Ekolojik Tatil

Gündelik şehir hayatı sadece iş ve çalışma koşullarının ağırlığıyla zorlamaz insanları. Gerçek stresin yarattığı baskı biraz da kendine doğal ortamlarda vakit ayıramamaktan kaynaklanır. Oysa biliyoruz ki insan çevresiyle birlikte yaşar, doğada kendini de bulur. Ancak kent yaşamı içinde doğayla gerçek bir buluşma pek mümkün olmuyor ne yazık ki. Böylesi bir tablo karşısında doğanın bağrındaki ekolojik tatil beldeleri, biz kent bezginlerinin aradığı bir sığınak olarak imdadımıza yetişiyor. Tercihini ekolojik tatilden yana kullananlar hem doğanın ve yerel kültürün bir parçası oluyor hem de ekolojik dengeye biraz olsun katkıda bulunmanın huzurunu yaşıyor.

Büyük şehirlerde yaşayan hemen herkes doğadan ve kendi doğasından uzaklaştığından yakınır. Nefes aldırmayan hava kirliliğinden, huzur verecek dinginlik yokluğundan, bitmek bilmeyen trafik çilesinden, hayatın her alanına sızan koşuşturmadan, kalabalığından ve tabii ki her adımda üzerimize-üzerimize gelen beton yığınlarından…

İçinden bulunduğumuz modern dünyayı insanlar yaratmış olsa bile kent yaşamının olmazsa olmaz figürleri, zorunlu olarak hayatımıza dahil ettiği alışkanlıkları, kuralları hayatı kolaylaştırmak yerine bazen onu çekilmez hale getirir. Kent yaşamının zorlukları, hatta zaman zaman acımasızlığı o denli daraltır ki bizi bazen deyim yerindeyse kendimize kaçacak delik ararız. Ve böyle zamanlarda kuşkusuz hepimizin imdadına doğa yetişir. Gündelik hayatın telaşı içinde gözlerimiz ısrarla doğadan ayrıntıların peşine düşer. Ama ne çare ki çoğu zaman bulduklarımız kentte değişmeye uğrayan, zedelenen, insan eliyle özünü kaybeden suni bir doğal yaşamdan fazlası değildir. Çünkü kent yaşamı adeta doğayı siler, görünmez kılar… Bazılarımızınsa doğanın peşine düşecek kadar bile vakti yoktur. Onlar da dağ esintisi üfleyen klimalar, sofralarının ayrılmaz parçası haline gelen organik gıdalar, yüksek güvenlikli sitelerine sıkıştırılmış yeşil alanlar, yapay göletler, şelalelerle dindirmeye çalışırlar doğaya olan özlemlerini. Böyle bir tablo içinde tümüyle kent yaşamına uyum sağlamak doğaya, haliyle kendimize de yabancılaşmayı getirir beraberinde. Oysa biliyoruz ki insan çevresiyle birlikte yaşar, doğada kendini de bulur. Yeşile, toprağa, kuşa, kediye ihtiyaç duyar; saksıda çiçek yetiştirir; bahçesindeki çam ağacına bir kuş yuva yaptıysa sevinir. Herhangi bir parkta, bir ağaç altında bankta oturmuş ya da çimenlere uzanmış, gözleri kapalı, doğayı ve doğal ortamı takdir ettiği her halinden belli insanları görmek, kimseyi şaşırtmadığı gibi, mutlu da eder. Doğaya temas duygusu; gün batımını izlemek, mevsim dönümlerinin farkına varmak, otların ve çiçeklerin kokusunu duymak, toprağa ayak basmak, çimenlerde yürümek, doğanın ayrılmaz bir parçası olan canlılarla bir arada olmak, çoğu kişiye derin bir duygusal deneyim ve haz kazandırır. Çünkü insan doğayla bir bütündür.

Ekolojik tarım çiftliklerinde ziyaretçi olmak isteyenlerin bazı özelliklere sahip olması gerekiyor. www.bugday.org sitesindeki kılavuzda ziyaretçilerin bazı özellikleri şöyle tanımlanıyor: “Gönüllü; konaklama süresince kendi imkan ve deneyimleri doğrultusunda çiftliğe işgücü, bilgi ve/veya tecrübe sağlayan, konuk ise; konaklama ve aldığı hizmetlerle ilgili mali desteğini aracısız olarak çiftliğe veren kişidir. Kendisi ve çevresindeki insanları, ekolojik yaşam döngüleri konusunda bilinçlendirmek ve sorumluluk almak için çaba gösteren bireylerdir. Gittiği yöredeki insanların yaşamlarına, gelenek ve göreneklerine, yörede oluşmuş kültürel mirasa ve doğal döngülere saygı ve sorumluluk duyan ve elinden geldiğince desteklemek isteyen kişilerdir.”

Yukarıda de değindiğimiz gibi kent yaşamı içinde doğal hayatı yaşamak ne yazık ki pek mümkün görünmüyor. Kısa zamanlı molalarda bile kendimizi doğaya bırakmak istediğimizde önce şehir hayatının engellerini aşmak zorunda kalıyoruz çoğumuz. Doğayla gerçek bir buluşma yaşamanın en iyi yolu ise dört gözle beklediğimiz tatillermiş gibi görünüyor. Son yıllarda alternatif tatil arayışları içinde olanların en çok ilgi gösterdiği ekolojik çiftlikler, galiba biz kent bezginlerinin doğaya olan özlemini dindirecek en doğru adres. Doğaya ve insan sağlığına saygılı bir anlayışı temsil eden “ekolojik” tanımına artık iyice alışmaya başladık. Hatta mümkün olduğunca hayatımızda organik ürünlere daha çok yer açıyoruz. Özellikle son zamanlarda, küresel ısınmanın önemli bir gündem konusu haline gelmesiyle de bu konudaki hassasiyet arttı. Gıdadan giyime, kozmetikten oyuncağa kadar hemen her sektörde ürünlerin doğalı, yani organik olanı makbul. Birkaç yıl içinde doğal ürünlerin pazar payında ciddi bir patlama bekleniyor. Turizm de bu yeşil dalgadan pay alan sektörlerin başında geliyor. Özellikle Avrupa’da ekolojik tatil giderek büyüyen, sadece küçük çiftliklerle sınırlı kalmayıp beş yıldızlı otel konforunu aratmayan apayrı bir sektöre doğru yol almaya başladı. Çevreciler artık daha çok turizmle ilgileniyor. Ancak işin içinde rant açısından da “iştah kabartan” bir potansiyel olunca, insan bir yandan da kaygı duymadan yapamıyor. Bu alandaki potansiyelin farkına varan yatırımcılar da gözlerini doğal alanlara dikmiş durumdalar diyebiliriz. Hal böyle olunca geçmişte turizm adına doğaya verilen zararlar geliyor akla. Maalesef doğal kaynakların turizm adına talan edilmesi, kitle turizminin yarattığı kirlilik, yerel kültürün ve ekonominin ihmal edilmesi gibi olumsuz gelişmeler halen devam ediyor. Ancak henüz yeterli olmasa da olumlu bir gelişme olarak betonlaşmış şehirlerden ve çevre kirliliğinden bunalan günümüz turistinin tatil tercihini yerel kimliğin ve doğal güzelliklerin korunduğu alanlardan yana kullanması biraz olsun içimize su serpiyor. Araştırmalar da günümüz Avrupa turistinin temiz su ve kıyıları, yapılaşmanın, trafiğin, gürültü ve çevre kirliliğinin olmadığı “yeşil kentleri” tercih ettiğini gösteriyor. Bu talep de turistik tesisleri çevre örgütleriyle iş birliğine itecek temel güç olarak karşımıza çıkıyor. Zaten “doğal çevre” olmadan turizmin de olmayacağı temel bir gerçek.

Gelelim ekolojik tatilin bizdeki yansımalarına. Avrupa’yla kıyasladığınızda bizdeki durum için henüz emekleme aşamasında diyebiliriz. Gidişat bu konuyla ilgili bir hassasiyetin olduğunu gösteriyor ancak şu an var olan gönüllü ve ekonomik destekten daha fazlasına ihtiyaç duyulduğu da açık. Tabii ekolojik tatili yeni bir trend olarak algılamamak gerektiğini de hatırlatalım. Yetkililerin özellikle vurguladıkları sıkıntılardan biri “Komşum tatilde ekolojik çiftliğe gidiyor, biz de gidelim” bu mantıkla gerçekleştirilen katılımın doğal hayatı desteklemekten çok, orada üretim yapan çiftçiyi sıkıntıya sokacağını anlamakta fayda var. Bir diğer yanlış algı ise ekolojik tatille ilgili beklentilerin çok fazla ve biraz da amacından sapmış olması. Ekolojik çiftlik dendiğinde nedense akıllara öncelikle devasa çiftlik evleri, şehir hayatını aratmayacak bir konfor rahatlığı ve hijyen geliyor. Buradan da söyleyelim, ülkemizde ekolojik tatil hizmeti veren çiftliklerin çoğu, yerel doğasını ve yerel yaşam kültürünü koruyan köy evleri, üstelik de çitlerle çevrili değiller… Elbette ki Avrupa’daki beş yıldızlı örneklerini aratmayan çiftlikler bizde de yok değil ve sayılarının giderek çoğaldığını da belirtelim…
 
Doğaya dön yüzünü!

Konuyla ilgilenen ve bir ekolojik tatil hazırlığında olanlar için biraz da rehberlik bilgiler verelim. Türkiye’de gerçek anlamda bir ekolojik tatilin en doğru adreslerinden biri, Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin başlatmış olduğu ve giderek de yaygınlaştırdığı “Ekolojik Çiftliklerde Tarım Turizmi ve Gönüllü Bilgi ve Tecrübe Takası” projesi (TaTuTa). Erzurum’dan Samsun’a, Tokat’tan Antalya’ya, Çanakkale’den Fethiye’ye kadar Türkiye’nin 7 bölgesine yayışmış Ta Tu Ta Projesi’ne kayıtlı 80’den fazla çiftlik bulunuyor şimdilik. Çiftlik yaşamındaki hayatı şehir insanının yaşamıyla kısa süreliğine de olsa birleştiren proje bir yandan ekolojik tarım yapan çiftçiyi maddi ve manevi anlamda desteklemeyi amaçlarken, diğer yandan da tükettiğimiz ürünlerin kaynağını ve kırsaldaki yaşam koşulları denetimleyerek tanımak amacıyla bilgi ve işgücü takası yapmayı sağlıyor. Ziyaretçilerin çiftçi ailenin evinde ayırdığı bir odada kalması ve aile sofrasını paylaşmasıyla başlayan kültür alışverişi, tüketici ve üretici bireyler arası ilişkilerin şeffaflaşmasını ve iki grubun birbirlerine karşı sorumluluk bilincinin gelişmesine de katkıda bulunuyor. Bu çiftliklere ziyaretçi olarak katılabilmenin ön koşulu derneğe üye olmak. Daha sonra bir seçim yapıyorsunuz: Konuk mu olacaksınız, yoksa gönüllü mü? Eğer konuk olacaksanız belli bir katkı karşılığı seçtiğiniz ailenin sizin için hazırladığı yerde kalıyor, onlarla yiyip içiyor, ailenizle dinleniyorsunuz. Gönüllü olmak için de bilginizi ya da iş gücünüzü veriyorsunuz onlar da size yatacak yer ve yiyecek sağlıyorlar. İşte size takas.

Biraz da işleyişe dair ayrıntılar aktaralım. Çiftliklere çalışmak amacıyla gelen, 18 yaşını bitirmiş herkes gönüllü sayılıyor. Ve gönüllü, çiftliklerin gereksinimi doğrultusunda, www.tatuta.org sitesinde belirtilen zamanlarda, en az bir hafta çiftlikte kalmak koşuluyla çiftçi ailesi ile birlikte yaşıyor, çiftlik işlerinde aileyle birlikte gönüllü olarak çalışıyor ve onlara yardımcı oluyor. Gönüllü olarak kaldığınız süre boyunca çalışma karşılığı para almadığınız gibi, yine konaklama ve yemek bedeli de ödemiyorsunuz. Burada amaç bilgi ve deneyim takası. Diğer grup, yani tatil amacıyla ekolojik çiftliklere giden her yaş grubundaki kişi “konuk” sayılıyor. Bu şekilde gittiğinizde ise yıl boyunca istediğiniz zamanlarda ve istediğiniz süre boyunca, www.tatuta.org sitesinde belirtilen organik tarım yapılan çiftliklerde, konaklayabiliyorsunuz. Barınma ve yemeğe katkı bedeli olarak günde kişi başı bir ücret ödüyorsunuz. Sizden çiftlik işlerine katılmanız beklenmiyor ama istediğiniz sürece çiftçi ailesine gönüllü olarak yardım edebiliyorsunuz.

Umuyoruz ki bu dosyamız, tatil planlarını henüz yapmamış doğaseverleri biraz olsun harekete geçirir. Böylece hem doğal hayatla gerçek bir buluşma yaşarsınız hem de tatilinizi yaparken ekolojik dengeye katkıda bulunmuş olursunuz.