(Para Birimi Kuna - 1 € = 7,6 Kuna)
Dünyanın hem doğuda hem batıda bir ucuna gidip çok yakınımdaki Dubrovnik'e gitme fırsatı bir türlü yaratamamıştım. Gidip gören her arkadaşımın övgüyle söz ettiği bu kent için bir de Adriyatik'in incisi ifadesini duyunca artık gitmem gerektiğini düşünerek düştüm yollara… Pardon açıldım denizlere : )
Bu kez bir gemideyim, cruise (gemi) yolculuğuna çıkıyorum. İstanbul’dan güzel bir Haziran günü, akşamüzeri hareket eden gemimizden, güzel şehrimizin UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde bulunan “İstanbul Eski Şehir” siluetini yine hayranlıkla izlerken gemimiz yavaştan ilerliyor. Bu gece, yarın tüm gün ve yarın gece denizde seyir halinde olacağız.
Denizi seven ve yelkenci olan biri olarak denizden biraz yükseklerde olsam da denizin üzerinde olmak bile hoş. İlk durağımız olan Dubrovnik'e doğru yol alırken; Ege'de önce Andros, Kea, Kythnos ve Zakintos adalarının yakınlarından geçerek, güneydoğu rotasıyla Peloponnese'ye doğru yol alıyoruz. Maleas Burnu’nu görüp Tainaro Burnu’na doğru ilerliyoruz. Sapienza Adası’ndan da geçtikten sonra ise artık İyonya Denizi’ndeyiz ve sağ tarafta uzun bir süre görüntümüzde olan ada Zakintos Adası. Daha sonra Otranto Kanalı’na doğru ilerleyecek ve Dubrovnik'e doğru yol alacağız.
Gemimiz ve gemi yolculuğu ile ilgili tüm detayları, faydalı bilgileri, ilgilenenler için yazımın sonunda anlatmak üzere 42 saatlik deniz seyrinden sonra ulaştığımız ilk durağımız Dubrovnik'i anlatmak istiyorum…
ADRİYATİK'İN İNCİSİ DUBROVNIK
13 yüzyılda bir dönem Osmanlı himayesine giren Dubrovnik, o dönemde denizcilikte oldukça güçlenmiş hatta Venedik ile yarışır hale gelmiş. 1990’lı yıllarda büyük bir deprem sonucu büyük hasar almış ancak UNESCO koruması altına alınarak, restore edilmiş.
Duyduğum tüm övgüleri hak eden çok şirin bir Adriyatik şehri Dubrovnik. Gemimiz şehre yaklaşırken kıyı boyu uzanan, mavilerden ve gözlerden adeta kale duvarlarının ardına gizlenmiş bir mücevheri, güzelliği keşfedeceğim için heyecanlıyım. Geminin yanaştığı limandan bizi şehir meydanına götüren aracımızdan inip, “Grad” yani Eski Şehre oldukça kalabalık olan “Pile” şehir kapısından girdik. Girer girmez Onofrio Çeşmesi (15. yüzyıl) çıkıyor karşınıza. Sonra Teasun Caddesi’nde ilerleyerek, yıllara ve 1967’de şehre büyük zarar veren depreme meydan okurcasına, güzelliklerini korumuş Gotik, Rönesans ve Barok tarzdaki kiliseleri, manastırları, sarayları ve çeşmeleri izleyerek, daracık ara sokaklara gire çıka bir meydana çıkarsınız, oradan yine başka bir meydana.
Geçen haftalarda Toscana yazımda anlattığım İtalya'nın daracık sokakları, burada da benzerlik gösteriyor. Hangi sokaktan girerseniz; kafeler, restoranlar, dükkânlar ve satıcıların olduğu cıvıl cıvıl bir meydana çıkıyorsunuz. Meydanlar bu dar sokaklarda birbirlerine bağlanmış. Meydanlardaki el işi ürünlerin, lavanta torbalarının, taze mevsim meyvelerinin satıldığı yerli halk pazarından alışveriş yaparak, sokaklarda resim yapan ressamları izleyerek, belki fiyatı 10 Euro’dan başlayan minik bir tablo alarak, Francis Manastırı’nı (14. yüzyıl), dünyanın ilk eczanesini (1371) görerek ilerlerseniz birden kendinizi limanda bulur ve sıra sıra restoranlardan birinde yemek yiyebilir ya da bir kahve içerek biraz soluklanabilirsiniz.
Daha sonra şehri biraz daha yukarıdan izlemek için kale surlarına çıkmayı isterseniz, uzunca bir yürüyüşe hazırlıklı olun ve şapka almayı ihmal etmeyin. Tüm Dubrovnik'i kuşbakışı görmek ve müthiş fotoğraflar çekmek isterseniz, teleferikle şehrin tepesine çıkmayı da ihmal etmeyin. (Teleferik bileti 100 Kuna / 1 € = 7,60 Kuna - birkaç kişiyseniz ve teleferikte uzun kuyruklar varsa taksi sizi 15-20 Euro’ya tepeye çıkarıyor)
Tarihi 6. yüzyıla dayanan ve Dubrovnik'e 15 km. mesafedeki şirin kasaba Cavtat da oldukça turist çekmekte. İlk kez geldiğimiz Dubrovnik'i tam anlamıyla gezmek ve bu güzel şehri doyasıya yaşamak istediğim için bu köye giden turu gelecek sefere bırakıyor ve şehrin daracık sokaklarının her birine girerek şehri doyasıya yaşıyorum. Bu güzel şehre tekrar gelmek, kalmak ve daha uzun zaman geçirerek keyfini çıkarmayı arzu ediyorum.