Gezmesi, yaşaması, yemesi içmesi en keyifli şehirlerden biri İzmir. Adına şarkılar yazılması boşuna değil. 5000 yılı deviren tarihinin izlerini merkezinde bile görebileceğiniz İzmir, civar köyleri, sayfiye yerleri, güzelim plajları, antik kentleri, alternatif yaşamın en güzel örneklerinden citta slow’ları, bir dizi veya film platosu olmaya alışkın kasabaları ve tabi ki samimi, doğal, kendine has insanıyla her zaman tüm dikkatleri üzerinde toplamaya alışkın bir şehir.
Günübirlik gidilecek yazlık mekanlarının özellikle İstanbullular tarafından keşfedilmesine ve giderek popülerleşmesine son derece bozulan İzmirliler (Bkz. Alaçatı), çareyi kendilerine yeni yeni rotalar keşfetmekte buluyor. Neyse ki yaşadıkları coğrafya buna son derece elverişli çünkü Ege Bölgesi’nin hemen her yeri başka bir güzelliği gizliyor.
Biz de bugünkü yazımızı İzmir’den günübirlik ya da hafta sonu kaçamağı yapmak için farklı alternatifler arayanlara ayırdık ve civar illerdeki gezilip görülebilecek, konaklanabilecek yerleri derledik.
İzmir’in Köyleri
Evet, yazının tanıtımında civar iller dedik ama İzmir’in köyleri için küçük de olsa bir başlık açmadan olmazdı. Tatil için bilinen gözde mekanlarını tanıtan bir dolu yazı bulabilirsiniz ama İzmir’in kıyıda köşede kalmış, çok özellikli, hatta İzmirlilerin bile okuduktan sonra “Benim buradan daha önce nasıl haberim olmadı ki” diye hayıflanacakları köylere değinmeden geçmek içimize sinmedi.
Germiyan Köyü: Çeşme’ye bağlı bu köy, “Slow Food” hareketine katılan ilk köy olmasıyla ünlü. Geleneksel yöntemlerin korunup endüstriyelleşmenin reddedildiği, üretimde atalardan kalma tohumların kullanıldığı, katkısız ve doğal lezzetlerin tüketildiği bu köy, bugüne dek “organik” diye bilip tükettiğiniz tüm gıdaları yeniden sorgulamanıza neden olacak.
Bademler Köyü: Urla ilçesine bağlı bir Alevi köyü olan Bademler, gerçekten de kendine has bir köy, okuyunca hak vereceksiniz. Bademler’den bahsetmeden önce, bölgenin çok yakınında yer alan Teos Antik Kenti’nde, bundan binlerce yıl önce Dionysos Sanatçılar Birliği’nin kurulduğunu belirtelim. Bunu neden mi söyledik? Çünkü Bademler, sadece İzmir’in değil, ülkenin tiyatrosu olan ilk ve tek köyü. 1930’lardan bu yana aktif olarak oyunlar sergilen tiyatronun oyuncuları da köyün bakkalı, berberi, çiftçisi. Hal böyle olunca, biraz soluklanayım diye oturduğunuz köy kahvesinde yan masada sanat ve felsefe konuşulduğuna şahit olmanız son derece doğal.
Nazarköy: Bir köy düşünün ki geçimini atmış yıldır nazar boncukları ile sağlasın. Kulağa ne kadar güzel geliyor değil mi? İzmir’in Kemalpaşa ilçesine bağlı Nazarköy -eski ismi ile Kurudere Köyü-, faal haldeki 5 cam atölyesi ile uzun yıllardır boncuk üretiyor, ürettiklerini tanıtmak için de festivaller düzenliyor.
Lübbey Köyü: Nüfusu 10 kişiyi geçmeyen, kelimenin tam anlamıyla hayalet bir köy. Bozdağ’ın eteklerinde, beş yüz metre yükseklikte kurulmuş olan Türkmen köyü Lübbey, son otuz yılını bu şekilde geçirmiş. Kalan tek tük kişi de, inat edip göç etmeyen köylülerden oluşuyor. Bu haliyle doğal bir film platosu olan köy, son zamanlarda fotoğrafçılar tarafından keşfedilmiş, bireysel gidenlerin dışında köye çeşitli fotoğraf turları da düzenleniyor. Eğer tanıtımı yapılarak yeniden ayağa kaldırılırsa, ününün Şirince’yi geçeceği tahmin ediliyor.
Balıkesir Tarafları
Demircidere Köyü
Bergama Kozak Yaylası’ndaki en güzel köylerden. Fıstık ağaçlarıyla dolu yaylanın güzelliğinden bahsetmiyoruz bile. Türkiye’nin çam fıstığı ihtiyacının yüzde sekseninin karşılandığı yayla -tabi bölgeye siyanürle altın aramak için gelen firmalardan önce- uçsuz bucaksız bir çam ormanı. Bir kısmı İzmir’e, bir kısmı Balıkesir’e bağlı olan yaylanın içinde birçok köy de var. Çadırınızla veya karavananızla giderseniz, bu köyün ormanları kamp için son derece elverişli. Doğayla iç içe olmanın tadını çıkarmanın yanı sıra, köylülerin kendi çabalarıyla hayata geçirdikleri Etnografya Müzesini gezmek de son derece keyifli olabilir.
Paşalimanı Adası
Erdek’e bağlı Paşalimanı, tarihi çok eskilere dayanan bir balıkçı köyü. Gidenler ve kalanlar, köyü en iyi tanımlayan sözcüğün “huzur” olduğu konusunda birleşiyorlar.
Ada’ya, Erdek limanından kalkan feribotlarla ya da balıkçı tekneleriyle ulaşım sağlanıyor. Bölgenin balık türü açısından en zengin adalarından biri olan Paşalimanı, son zamanlarda dalış, yelkencilik ve rüzgar sörfü ile de ünlenmiş. Üstelik bereketli olan sadece denizi de değil, bölgede her türlü sebze ve meyve yetişiyor, aynı zamanda asırlık bir tarihe sahip bölge şarabı da, yine burada yetişen ada üzümlerinden yapılıyor.
Paşalimanı’na gittiğinizde muhtemelen kalmak isteyeceksiniz ama bölgede lüks oteller, sürekli açık restoranlar bulma şansınız pek yok. Bu nedenle ev pansiyonculuğu son derece yaygın. Eh, zaten biz de buraya huzur bulmaya gelmiştik, o yüzden varsın gidecek mekan olmasın, tek başına doğa bize yeter diyenler, doğru adrestesiniz.
Kaz Dağları ve Antandros Antik Kenti
Dünyada oksijeni en bol olan üç yerden biri olan Kaz Dağları, temiz havaya alışkın olmayan sıradan bir şehirli üzerinde sarhoş edici bir etkiye sahip olabilir, aman dikkat. Doğal güzelliklerine, kalacak yerlere ve yapılabileceklere birazdan değineceğiz, önce bölgenin en önemli noktalarından birine, Antandros Antik Kenti’ne dikkat çekmek istiyoruz.
Kaz Dağları’nın güney eteklerinde, Kaletaşı Tepesi’nin zirvesine konumlanmış olan Antandros, binlerce yıllık bir geçmişe sahip. Troia savaşlarının çıkmasına neden olduğu da söylenen kent, tarihin ilk güzellik yarışmasının burada yapılmasıyla ünlüdür. Efsaneye göre Athena, Hera ve Aphrodite arasında düzenlenen yarışmanın jürisi, Troia Kralı’nın oğlu Paris’tir. Tanrıçalardan her biri Paris’e, kendisini birinci seçmesi için farklı şeyler vaat eder. Hera’nın vaadi Asya İmparatorluğu, Athena’nınki tüm savaşlarda zafer, Aphrodite’ninki ise güzel Helene’dir. Paris’in seçimi Aphrodite’den yana olur. Biraz tarih bilenler, neden bölgenin Troia Savaşı’nın çıkmasına neden olduğunu da anlamışlardır sanıyoruz. Kazıların hala devam ettiği kent, özellikle son yıllarda birçok yerli ve yabancı turistin ilgisini çekiyor.
Kaz Dağları’nın başına gelenler ve gelebilecekler için hepimiz endişeliyiz çünkü sınırlarımız içerisinde böyle bir hazineye sahip olduğumuz için ne kadar şanslı olduğumuzu düşünsek de, Kaz Dağları, yer altında gizlediği başka hazinelerle çoktan maden kuşatması altına girdi bile. Umuyoruz ki gelecek nesiller de bizim kadar şanslı olur ve Kaz Dağları’nın güzelliklerini doyasıya yaşayabilir.
Bölgede Hasan Boğuldu gibi oldukça turistik mekanlar da var, az kişi tarafından bilinen, kuytuda köşede kalmış güzellikler de. Bunun için sağlam bir yürüyüş ve keşif gerekiyor çünkü bölge, sanılanın aksine tümüyle bir milli park değil, sadece küçük bir kısmında işletmeler var. Özellikle haftasonları ana baba günü olduğunu söylememize gerek var mı? Eğer aradığınız şey mangal kokuları ve insan seslerinden uzakta bir gün geçirmekse biraz daha yol yapmanız gerekecek. Turistik mekanları zaten keşfedersiniz düşüncesiyle, bu bölümde tam bir kültür mozaiği olan köylerinden bahsetmek istiyoruz.
Mehmetalan Köyü
Buralara kadar geldiğinizde muhtemelen hemen dönmek istemeyeceksiniz. Kaz Dağları, turistik bir bölge olması sebebiyle pek çok konaklama imkanına sahip ama siz doğayla baş başa kalmayı seven kampçılardansanız, Milli Park içerisinde yer alan köylerinde güzel kamp alanları mevcut. Kendi çadırınızı kurabileceğiniz gibi, glamping çadırlarıyla hizmet veren işletmeleri de tercih edebilirsiniz.
Adatepe Köyü
Köyde Rumların ve Türklerin uzun yıllar bir arada yaşamış olmalarının izlerini en çok mimarisinde gözlemleyebileceğiniz bir Rum köyü aslında Adatepe. Taş Rum evleri de var, Osmanlı konakları da. Çoğu bina aslına uygun olarak restore edilmiş, bu yüzden sokaklarında dolaşırken ilginizi en çok mimari ögeler çekecek. Özellikle yaz aylarında gidecekseniz, bir “düşünce merkezi” olarak hizmet veren Taş Mektep’e mutlaka uğrayın. Orada yapılanlar ve kuruluş öyküsü apayrı bir yazının konusu olur ama gerçekleştirilen etkinliklere göz atmak ve katılmak için internet sitesine göz atabilirsiniz.
Adatepe’ye tüm gününüzü ayırmanız için bir diğer sebep de Zeus Altarı. Tüm körfezin ayaklarınızın altına serildiği muazzam bir noktada yer alan Zeus Altarı’ndan önceki yazılarımızda da bahsetmiştik. Tarihe meraklı olanlar için burasının İlyada Destanı’nda geçen “Gargaros” olduğunu hatırlatalım. Günbatımını izlemek için de en güzel noktalardan biri, hele bir de yanınızda bir termos çayınız varsa.
Yeşilyurt Köyü
Tıpkı Adatepe gibi, Yeşilyurt da Rumların ve Türklerin birlikte yaşadığı köylerden. Sit alanı olan köyde güzel bir kahvaltı ile güne başlayıp bol oksijen alacağınız bir günün tadını köy sokaklarında dolaşarak çıkarabilirsiniz. Köyde bir iki butik otel de var.
Küçükköy (Yeniçarahori)
Ayvalık’tan sekiz kilometre uzaklıktaki köy, bir sanat ve tasarım köyü olarak biliniyor. Kumunun ve denizinin güzelliğiyle ünlü Sarımsaklı Plajı’na yakın bir konumda yer alan Küçükköy sokaklarında gezerken restore edilmiş binalarına hayran kalacağınız gibi, sanat atölyelerinin fazlalığı da sizi şaşırtacak. Motorlu taşıtların girmesine izin verilmeyen köyün şöyle de bir vizyonu var; yakın zaman içerisinde bir bilim, teknoloji ve sanat merkezine dönüşmek.
Aydın Tarafları
İzmir’in yanıbaşında, günübirlik kaçılıp dönülebilecek harika bir lokasyon Aydın. Hem tarih hem de deniz turizmi için birbirinden güzel imkanlara sahip.
Dilek Yarımadası-Büyük Menderes Deltası Milli Parkı
Oldukça turistik bir yer olan Kuşadası’na 28 kilometre uzaklıktaki Dilek Yarımadası ve Milli Park, içerdiği benzersiz çeşitlilik nedeniyle koruma altına alınmış alanlardan. Soyunun tükendiği varsayılan Anadolu Parsı en son burada görülmüş, nadir Akdeniz Fokları’nın yaşama alanı işte bu temiz ve doğal kıyılar, aynı zamanda göçmen kuşların da önemli uğrak noktalarından.
Menderes Deltası, bu özellikleri nedeniyle hem kuş gözlemcilerin hem de doğa fotoğrafçılarının en sevdikleri lokasyonlardan. Buralara ve bölgedeki antik kentlere düzenli olarak kültür turları düzenleniyor. Denizi gerçekten de tertemiz, mis gibi ormanlarında da jeep safari ve köyler arasında yürüyüş parkurları imkanları mevcut.
Zeus Mağarası
Dilek Yarımadası’nda, Milli Park’ın girişinde bulunan mağara, bilmeyenler için ne yazık ki es geçilebiliyor. Mağara suyunun derecesi ne zaman giderseniz gidin 5 derece, özellikle yaz aylarında, tıpkı antik dönemlerde Zeus’un yaptığı rivayet edildiği gibi, mağaraya sığınıp serin sularında ferahlayabilirsiniz. Su altı kısmındaki sarkıtları görebilmek için ise ne yazık ki profesyonel bir dalgıç olmanız gerekiyor.
Bafa Gölü
Menderes Nehri’nin taşıdığı alüvyonların birikerek Latmos Körfezi’nin denizle bağlantısını kesen ve bir iç göle dönüşen Bafa Gölü, 1989 yılında bir Tabiat Parkı olarak ilan edilmiş. En derin yeri 25 metre olan gölün üzerindeki adacıklarda, antik Heraklia kentinin kalıntılarını görmek mümkün.
Bilinen en yaşlı zeytin ağacına da ev sahipliği yapan Bafa Gölü ve çevresi, hem doğal hem de kültürel zenginliklerle dolu. Latmos Dağı’ndaki sekiz bin yıl öncesine ait kaya resimleri, manastırlar, mağara freskleri gibi kalıntılar, özellikle rehber eşliğinde gezildiğinde ayrı bir anlam kazanıyor. Gölün hemen kıyısındaki Kapıkırı Köyü’nde ise tüm gölü izleyebileceğiniz, muhteşem bir manzaraya sahip Athena Tapınağı yer alıyor.
Bahar ve yaz dönemlerinde 5 kilometre uzunluğundaki kano parkuru, köyden kalkan ve adaları dolaşan tekne turu, köy gezileri ve foto-safari, gölde yapılabilecek etkinliklerden sadece bazıları.
Didim
Aydın’ın en turistik ilçelerinden Didim, antik ismiyle Didyma, milattan önce 8000’e uzanan tarihiyle bölgenin gözbebeği cazibe merkezlerinden. Antik dönemlerden ünlü bir kehanet merkezi olan Didim Antik Kenti’nde dünyanın en büyük üçüncü tapınağı olan ünlü Apollon Tapınağı, Milet Antik Kenti’ndeki antik tiyatro, Faustina Hamamı, Milet Müzesi ve Priene Antik Kenti’ndeki Athena Tapınağı, en az 1 gününüzü ayırarak gezmeniz gereken miraslardan.
Aynı gün içinde hem kültürel alanları gezmek hem de güzelim plajlarında deniz keyfi yapmak pek mümkün olmayabilir bu yüzden Didim’in tadını çıkarabilmek için en azından haftasonunuzu burada geçirmenizde fayda var. İsmini altın sarısı kumlarından alan Altınkum Plajı, bu konuda sizi ikna edebilir çünkü gerçekten bu plajda bir iki saat geçirmek size asla yetmeyecek. Tabi tatil günleri çok kalabalık olduğunu eklemekte fayda var, plajda yer bulamayanlar mecburen civardaki diğer koyları tercih etmek zorunda kalıyor ama bölgenin denizi hem berrak hem de oldukça sığ. Bu yüzden çocuklu aileler için oldukça ideal.
Eğer özel aracınız varsa veya araç kiralamak isterseniz, Yunan adaları manzaraları diğer plajları da tercih edebilirsiniz, örneğin Manastır Koyu gibi. Yol biraz meşakkatli ama denizi oldukça temiz ve plajı da epey sakin.
Didim’e gelmişken mutlaka köyleri de gezi rotasına dahil edilmeli, özellikle şarap yapımıyla ün salmış olan Akköy ve deniz üzerinden yürüyerek ulaşılabilen Saplı Ada.
Denizli Tarafları
Kültür turizmi, sağlık turizmi ve gastronomi turizmi dendiğinde akla gelecek ilk şehirlerden Denizli. Dünyanın sekizinci harikası sayılan travertenleri, şifalı suları, tabiat güzellikleri ve tarihi eserleriyle ister bir günlük bir gezi rotası çizebileceğiniz, ister bütün hafta sonunuzu planlayabileceğiniz dolu dolu bir kaçamak için harika bir destinasyon.
Pamukkale Travertenleri
Tabi ki Denizli dendiğinde ilk uğranmak istenen yerlerin başında gelecektir travertenler. Antik kent Hierapolis’le yan yana olması da, burasının yılın her zamanı yerli ve yabancı turist akınına uğramasına neden oluyor. 2000 yılı aşkın süredir şifalı suları nedeniyle bir tedavi merkezi olarak kullanılan Pamukkale’yi bu kadar beyaz yapan da o termal suların içerisindeki mineraller. 90’lı yılların başlamasıyla birlikte bölge elbette diğer pek çok yer gibi turizm kurbanı olmuş, çevresine yapılan oteller nedeniyle artık kar beyazı rengini kaybetmeye başlamış. Buna neyseki bir çözüm bulunmuş bulunmasına ama Pamukkale’nin eski zamanlardaki halinden eser yok. UNESCO Dünya Kültür Miraslı Listesi’nde koruma altında olan sit alanlarından olan travertenlere artık ziyaretçi girişi kısıtlı, sadece belirli bir bölümüne girebiliyorsunuz, şifalı suların sadece bir kısmını kullanabiliyorsunuz. Bizce kalanı koruyabilmek için yerinde önlemler.
Hierapolis Antik Kenti
Travertenlerin hemen arkasında uzanan bir Frigya kenti Hierapolis. Gezilip görülebilen, yani ayakta kalan yapıların hemen hepsi Roma Uygarlığı’na ait. 88 yılından beri UNESCO tarafından koruma altına alınan antik kent yüzyıllardır önemli bir dini merkez olması bakımından da son derece önemli. Eğer Müzekart’ınız varsa hem antik kenti hem de travertenleri ücretsiz olarak gezebiliyorsunuz. Sadece bu ikisi bile gününüzün tamamını alacağından, programınızı ona göre yapmanızı öneririz.
Kleopatra Havuzu
2300 yıllık bir antik havuzda yüzmek size nasıl hissettirirdi? Kleopatra gibi mi? Kleopatra’nın güzelliğini bu havuzun şifalı sularından aldığı söyleniyor, denemekten bir şey kaybetmeyiz. Efsaneler bir tarafa bırakırsak, bu su gerçekten güzellik mi dağıtıyor bilinmez ama antik dönemlerden beri şifa dağıttığı kesin. Termal suyun kalp hastalıklarına, tansiyona, deri hastalıklarına ve raşitizme iyi geldiği söyleniyor. Yine UNESCO’nun koruması altındaki bu antik havuz, 36 derece sıcaklığıyla ve soda özelliğiyle insanı rahatlatan bir etkiye sahip. Bir deprem sonrasında termal suların doldurmasıyla kendiliğinden oluşan bu havuz, içindeki sütunlarla birleşince muhteşem de bir görsel meydana getirmiş. Yüzer misiniz yoksa fotoğrafını mı çekersiniz size kalmış.
Çivril
Kendinizi bir maceraperest olarak tanımlıyorsanız, Türkiye’nin en zor kanyon seviyesine sahip Çivril’i mutlaka duymuşsunuzdur. Sıradan bir trekkingci ve tırmanışçı için uygun olmayan parkurları ciddi bir eğitim ve teçhizat gerektiriyor, en azından parkuru tamamlamak için. Eğer “Yok, ben o kadarını almayayım” derseniz Işıklı Gölü’nün manzarasını tavsiye ederiz ama hafta sonları Denizlililerin de kaçış noktası olduğunu belirtmekte fayda var.
Salda Gölü
Açıkçası burayı listeye alıp almamakta çok düşündük zira buranın son zamanlarda başına gelenler hayli canımızı sıkıyor. Bembeyaz kumsalıyla göz alan bu eşsiz güzellik şimdilerde yok olma tehlikesi altında. Bir gidip göreyim derseniz, şehir merkezinden 1 saatlik araba mesafesinde, Burdur ili sınırları içerisinde olduğunu belirtelim.
Babadağ Tarihi Evleri
Kartpostallardan fırlamış gibi görünen rengarenk evleri ve sokaklarıyla gezilmesi çok keyifli bir yer Babadağ. Dokumacılık, 600 yıllık bir geçmişe sahip ve bölgenin en önemli geçim kaynaklarından. El dokuması ürünlerinden satın alıp, meşhur keşkeğinin tadına bakmadan dönmeyin.
Bağbaşı Yaylası
Merkezden fazla uzaklaşmadan teleferiğe binip, şehir manzarası eşliğinde tırmanabileceğiniz ve sonrasında minibüsleri kullanarak ulaşabileceğiniz bir yayladan bahsetmek istiyoruz son olarak. Tek vaadi temiz hava da değil üstelik, Macera Parkuru da denen parkurda son derece keyifli aktivitelerle günün tadını çıkarabileceğiniz, akşamında da dilerseniz çadırda, dilerseniz bungalovlarda konaklayabileceğiniz bir yer Bağbaşı Yaylası.
Manisa Tarafları
Ege’nin en büyük ikinci şehri olan Manisa, İzmir’e olan yakınlığı nedeniyle de tercih sebebi. İstanbul’da şehir içi bir yerden bir yere giderken geçirilecek sürenin yarısıyla, İzmir’den Manisa’ya gidilebilir, o kadar yakın. Festival zamanları nüfusu daha da kalabalıklaşan Manisa, özellikle kültür turizmi için ziyaret ediliyor.
Spil Dağı Milli Parkı
Birçok endemik bitkiye ev sahipliği yapan Spil Dağı, 1969 yılında Milli Park ilan edilmiştir. Her mevsim başka bir keyfi yaşayabileceğiniz Spil’de sizi belki de en çok etkileyecek manzaralardan biri Yılkı atlarını izlemek olacak. Alanda gezilecek çok fazla yer var, bu yüzden gününüzün tamamını burada harcamak isteyeceksiniz. Zaten gidiş Manisa merkezden 1 saat sürüyor, yolu da biraz zor ve virajlı olduğu için birkaç saatliğine gelinebilecek bir yer değil. Hatta isterseniz gezinizi iki güne yayıp, yayla evlerinde konaklayabilirsiniz de.
Niobe Kayası ya da Ağlayan Kaya olarak bilinen doğal yapı, Zeus tarafından taşa çevrilen Niobe’nin üzücü hikayesinin bir yansıması. Yılkı atlarının en çok görüldüğü yerlerden olan Sülüklü Göl’ün içi ise gerçekten sülüklerle dolu.
Spil Dağı Milli Parkı keşfetmeye son derece açık, uzun yürüyüşler yapabileceğiniz ve zirvede olmanın keyfini her anlamda çıkarabileceğiniz son derece özel bir yer. İzmirlilerin kışın da sıklıkla tercih ettikleri ve konakladıkları dağ evleri de çok revaçta. Tabi çadır da kurabilirsiniz ama alan kayalık olduğu için özellikle kış aylarında koşullar biraz çetin olacaktır.
Kula
“Katakekaumene” yani “Yanık Ülke” olarak bilinen Kula, sadece Manisa’nın değil, belki de bölgenin en enteresan yapısına sahip. Divlit Yanardağı’nın eteklerindeki Gediz Vadisi üzerindeki Kula, Yanık Ülke ismini volkanik siyah topraklarından almış. Manisa’daki volkanik alanları görebileceğiniz jeoparkın haricinde, herhangi bir rota belirlemeksizin de gezebileceğiniz Kula, tekrar gelip görmek isteyeceğiniz yerlerden olacak.
Kula Jeoparkı ve Peri Bacaları
Türkiye’nin ilk jeoparkı olan UNESCO sertifikalı Kula Jeoparkı, yaklaşık üç yüz metrekarelik bir alana konumlanmış durumda.
Türkiye’nin en bilinen örneklerinin Kapadokya’da ve Kula’da olduğu peribacaları, her iki bölgeyi de önemli bir turistik mekan haline getirmiş. Gerçi Kula’da böyle bir yer olduğundan çoğu İzmirlinin bile haberi yok ama Kula Jeoparkı’nın yer bilimleri ve doğa bilimleri açısından çok önemli bir saha olduğu ve yakında Kapadokya’ya rakip olabileceği söyleniyor.
Kurşunlu Kaplıcaları
Manisa’nın Salihli ilçesine altı kilometre uzaklıkta bir gizli cennet. Şifalı sularının birçok hastalığa iyi geldiği söylenen Kurşunlu Kaplıcaları, bölgenin en önemli doğal güzellikleri arasında.
Bintepe Tümülüsleri
Herodot’un Mısır’daki piramitlere benzettiği Tümülüsler, Manisa’nın Salihli ilçesinde, Gediz Nehri’nin 10 kilometre kadar kuzeyinde yer alıyor. Tümülüslerin en büyüğünün Lidya Kralı Alyettes’e ait olduğu biliniyor, onun dışında bölgede irili ufaklı 119 mezar var. Mezarların hepsi krallara ait değil ama yine de Lidya’nın soylularına ait olduğu düşünülüyor. Bu dolgu mezarlar jeomorjolojik anlamda da oldukça önemli yapılar sayıldığından, UNESCO tarafından da koruma altına alınmış durumda.
Adala Kanyonu ve Adala Köprüsü
Salihli ilçesine bağlı belde Gediz Nehri’nin her iki tarafında yer alan ve volkanik coğrafi yapıya sahip binlerce yıllık bir oluşum. Nehrin iki yakasını birleştiren köprü de 1954 senesinde yapılmış. Bölge, doğal güzellikleri ve verimli toprakları bakımından çok güzel bir seyirlik, aynı zamanda çağıldayan deresi sayesinde her daim serin bir piknik alanı.
Manisa Kaplıcaları
Manisa’nın bu kadar çok tercih edilen bir yer olmasının nedenlerinin başında şifalı kaplıcaları geliyor. Çoğu antik uygarlıklardan bu yana şifalandırma merkezi olarak kullanılan kaplıcalar bugün hala faal. Günübirlik gidebileceğiniz gibi, dilerseniz kaplıcaların tesislerinde de konaklayabiliyorsunuz. Bunlardan en önemlileri:
Sart Kaplıcaları: Şifalı çamurlarında yapılan bir çamur banyosunun baş ağrısı, romatizma ve cilt hastalıklarına iyi geldiği söyleniyor.
Urganlı Kaplıcaları: Ahmetli ilçesindeki kaplıcalarda kalabileceğiniz birçok tesis bulunuyor.
Menteşe Kaplıcaları: Soma’nın Menteşe mahallesinde yer alıyor. Büyük bir tesise sahip.
Emir Kaplıcaları: Kula’nın Şehitler Köyü’nde yer alan kaplıca, aynı zamanda bir sit alanı.