Ortadoğu, Avrupa, Balkanlar derken gönlümüze daha uzak yerler düştü. Bir batı, bir doğu, bir kuzey, bir güney gezilerini çok seviyorum. Farklılıkları daha hızlı yaşıyorsunuz. Mayıs ayının güzel günlerinden bir gün tam Afrika havası : ) Çok kalabalık olmayan bir turla bize mihmandarlık yapacak Seyit Ali Demirer ile birlikte Air Arabia Havayolları’nı kullanarak Kazablanka’ya Muhammed V Havaalanı’na indik. Uçak oldukça kalabalıktı. Uçakta en çok hoşumuza giden; uçuşun Peygamber Efendimiz’in sefer duasıyla başlaması oldu. Sanki umre veya hac yolculuğunu çıkıyormuş gibi hissettim.
İner inmez rehberimizi bizi havaalanında karşıladı. Kısaca bilgiler verdi. Fas için Türkiye’nin 40-50 yıl öncesi deniliyor. Fakat bazı bölgeleri bence daha geride olabilir. Havaalanında devlet görevlilerinin ve kralın fotoğrafının çekilmesinin yasak olduğu öğrendik. Aheste işliyor işler burada. Çalışanlar biraz yavaş insanlar.
Fas ismini dünya sadece biz Türkler kullanıyor, uluslararası ismi Maroc. İranlılar Marakeş diyorlar. Ayrıca Fas, Afrika’da yönetmediğimiz tek ülke. Bahşiş çok yaygın. Dünyada esrarın çok satıldığı yerlerden… Fosfat zengini bir ülke. Endüstri ülkesi değil. İşsizlik çok yüksek. Eğitim seviyesi düşük.
Fas'ın en eski şehri: Fes
Gezimiz Kazablanka’dan 5-6 saatlik yolculuk yaparak ulaştığımız Fes şehri ile başladı; Fas’ın en eski şehri ve korunuyor. Fas Krallığı’nın kültürel başkentliğini yapmış. Eski yerleşim alanı bana Mardin’i hatırlattı. Kendine has beyaz toprağıyla sıvanmış, çatısız evler…
Her şehrin bir medinası var; yani eski yerleşim yeri ve pazar yeri. Fes’in medinasında rahatça kaybolabilirsiniz. Dünya üzerinde halen arabaların giremediği en büyük alan olarak biliniyor. Her taraf deri mamulleriyle dolu. Rengârenk deriler çok sevimli gözüküyordu deri tabakhanelerini gezene kadar. Tüm bölge neredeyse burum buram deri kokuyor. Hatta tabakhanelere yukardan bakmak için gittiğimiz yerde ellerimize taze naneler verdiler. Boş yere değilmiş tevekkeli. Burnumuzun resmen direği kırıldı. Hayatını burada sürdürenleri düşününce insanın içi bir hoş oluyor.
Fes’in medina kısmında eşek ve katırlar çok yaygın. Eski şehirde sokaklar o kadar dar ki bazen bir insan zor geçebiliyor.
Medinada gezerken birçok ilgi çekici şeylere rastlayabilirsiniz. Yumurtalar, meyveler, kesilmiş koyun kafaları, sakatatçılar… Canlı tavuk satıcıları da görmeye değer. Hemen tartıp ya Allah bismillah deyip keserek veriyorlar. Bu kadar pratik. Etler açıkta ve gayet doğal ortamda satılıyor.
Tabii bu tarz ülkelerde hep şunu düşünmüşümdür; her yeri kendi gerçeğinde değerlendirmek gerek. Tabii ki insan bazı şeyleri görünce üzülüyor. Batılı gezginler çok otantik bulsalar da burada yaşayanların hayatlarının gerçeği insanın içini acıtıyor. Hem fakirlik hem sefalet had safhada bu bölgede…
Avrupa’nın materyalist yaşantısındaki meymenetsiz yüz ifadesinden sonra bu fakirlik ve muhtaçlık içinde bakan gözler daha bir mutlu ve huzurlu gözüküyorlar. Gözlerindeki neşe ve huzurun yanında mahzunluğu ve hüznü görebiliyorsunuz. Şehirde iki taksi türü var. Taksiye üç veya iki kişi binebilirsiniz. Tıkış tıkış istemiyorlar. Yarı yoldan içinde yolcu olan taksiye de binebilirsiniz.
Bir tezattır ki Suudili zenginlerin bu bölgede yazlıkları çok. Dünyanın en büyük tarım fuarı burada oluyor.
Fes’te ayrıca Porselen Atölyesi, Kraliyet Sarayı, Mellah, Bab Boujloud, Bou Inania Medresesi, Nejjarine Meydanı, Nejjarine Çeşmesi, Moulay Idriss Mozolesi, Al Attarine Medresesi, Al Karaouine Camii’ni de gezdik. Kraliyet sarayında fotoğraflar çektirdik.
Rengi yeşil kent: Meknes
Ertesi gün ilk durağımız Meknes. Fas’ın en güzel ve ihtişamlı şehir kapısı Bab Mansour, El Hedim Meydanı ve Moulay Ismail Türbesi’ni ziyaret ediyoruz. Meknes kenti de UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde sayılmaktadır. Fas’ta her şehrin rengi var. Meknes’in rengi yeşil mesela… Taksi renkleri mavi.
Toprak kaplar ve Rabat
İki saatlik yolculuktan sonra krallığın siyasi başkenti olan Rabat’a ulaşıyoruz. Yollar bizim Güneydoğu’yu anımsatıyor; ağaç yok ara ara bodur bitkiler.
Rabat’a çok turist geliyor. Özellikle Fransa, İtalya, Hollanda, İspanya gibi ülkelerden tatile gelenler çok. Rabat’ta toprak kaplar ünlü. Pazara girdik, çok keyifliydi. Turist olduğumuzu anlayınca fiyatlar birden yükseliyor tabii... Ülkemize göre ucuz bir yer. Rabat’ın Sale bölgesi zenginlerin evlerinin olduğu yer. Hatta kral da Sale’de oturuyor. Mohammed V Mozolesi’ni, Hassan Kulesi’ni ve Kasbah Oudaya’yı ziyaret ediyoruz. Kasbah’ın terasından Atlantik Okyanusu’nu seyrediyoruz. Burada mavi renk hâkim. Okyanusa yaklaştıkça her taraf maviye dönüyor. Ne hikmetse bu renk buralara çok yakışıyor. Ne hikmetse mavi rengi içime nane gibi bir his veriyor.
Okyanus havası gerçekten hissedilmeli. Uçsuz bucaksız, dalgalı, puslu, gizemli…
Bir film seti gibi... Kazablanka
Kazablanka’ya doğru yol alıyoruz. Kazablanka denilince ünlü filmler geliyor herkesin aklına. Yüksek binaların görüleceği tek yer Kazablanka. Tam okyanusun kenarında dünyanın en büyük ikinci camisi aklımızda kalıyor; Hasan 2 Camii. Muazzam mimarisi ve asaletiyle dimağlarımıza kazınıyor. Yapımı 10 yıl sürmüş. Daral Beyza olarak da geçiyor. Hasan 2 Camii’nin kenarındaki kordonda güzel bir yürüyüş yapıyoruz. Buraya Corniche de (Kordon Boyu) deniyor. Sol tarafımızda Atlas Okyanusu sağ tarafta güzel evler, palmiye ağaçları… Okyanus havasından mıdır nedir, hava bir ayrı esiyor. Daha bir buğulu daha bir nane kıvamında…
Kızıl şehir Marakeş
Atlas Dağları’nın kenarında kurulmuş kızıl şehir… Sıcaklık Mayıs ayında 42 derece : ) Kazablanka’dan 235 kilometre uzaklıkta yer alıyor. Marakeş’te evlerin renkleri kızıl. Arkası çöl, Fas’ın en egzotik şehirlerinden biri Marakeş. Herkesin aklına yılan oynatıcıları ve kobralar geliyor. Burada diğer bölgelere oranla Afrika esintileri daha çok.
Marakeş, Fas’ın diğer şehirlerine oranla daha güvenli. Çok fazla bina yok. Trafik gayet rahat. Menara Bahçeleri, İspano Moresk mimarinin 800 yıllık örneği Koutoubia Minaresi, Saadien Anıt Mezarları ve 19. yüzyılda şehri idare eden paşa tarafından inşa ettirilmiş Bahia Sarayı gezilecek mekânlar arasında. Kıyamet Meydanı, en belirgin yeri. Cimaa El Fan Meydanı deniliyor tabii ki... Belki de Afrika’daki en hareketli şehir meydanı. Geniş bir alan, sihirbazlar, çalgıcılar, büyücüler, yılan oynatıcıları gösteri yapıyor.
Arka sokakları dar, satıcılar her yerde. Kıyamet Meydanı’nda kaybolmak çok kolay. Özellikle batıda yaşayanların dikkatini çokça çekecek bir yer. Akşamları oynayanlardan, çalgıcılardan yürüyemiyorsunuz. Sürekli arka fonda çakkıdı çakkıdı çalan bir ritim var. Böyle tam ne olduğunu keşfedemedik. Fakat neredeyse Fas’ın tümünde bu müzik var. Ritim de yok. Fakat buna bile ayak uydurup acayip oynuyorlar.
Tabii buraya kadar gelip de boynumuza yılan dolamadan olmazdı. Gelirken sürekli istedim. Kıyamet Meydanı’na gelince yılanları gören ekibimiz her tarafa saçıldı. Tam ne olduğunu anlamadan yaşlı bir amca boynuma yılanı koymaz mı : ) İlk başta itiraf etmek gerekirse korkmadım değil. Sonrasında hatta sevmeye başladım. Yılan soğuktur ifadesi yalan, sıcacıktı : ) Zaten 42 derece sıcakta mayışmış yatıyorlar zavallıcıklar.
Akşam epey bir gezdik dolaştık Kıyamet Meydanı’nda. Kenardaki kafelerin birinin çatısından meydanı seyrettik. Aman gerçek kıyamet meydanında Allah birbirimizi ayırmasın diyerek dostlarla hasbıhal ettik. Meydandaki faytonlarda çok harika! Gelirseniz muhakkak binin. Tüm Marakeş’i gezdirdiler bize, hatta kralın sarayının ayaklarından geçtik. Unutamadığım gecelerden biriydi. Gece mehtap, hava sıcak ve esintili, çok otantik bir mekân ve fayton… Sanırım sadece mumlar eksikti : )
Bir balıkçı kasabası: Essaouira
Ertesi gün yolumuzu Essaouira’ya çevirdik. Marakeş’ten 170 km uzaklıkta olan Essaouira, bir balıkçı kasabası. Atlas Okyanusu’nun kenarında şirin mi şirin… Sanat ve kültürün iç içe geçtiği bir sahil şehri. Argan bu bölgede yetişiyor. Hatta gelirken yolda sağlı sollu argan ağaçlarını görüyorsunuz. Keçiler de görülmeyecek gibi değil. Keçileri ağaç tepelerinde görmek de mümkün, çok sevimliler.
Essaouira Kalesi’ne çıktık. Kaleden okyanus bir harika gözüküyor. Saatlerce oturulabilir. Sanki arkanda tüm dertlerini, sıkıntılarını bırakmışsın da okyanus da bunların hepsini silip, süpürüyor. Essaouira’nın da medinası (eski çarşısı) var. Çok keyifli alışveriş yapılıyor. Diğer yerlere oranla daha temiz ve düzenli gözüküyor.
Aramızdan okyanus sularına girenler de oldu. İmrenmedik değil. Bizler de ayaklarımızı soktuk : ) Kumsalı bir harikaydı. Sanki kâğıt döşenmiş, tertemiz… Okyanusun kenarında bizim Eminönü’ndekiler gibi hindistan cevizi, mango ve ananas dilimleri satılıyor. Fas’ın parası başka hiçbir yerde geçmiyor. Geçmediği için Fas’tan çıkmadan paraları bitirmemiz gerekti tabii isteyen hatıra olarak saklayabilirdi.
Son günümüzde Marakeş’ten Kazablanka’ya geçtik. Kazablanka’dan uçağa bineceğiz. Uçağa binmeden önce çok ünlü bir botanik bahçeyi ziyaret ettik. Devasa kaktüsler, zambaklar…
Bir gezinin daha sonuna geldik. İnsanı değişik bir duygu kaplıyor. Bir daha ömründe göremeyeceğin insanlar görüyorsun, konuşuyorsun, bir daha görmen imkânsız kişilerden alışveriş yapıyorsun… Ayrıca tur arkadaşlığının farklı bir kategori de olduğunu düşünüyorum. Farklılıklar çoğu zaman hoşuma gitmiştir. Kendi dostlarının haricinde katılanlarla bir daha görüşmen belki de mümkün olmayacak. O kişilerle yolculuk anında birden ciddi paylaşımlarda bulunuyorsun; bir tekrar görüşebileceklerini ayrıştırıyorsun bir de diğerlerini.
Fas seyahatimizde bize eşlik eden Seyit Ali Demirer beyefendi sakinliği, rahatlığı ve profesyonelliğiyle yolculuğumuzu keyifli geçirmemize vesile oldu. Bir dahaki gezilerimizde de kendisiyle yolculuk yapmak isteriz. Özellikle Malatya ekibinin ikramları da hiç unutulacak gibi değildi : )Samimiyetleri, eğlenceli halleri dikkat çekiciydi. Açıkça söylemek gerekirse onların haricindekiler pek bende iz bırakmadı.
Yollarda güzel hatıralar biriktirmek lazım. Heybemizde biriktirdiğimiz anılar olmalı diyerek bir sonraki gezimizin hayalini kurarak, Fas’ın rüya gibi geçen günlerinin gönlümüzdeki izleriyle ülkemize döndük.