Herkesin kendini ait hissettiği bir yer vardır, doğduğu şehrin dışında. Çok tanıdık, bildik gelen, hiç yabancılık hissetmediği, o çok sevilen yer… Paris, henüz görmeden böylesine bir duyguyla bağlandığımız şehirlerin başında gelir. Daha gözlerimizi kapattığımız anda onlarca film karesi akmaya başlar, en sevdiğimiz aşk romanlarının kahramanları yanı başımızda dikiliverir sanki. Ya içinde Paris olan şiirler? Nasıl olur da her defasında hiç zorlamadan hatırlayışımıza şaşırırız… Kokularla kazınmıştır zihnimize Paris; ışıklarla, şansonlarla, sanatla, modayla, bir kadeh kırmızı şarabın damağımızda bıraktığı tatla, en çok da aşkla… Herkes nerdeyse hemfikirdir, Paris’in romantizmin düşmeyen kalesi olduğu konusunda. Söz konusu aşk olunca Paris hep başrolü kapar. Çünkü Paris, aşıklar şehridir.
- Aşk filmlerinin, aşk romanlarının, aşk şiirlerinin doğal platosudur Paris. Üstelik sadece bir arka plandan ibaret değildir; kimi zaman aşkın ta kendisidir. Paris’te Son Tango, Amelie, Paris I Love You, Midnight in Paris farklı zamanlardan, farklı aşk öykülerini Paris romantizmiyle hayatımıza dahil eden filmlerden sadece birkaçı… Hangimiz bu filmlerin kahramanı olmak istemedik ki?
- Sanatın her dalına ilham kaynağı olmuş bir şehir Paris. Nazım Hikmet, Fikret Mualla, Mina Urgan, Enis Batur, Nedim Gürsel gibi Türk entelektüellerinden tutun da Picasso’dan Matisse’e, Modigliani’den Man Ray’e, Apollinaire’den Hemingway’e, Braque’tan Breton’a, Max Jacob’tan Cocteau’ya, Cendrars’tan Desnos’a, Diego Rivera’dan Ultrillo’ya, Tristan Tzara’dan Kiki’ye nice ressam, model, şair ve yazara ev sahipliği yapmıştır. Bugün de müzeleri, galerileri, festivalleri, yazarları buluşma noktası haline gelen kafeleriyle kültür sanat hayatının nabzını tutmaya devam ediyor.
- Her kent için kadın-erkek yakıştırması yapılır. Paris kuşkusuz kadın bir kenttir; özgür, tutkulu, sürprizlerle dolu bir kadın… Brigette Bardol, Edith Piaf, Coco Chanel (Gabrielle Cahanel), Paris’in kadın ruhuyla özdeşleşmiş yüzler bizim için. Her birinde Paris’in başka yüzünü görürüz. Bu satırları okurken Bardot’u, Piaf’ı ve Chanel’i düşünün, bulunduğumuz yere bir Paris esintisi getireceklerdir hemen…
- Paris deyince Moulin Rouge’u hatırlamamak mümkün mü? Moulin Rouge üzerindeki kırmızı yel değirmeni ile dünyaca ünlüdür ve aslında bir özel teşebbüs olmasına rağmen Fransız kültüründe sembolleşmiş bir yere sahiptir. Kırmızı değirmeni, elit erotik şovları, yetişkinlere yönelik orijinal eğlence programlarını ve ünlü Can-can dansını görmek için yıl boyunca gelen pek çok turisti ağırlar. Orijinal sahne şovları ve binanın dizaynı, tarihi boyunca dünyadaki benzerlerini etkilemiş ve pek çok yeni mekanın da öncülüğünü yapmıştır. Bu tarihsel süreç girişte sıralanmış panolarda resimler ve çeşitli dillerde yazılmış açıklamalarla özetlenmiştir ve Moulin Rouge’un yaşayan bir müze olduğunu hatırlatır.
- Paris’e gitmek demek, Louvre Müzesi’nde Mona Lisa’yı görmek demektir. Leonardo Da Vinci’nin 1503-06 yıllarında yaptığı ve bir başyapıt olarak sanat tarihinde yerini alan resim, milyonlarca insanın hayranlığını kazanmıştır. Mona Lisa’nın gizemli gülümseyişi, kim bilir size ne hissettirecek?
- Paris sokaklarında yürürken bir sürü güzel ve baştan çıkarıcı koku, bu şehre duyduğunuz beğeniyi ve ilgiyi arttırır. Koku, bu şehrin anahtarlarından biridir sanki. Parfüm dükkanlarından yayılan çok çeşitli parfüm kokuları, kafelerden yayılan bin bir çeşit kahve ve fırınlardan gelen taze ekmek kokularıyla aklınızı çeler hemen…
- Şarapsız bir Paris olur mu? Elbette ki olmaz. Paris’te hemen her köşede şarap dükkanlarıyla karşılaşacaksınız. Burada kötü şarap içme şansınız neredeyse yok gibi. Şarap, gündelik hayatın en önemli eşlikçisi ve insanların her defasında kadeh kaldırmak için bir sebepleri var. Hiçbir şey için olmasa bile “aşk”a her zaman kadeh kaldırılır bu şehirde… Santé!