şirin bir cami.
Yol boyu yine asker dolu ciddi duruyorlar sanki askeri rejim ama resmiyette cumhuriyet tek politik parti var Cumhurbaşkanı'nın her yerde resmi var tek partili bir Cumhuriyette demokrasiden bahsetmek mümkün değil tabii ki.
Küçük bir müzeyi geziyoruz tablolar heykeller tüm sanat eserleri soykırımı anlatıyor ve barışın önemini bizi gezdiren bayan rehberimiz sık, sık tekrarlıyor hepimiz insanız farkımız yok diye ama belli ki kendisi bile henüz inanamamış tekrarı bundan.
Yine yola koyuluyoruz artık yavaş, yavaş alıştığım yol boyu yürüyen insanlar sarı bidonlarla su taşıyorlar gözleri ile bizi takip ediyorlar gizlice arabanın içinden de olsa fotoğraf çekmem mümkün değil bende hafızama kazıyorum önünde oturduğu on metrekareden büyük olmayan ve kapı yerine evinden biraz uzaktaki çatısı olmayan paravan şeklindeki tuvaletinde de kapısı yerine kullanılan aynı desenli kumaş asılmış başında fötre şapkası ile oturmuş elinde uzun bir sopa ile yolu gözleyen yaşlı zencinin gözlerindeki yorgunluk ila çıplak ayakları ile jeepimizin arkasından koşan bize muzungu (beyaz yabancı demek) diye bağıran çocukların seslerini.
Bardaktan boşanırcasına yağmur başlıyor silecekler çıldırmış gibi insanlar yine yollarda ellerinde su bidonları hepsi sarı renk başka renk görmedim çoluk çocuk ıslanmak umurlarında değilmiş gibi yürüyorlar. Tamam bazıları mango, muz, avokado gibi ürünlerini veya su taşıyorlar ama bazıları hiçbir şey taşımıyorlar arkadaşlarım yapacak bir şeyleri olmadığından yol boyunca yürümenin onların sosyal aktivitesi olduğunu söylüyorlar garipsiyorum ama ne yapsın zavallılar.
Akşam yemeğini otelde yiyoruz. Viktorya Gölü'nden gelen balık ben tadını anlamak için sossuz ızgara istiyorum sazana benzeyen toprak kokan bir balık. İsteğe bağlı haşlanmış pirinç veya patates kızartması ile haşlanmış sebze küp doğranmış kabak havuç ve ıspanak püresi ile servis ediliyor.
Yemekten sonra bin bir tepe diye tercüme edebileceğim Hotel Des Milles Collines'e gidiyoruz yine lüks bir otel bir şeyler içip gözlüklü orta yaşlı bir zencinin gitarı ile söylediği nedense Latin müziklerini dinliyoruz. Bir kahve bizim paramızla 5 TL. Buranın para birimi Rwanda frankı 1 TL 400 Rwanda frankına eşit. Hesaplamada güçlük çekiyorum paramızdan 6 sıfır attığımızı hatırlayıvererek gülümsüyorum. Arkadaşlarıma hiç yerel bir lokantaya gidip gitmediklerini soruyorum. Onlar beş senedir buradalar ama hijyen açısından hiç gitmemişler zaten başkent Kigali'de gezerken gidilebilecek bir lokantada görmedim. Bu otel ödüllü Hotel Rwanda filminin geçtiği ve Rwanda katliamının tüm dünyaya radyo yayını ile duyurulduğu otel o yüzden önemi var. Radyo demişken halkın % 56.9'unun radyosu % 2.4'ünün televizyonu % 0.3'ünün bilgisayarı varmış evdeki televizyonları hatırlayıp utanıyorum. Ortalama yaşam ömrü 47 yani ben 52 yaşımla burada zaten sınırı geçmişim. Kişi başına düşen milli gelir senelik 230 dolar halkın % 56.9'u senede 130 doların altında kazancı var çok yoksullar.
Ertesi sabah saat 5.00'te erkenden yola çıktık güneşin kızıllığının palmiye ağaçlarının yemyeşil örttüğü tepelerin ardından gülümsediğinde biz çoktan Kigali'yi terk etmiştik. İlk durağımız gorillerinde ziyaret edildiği volkan bölgesi. Arkadaşlarım ana yolu terk edip dağ köylerinden gideceğimizi böylelikle belki hiçbir turistin gitmediği bölgeden geçeceğimizi söylüyorlar sevinçle ellerimi çırpıyorum. Dağlık Afrika'nın kızıl toprağının çukurlarla taşlarla kaplı yola dalıyoruz. Yol boyu gene köylüler yürüyorlar ama jeep in sesini duyunda duruyorlar bizi inceliyorlar sert yüz ifadeleriyle ama gülümserseniz hemen kocaman gülümseme yerleşiyor yüzlerine ve el sallıyorlar jeepimiz gözden kaybolana kadar. Çocuklar farklı onlar hemen el sallıyor ve Muzungu diye bağırıyorlar sağlıklı görünüyorlar, durup fotoğraf çekmek istesem hemen kaçıyorlar zaten yetişkinlerin fotoğrafını çekmeyi çoktan bıraktım. Kadınlar sırtlarında yanlarında arkalarında çocukları ve kafalarında çamaşır dolu sepetlerle yol kenarlarında akan küçük derelerde çamaşır yıkamak için gidiyorlar bazılarını yıkarken görüyorum sabunları yok. Çok çocuk var çok tatlılar pırıl pırıl gözleri bence erken yürüyorlar yol üzerinde bana sorulsa daha emekleme safhasında bile olamayacak minicik bebekler koşuyor. Burada doğurgan bir kadına düşen çocuk sayısı 6,2 imiş. Tabiat harika arazi vitesli arabayla zorlukla ilerliyoruz her seferinde yolda kalacağız diye korkuyorum ama jeep keçi gibi tırmanıp iniyor sallantıdan midem bulanıyor neyse gördüklerim her şeye değer.
Yine arkadaşımın genel müdürü olduğu Gorillas Otel'de mola veriyoruz zaten başka bir yerde mola verip bir şeyler yiyip içmemiz mümkün değil. Bir saatlik mola zengin bir kahvaltı ve kahve beni kendime getiriyor. Tekrar kuzeye volkan bölgesine Kongo sınırına Kivu gölüne doğru hareket ediyoruz. Yol boyu yine aynı manzaralar yürüyen insanlar sarı su bidonları baş üstünde taşınan muz yaprağından elde yapılmış yöresel sepetlerde pazara götürülen ürünler, bahçelerinde binlerce toprağın kızılına boyanmış çocuğun oynadığı tek katlı kerpiç evler ama bir farklılık var bu yoksul evler parlıyor. Bu bölgede bulunan içinde parlak minerallerin bulunduğu (ama ne olduğunu öğrenemedim) bir kumla kerpiç evlerini inşa ediyorlar güneş ışığında yoksulluk pırıltılara dönüşüyor. Bu tezatlık hoşuma gidiyor gözlerimi kırpmadan yol boyu bu pırıltılara ve sahiplerine bakıyorum çoğuyla göz göze geliyorum her seferinde gülümsemem pırıltılı gülümsemelerle karşılık buluyor.
Öğleye doğru Kivu gölüne varıyoruz. Yine göl kenarında bulunan bir başka Gorillas oteline geliyoruz. Kivu gölü Afrika’nın büyük göllerinden biri metan gazı olduğundan içinde bakteri olmayan dolayısıyla rahatlıkla yüzebileceğiniz bir göl neredeyse deniz. Bu gölde hükümet ortak bir proje geliştirerek metan gazı üretimine başlamış gölün ortasında tesisi seçebiliyorsunuz. Öğle yemeğimizi nefis bir omletle tamamlıyoruz. Hakikaten bu omlet bana bahçemizdeki tavuklarımızın yumurtalarından annemin yaptığı omleti hatırlatıyor bu tadı İstanbul da bulamam. Dimitri’nin otelin müdürüyle görüşmesi gerekiyor Martine yorgun olduğunu söylüyor ve ben ilk defa yalnız göl kenarında yürümeye karar veriyorum. Zaten burası Rwanda’nın bizim güneyimiz gibi tatil beldesi zengin Rwandalılar otelleri doldurmuşlar.
Fotoğraf makinem elimde plaj boyu yürüyorum bir tane beyaz insan yok yalnızım birkaç çocuk beni takip ediyor biraz onlarla sohbet ediyorum. Plajda pişmiş yumurta ve gofret gibi şeyler satıyorlar. Koyu gri ince kumlu kumsalın bitiminde yine devasa kaktüsler ve palmiyeler yükseliyor. Şık giyimli insanlar benim gibi yürüyor kendimi rahat hissediyorum. Ama gene de fotoğraf çekerken dikkatli ve zum kullanarak çekiyorum. Yüzenlerin çoğu çocuk ya da genç birkaç genç kız var sadece. Kuş çığlıkları sanarak duyduğum sese kafamı kaldırıp bakıyorum milyonlarca yarasa üzüm salkımları gibi ulu palmiye ağaçlarına tünemişler inşallah çıkar diyerek hemen birkaç fotoğraf çekiyorum. Sonra otele dönüyorum Dimitri ortada yok Martine beni bekliyor birlikte kahve içiyoruz. Yan masada en büyüğü tahmini 14, en küçüğü 3 yaşında gibi tertemiz giyimli 7 tane Rwandalı çocuk garsona içecek siparişi veriyor. Sonra anne babaları geliyor 45 yaşından fazla değiller hepsi kendi çocuklarıymış. Ne iş yaptıklarını merak ediyorum Kongo'dan ürün ithal ediyormuş belli ki iyi kazanıyor. Dimitri geliyor bize arabayla sınıra kadar gitmeyi öneriyor tabi benim için onlar zaten daha önce gitmişler. Yaya kat ettiğim yol bitimi asfaltta bitiyor. Evler büyük ve modern ama yol yok kızıl basılmış toprak yolda ilerliyoruz solumuzda Kivu gölü. Bir koyda meşrubat üretim tesisleri var Hollandalılar işletiyorlarmış inşallah gölü kirletmiyorlardır. Sahilde bir metre kadar yükseğe serdikleri fileler üzerinde bizim hamsiden daha küçük olan göl balıklarını kurutuyorlar benim yediğim balık kokulu tavuk bunlarla beslenmiş. Kongo sınırına kadar gittik sadece bir bariyer yaya olarak birkaç kişi kuyruk olmuş gümrük polisine evraklarını gösteriyorlar. Tekrar otele dönüyor havuz kenarına yerleşip havanın kararmasını bekliyoruz. Çünkü arkadaşlarım bana hala faaliyette olan bir volkanın kraterinin gece nasıl fark edildiğini göstermek istiyorlar şanslıyım.
Güneşin batmaya başlamasıyla önce gördüğüm yarasalar gökyüzünü dolduruyor sürüler halinde kuzeye gidiyorlar hiç bu kadar yarasayı bir arada görmemiştim. Tabi hemen kıyafetlerimizden açıkta kalan kollarımıza sivrisinek kovucu spreyi sürüyoruz. Martine 5 senedir kullanıyor ama Dimitri kullanmıyor onu sivrisinek sokmuyormuş şanslı. Martine Rwanda’da bu spreylerin satılmadığını yurt dışından getirdiğini söylüyor yanımda getirdiğim spreylerin kalanını Martine bırakmaya karar veriyorum.
Güneşin kızıllığı oturduğumuz yerden rahatlıkla gözlemlediğimiz Kivu gölünün ufkunu aydınlatmaktan yorgun düşünce yola koyuluyoruz. Hiç bir aydınlatılmanın olmadığı yolda tırmanıyoruz işte o an beklememizin sonucunu görüyorum. Afrika’nın 4507 metrelik yüksekliğiyle Kilimanjero'dan sonra ikinci büyük volkanının konik kraterinin gecenin karanlığında kızılla bürünmüş patlamaya hazır bir bomba gibi kestirdiğini açıkça görüyorum ne yazık kı çektiğim fotoğraf çıkmıyor. Bu volkanın adı Korisimbi soykırımından (1994) önce Kongo tarafına lav püskürtmüş. Burada her tarih katliamdan önce sonra olarak belirtiliyor milat gibi. Köyler arasından geçerken karanlıkta aynı şekilde yürüyen köylüler var. Üzerlerinde açık renk kıyafet olmayanlar fark edilmiyor birini ezmemizden çekiniyorum. Her yerdeler...
Tek sıra mağazalar cılız puslu lambalarla aydınlatılıyor diğer evlerin neredeyse hepsi karanlıkta elektrik yok. Oysa gündüz güneşle parıldıyorlardı. Buraya henüz elektrik gelmemiş diye düşünürken elektrik tellerini ve direklerini fark ediyorum belli ki fakirliklerinden elektrik alamıyorlar. Nihayet goril safarisinin yapıldığı bölgedeki otelimize varıyoruz. Hava biraz serin ve nemli hırkalarımızla terasta oturuyoruz sanki birden lüksün ortasına düşüyoruz. Avrupa'dayız gibi Fransız mutfağından leziz yemeklerimizi yiyoruz. Otel müdiresi yarı Rwandalı adı Chantelle sevimli şişman bir kadın bizi oraya trekking yapmak için gelen Amerikan konsolosu ile tanıştırıyor sempatik görünümlü yapılı bir adam nice to meet you diyerek emperyalizmin elini sıkıyorum. Geceyi bu otelde geçireceğiz odama çıkıyorum lüks bir oda kocaman bir yatak, üzerimdeki kızıl tozdan aldığım duşla kurtulup sanki kocaman yatağın her santimetre karesini işgal etmem gerekirmiş gibi yayılıyorum ve hop uyku. Sabah 6.30'da kalkmam lazım.
Telefonumun alarmından önce kuş çığlıkları ile uyanıyorum terasa çıkıp muhteşem volkan ve gorillerin bulunduğu orman manzarasını seyrediyorum. Bu arada böyle bir lüks otelde bahçedeki havuzun taşmalı olmaması beni şaşırtıyor. Otellerin Hintli mimarının kuzguni yağlı görünümlü düz saçlarını hatırlıyorum Kigali de yeni otel inşaatında tanışmıştık hatta merdiven rıhtlarının farklılığını söylemekten çekinmiştim. Şimdi keşke söyleseydim diyorum. Aceleyle giyinip arkadaşlarımı bekletmemek için lobiye iniyorum daha gelmemişler resepsiyondaki çocukla sohbet ediyorum ismi Ali Müslüman güler yüzlü bir delikanlı İngilizce ve Fransızca konuşuyor. Chantelle omzundaki şalı uçurarak geliyor birlikte çay içiyoruz yerli dilinde aynı çay diyorlar ben kahvaltı için arkadaşlarımı bekliyorum. Bana 2 çocuğu olduğunu işini sevdiğini ancak diğer müdüre ile anlaşamadıklarını anlatıyor. Biraz garipsiyorum ama anlıyorum ki bunları genel müdür olan Dimitri'ye söylemem için söylüyor rahatsız oluyorum neyse ki kahvaltı boyunca bana anlattıklarını Dimitri'ye de söylüyor rahatlıyorum benim tarzım değil.Kahvaltıdan sonra Kigali ye doğru yola çıkıyoruz.Yine aynı manzaralar insanlar yürüyor bisiklet lüks burada.Yol kenarında koşar adımlarla kendi yaptıkları sedye ile hastalarını taşıyan bir grup yerli yüreğimi buruyor.Kigali de bir defa ambulans görmüştüm ama burası taşra bizden aksi yönde hızlıca uzaklaşıyorlar bizde goril bölgesinden uzaklaşıyoruz. Gorilleri göremediğim için hiç üzgün değilim 500 Amerikan Doları çok pahalı ayrıca şansınız varsa görebiliyorsunuz. Chantelle bana 6 saatlik bir tırmanmanın sonunda gorilleri uzaktan iri bir nokta gibi görebilen çok turistin olduğunu söylemişti.12 yaşından küçükler goril bölgesine giremiyor. Gorillere 7 metreden fazla yaklaşmak yiyecek vermek dokunmak veya size yaklaşırlarsa kaçmak ve özellikle beyaz sırtlıların (yetişkin baskın erkek goril) gözlerinin içine bakmak yasak bunu başkaldırı zannedip saldırıyorlarmış. Çarşamba günü Akagera Ulusal Parkı'na gideceğiz umarım şansımız yaver gider de bir çok hayvan görürüz. Çinliler tarafından yapılan yol çalışmaları nedeniyle 4 defa yolda durdurulup bekletildikten sonra akşama doğru eve ulaşıp ayaklarımızı uzatıyoruz neredeyse hiç yürümedim ama arabanın sarsıntısı beni yorgun düşürmüş.
Martinle evdeyiz kahve içiyoruz dışarıya çıkmayı düşünmüyoruz birkaç defa çıkıp yürüdük 2 beyaz kadın Martine sarışın üstelik herkes bize bakıyor çocukların etrafımızı çevirip many (para) diye bağırmaları beni çok rahatsız ediyor. Zaten merkezde görülecek bir şey yok iki tane meydan bir park var daha önce gittik. Dimitri'yi bekliyoruz gelince hep beraber yöresel hediyelik eşyaların satıldığı yere gideceğiz. İstanbul’daki arkadaşlarıma buraya özgü bir şeyler almak istiyorum.
Bir avlu etrafına dizilmiş tek katlı vitrinsiz dükkânlar. Satıcılar dükkânına çağırıyor bir sürü incik boncuk maskeler muz yaprağından yapılmış tablolar ahşap hayvan figürleri tozdan simsiyah olmuş örtüler dokunamıyorum bile. Neyse muz kabuğundan yapılmış tablolar alıyorum arkadaşlarıma. Fiyatlar turistik pazarlık yapsanız da çok değişmiyor. Dolar, avro kabul ediyorlar ama para üstünü Rwanda frangı olarak veriyorlar kredi kartı yok. Bir dükkanda satıcı bana gizlice torbadan çıkarttığı inci formunda ki fildişi kolyeyi satmaya çalışıyor çevreci olduğumu ve bunları satmamasını söylüyorum kolye anında geldiği yere konuyor. Maskeler dişi ve erkek olarak çift satılıyor pahalı ama dayanamayıp alıyorum. Afrika'ya ilk gelişim bir hatıram olsun istiyorum. Eve gelir gelmez tüm aldıklarımın üstüne böcek öldürücü sıkıyorum ne olur ne olmaz. Hediye yığınına bakıp nasıl götüreceğimi düşünüyorum neyse bir yolunu bulurum.
Akşam yemeğini otelde yiyoruz. Yine Amerikalı, Hollandalı, Belçikalı turistler çalışanların korkunç aksanlı İngilizceleri ile sohbet ediyorlar İngilizcem iyi değil ama Fransızcada sorunum yok zaten turizm sektöründe çalışanlar her iki dili konuşuyorlar. Şehir merkezinde ki reklam tabelaları 3 dilde İngilizce Fransızca ve yerel dil olan Kinyarwanda dilinde. Aslında tutsilerde hutularda aynı dili konuşuyor Kinyarwanda dilini buna rağmen reklam tabelaları sömürgenin izleri diye düşünürken ülkemdeki İngilizce tabelaları hatırlayıveriyorum içim sızlıyor. Yarın son günüm Akegera parkına gideceğiz heyecanlıyım.
Sabah erkenden kalkıyoruz bu sefer ülkenin kuzey doğusuna Tanzanya sınırındaki Akagera Ulusal Parkı'na doğru yola çıkıyoruz. Yollarda yine aynı manzaralar... Belçikalılar tarafından açılıp daha sonra tek edilen bir madenin önünden geçiyoruz. Asfalt bitiyor yaşlı kıtanın kızıl toprağının üzerinde 30 km ilerliyoruz nihayet hala yapımı süren doğal parkın girişine geliyoruz. Ücretimizi ödeyip arabamıza asker kıyafetine benzeyen bir üniformalı kadın rehber alıyoruz. Arabadan inmek sigara içmek yasak. Rehberimiz eşliğinde parkı geziyoruz önce bufolalar, zürafalar su aygırları maymunlar zebralar geyikler karacalar ve adını bilmediğim çeşit, çeşit kuşlar 200 tane fil varmış ancak bu dönemde Tanzanya sınırına gittiklerinden göremedim. Hayatımda ilk defa hayvanları doğal ortamında görüyordum. Her saniyesini heyecanla geçirdiğim 60 km'lik gezimiz bitiminde rehbere teşekkür edip ayrılıyoruz. Kigali'ye dönüyoruz.
Yarın ülkeme dönüyorum. Bavulumu hazırlarken Rwanda bana güle güle diyor birden çıkan deli rüzgar ve kızıl bulutuyla...