Çölün ortasındaki otelimizden sonraki durağımız Las Vegas’tı ama orayı seneler önce çok detaylı dolaştığımız için bu sefer öyle bir arzumuz yok. Açıkçası bir gece kalıp, Las Vegas havası alıp yolumuza devam etmek bu sefer daha çok işimize geliyor. Diğer büyük şehirlerle kıyaslayınca, eğer hafta sonu gitmiyorsanız, Las Vegas’ta 5 yıldızlı otellerde kalmak aslında çok ucuz. Kumar sayesinde otellerin gelirleri o kadar yüksek ve o kadar çok odaları var ki banka gibi çalışıyorlar zaten.
İlk bölümde bu yazı dizisindeki amacımın büyük şehirlerden ziyade daha küçük yerleri ve doğal güzellikleri yazmak olduğunu söylemiştim. Buradan sonraki hedefimiz Navajo Land… Ama bu alan eskiden Navajo kabilesinin yaşadığı Utah ve Arizona eyaletlerinin bazı kısımlarını kapsadığı için oldukça büyük bir alan. Dolayısıyla yine birkaç yazıyla birlikte yazmaya çalışacağım. Bu alana girmeden önce Yosemite’de bir aile ile sohbet ederken bize Zion National Park’ı mutlaka görmemizi salık verince, aslında rotamızdan çok da uzak olmadığını fark edip ilk önce Zion'u görüp sonrasında Navajo Land’e gitmeyi daha uygun buluyoruz.
Zion National Park, Utah eyaleti içerisinde. Utah eyalet sınırından geçerken ilginç bir şekilde yolculuğumuz boyunca 4 farklı eyalete de gitmiş olacağımızı fark ediyoruz (California, Nevada, Utah ve Arizona). Yol boyunca çöl sarısı içerisinde gördüğümüz yeşil renkler Utah’a yaklaştıkça kendini kızıl-kırmızı topraklara bırakmaya başlıyor. Zion, ‘promised land’ yani ‘vadedilmiş topraklar’ anlamına geliyor. En alçak noktası 1117 metrede iken en yüksek noktası 2660 metreye kadar çıkıyor. İlk adı orada yaşayan kızılderililer tarafından Mukuntuweap olan vadi, telaffuzu zor olduğu için ilginç bir şekilde Mormonlar tarafından kullanılan Zion’a dönüşüyor ve 1937’den itibaren de bu isim resmileşiyor.
Zion Ulusal Parkı'na, Springdale kasabasından giriş yapacağız. Servisler ücretsiz olarak her 10-15 dakikada bir kasabadan parkın girişine turist taşıyor. Kapıda yine malum 7 günlük ücreti ödedikten sonra başka bir otobüse binip parkın içerisine gidebiliyorsunuz. Eğer bizim kadar ulusal park ziyareti yapmak isterseniz 80 dolara bir sene boyunca geçerli park giriş kartları var, onlardan almanızı mutlaka öneririm.
Bu gezi sırasında aklımın kaldığı ‘ah keşke burada da bir gece kalabilseydik’ dediğim yerlerden biri de, Springdale kasabası. Belki de Zion gibi bir atraksiyon yerine bu kadar yakın olunca, senenin her zamanı gelen turist akını ile kasabanın geliri iyi olduğundan oldukça bakımlı ve çok ama çok şirin bir yer.
Servisle yukarı çıkarken, elime rangerlardan birinin tutuşturduğu gazeteyi okuyorum. Dik kayalıklar, dar kanyonlar ve önceden anlaşılması zor hava durumu ile bir maceraya hoş geldiniz diyor başlıkta. Bu arada diyelim ki ekipmansız ya da uygun olmayan kıyafetlerle geldiniz, onu bile düşünmüşler: Parkın içerisine girmeden trekking ayakkabıları kiralayabileceğiniz bir dükkan bile var. Ama tabii siz yine de şıpıdak terlik yerine uygun ayakkabılar ile gidin yeter. Bir de bu gezide her yerde olduğu gibi burada da çekirge sürüsü gibi gezen Japonlara çok özendim. Genelde güneşte hepsinin elinde olan şemsiye, biraz sonra kanyonda yağacak yağmurda onları kurtarıyor.
Yol, Virgin River kenarından kanyonun derinliklerine doğru ilerliyor. Biz de keyifle etrafımızı seyrediyoruz, otobüsün üzerindeki açık pencerelerden yüzümüze birkaç damla yağmur suyu isabet edene kadar. Yaklaşık 5 dakika sonra ise ortalığı deyim yerindeyse seller götürüyor. Son durakta iniyoruz. Kanyonda yürüyüş yapan ve yağmura yakalanıp sırılsıklam olanlar üzerlerinden damlalar akarak tentelerin altına koşuyor. Yağmurun dinmesi için biraz bekliyoruz ve hava şartları elverdiğince fotoğraf çekiyoruz. Kanyon yağmurları sele dönüşebileceği için çok tehlikeli, dolayısıyla eğer yürüyüş yaparken yağmura yakalanırsanız, kendinizi mümkün olduğunca güvenli bir yere konumlamanız ya da merkeze hemen dönmeniz gerekiyor.
Zion Kanyonu farklı yapıdaki kayaların milyonlarca yıl içerisinde hava şartları ve Virgin Nehri'nin şekillendirmesiyle oluşmuş. Farklı farklı kaya çeşitleri ve yapılanmaları var. Her erozyon farklı taş kütlelerinin zayıflıklarından avantaj elde ederek, onu farklı bir forma sokmuş. Virgin nehrinin son bir milyon yılda yaklaşık 400 metre vadiyi oyduğu yapılan son araştırmalarda ortaya çıkmış. Bu aslında neredeyse Grand Canyon’ın yapılanma hızıyla aynı olduğu için ilginç. Bir milyon yıl önce vadinin derinliği bugünkünün yarısı kadar olduğuna göre erozyonun inanılmaz bir hızla arttığı düşünülebilir.
Mart ve kasım ayları arasında parkta doğal yürüyüş yolları tamamiyle açık. 7 adet yürüyüş yolu, değişik uzmanlıktaki hikingcilere farklı tecrübeler sunuyor. En popülerleri, yaklaşık 4 saat süren Taylor Creek ve 8 saatlik Kolob Arch yürüyüşü. Kaya tırmanışı için de Zion Ulusal Parkı oldukça popülermiş. Daha detaylı bilgi için tıklayın.
Yağmur şiddetini giderek artırdığı için daha fazla debelenmenin yararsız olduğu kanaatine varıp bir sonraki destinasyonumuza yollanıyoruz. Bizi bekleyen sürpriz çok hoş. Booking.com’dan yine bir sonraki günün rezervasyonunu yaparken Parry Lodge’un resimlerini çok beğendiğimiz için orayı seçmiştik. Meğersem koskoca bir tarihin yattığı inanılmaz bir otel seçmişiz. 1920'lerde Parry kardeşler Utah’ın inanılmaz güzelliklerini fotoğraflayıp ellerinde yüzlerce fotoğrafla Hollywood film şirketlerinin kapılarını aşındırmış ve sonunda ikna da etmişler.
Kanab adlı bu küçük kasaba hem birçok filmin çekildiği yer olurken, Parry Lodge’da yıldızların konakladığı otel olmuş. Her yer imzalı fotoğraflarla dolu. Koridorlardan odamıza gidebilmemiz bile ciddi bir süre alıyor. 1945 yılında Saturday Evening Post gazetesi, Kanab ile ilgili yayınladığı yazıda Kanab’dan "rol yapmayı öğrenen kasaba" olarak bahsetmiş. Bugün bile eski filmlerde ünlü aktörlerin dublörlüğünü yapan ya da figüran olarak kovboy ya da kızılderili olan kişilerin, filmlerdeki kostümleriyle dolaştığı oluyormuş. Her çekilecek film öncesi Parry kardeşlerden Whit Parry’i arayan prodüktörler, filmle ilgili at, figüran, yemek gibi ihtiyaçlarını ona bildiriyorlarmış.
Bu tatil, en son Palm Springs’de yattığımız iki gece hariç hiç aynı otelde kalmadık ve şansımıza da her kaldığımız yer farklı bir sürpriz ile geldi. Parry Lodge bunlardan en güzeli idi, yolunuz düşerse diye buraya linkini bırakıyorum: http://www.parrylodge.com/ Kimbilir belki sizinki de farklı bir macera olur...
Bir sonraki yazı: Navajo Bridge, Page, Horseshoe
instagram: banuyollarda