Kıyıköy Sonbaharda Bir Başka Güzel

Yazdan kalma bir hava, nefis bir hafta sonu kaçamağına böyle mi denk gelir? Yönümüzü bir ilki yaşamak üzere Kıyıköy'e çeviriyoruz. Çok uzak değil, çok yakın da! İstanbul trafiği ve etrafı saran betonlardan şöyle sıyrılabildiğimiz an, yılların dönümüne de denk gelince, güzel kutlamalı bir geziye dönüşüyor. Uzun, dar ve her iki yanda yer alan ağaçların arasındaki yolun sürüklemesiyle Karadeniz’e açılan bu güzel cennet köye ulaşıyoruz.

Peki, Kıyıköy nerede? Burnunuzu Tekirdağ’a çevirin ve İstanbul’un yoğun trafiğinden önce bir uzaklaşın. Çerkezköy sapağından Vize’ye doğru ilerleyip Saray ilçesine varınca, yol ister istemez sizi bu güzelliğe sürükleyecektir.

Gelmek için en güzel mevsim bence sonbahar. Yeni yeni havalar soğumaya başlamış, etrafta bir bayram havası... Doğa renk cümbüşüne bürünürken turuncudan yeşile, pembeden sarıya ve yeşilin her tonuna; hazır etraftan da yoğun kalabalık çekilmişken, o zaman keyfimize diyecek olmaz!

Köye kaleden giriliyor. Kale ve etrafını çevreleyen surların arasına kurulmuş eski bir medeniyetteyiz. Kazan Dere ve Papuç Dere arasında yer alan Kıyıköy’ün merkezini çevreleyen bu surlar İmparator 6. Jüstinyen döneminde (MS 6. yüzyıl) yapılmış. Birçok defa onarım gören kale ve surlar şimdi yıkılmaya yüz tutmuş halde zamana direniyor. Günümüzde Kıyıköy merkezine girişi sağlayan iki ana giriş kapısı ve batı duvarları hala ayakta duruyorken, doğu duvarları çoktan yıkılmış bile. Ayakta kalmayı başarmış surların yüksekliği ise yer yer 5 metreyi buluyorken, surların kalınlığının 2,5 metreyi bulduğundan da söz ediliyor.

Tepeden limana bakmak da pek bir hoş! Onlar çalışırken biz çaylarımızı yudumluyoruz. Bunun için en güzel yer Cafe Marina. Etrafınıza serili güzelliği en uç ve en yüksek noktadan seyretmenin hazzı anlatılamaz ancak yaşanır. Hava açık, şanslıyız tabii!

Biraz köyü dolaşınca; zamana direnen, yıkılmaya yüz tutmuş, bir döneme tanıklık etmiş tarihi geçmişiyle yitip giden evleri görünce içim acıyor. Yok mu, kurtaran! Kimi yerli, derme çatma, kendi çabalarıyla onarmaya çalışıp bir de içinde yaşamayı sürdürse de ya diğerleri? Yitip gidiyorlar… Halbuki iki dokunuşla tekrar canlandırılıp köyün havasını tamamen değiştirecek, tabii bir de ziyaretçi sayısı da artacak!

Köyde dolaşırken "Bir demli çay da bizden iç" diye sesleniyor, köyün yerlisi. Oturunca demli çayım hemen geliyor. Bana kahvenin tabelasını gösteriyor. "İsmimiz de değişik, gördün mü?" diye soruyor. O ana kadar fark edemediğim tabela bir anda ilgimi çekiyor.  Bir de üstüne çekilen fotoğrafımla isim hafızama kazınıyor. İsmini merak ettiniz değil mi? İç Git Çay Evi. Köye yolunuz düşerse muhakkak uğrayın, bir köy kahvesinde çay içmenin keyfini yaşayın. Samimi, içten, dostça ağırlanmanın ardından limana doğru ilerliyoruz.

İki derenin birleşip, cennetten bir köşeyi oluşturduğu ender yerlerden biri Kıyıköy. Biri Kazan diğeri Papuç Dere… Birinci derece sit alanı olan akarsulardan Kazan Dere, Kıyıköy Limanı’nın kıyısında; Papuç Dere ise Belediye Plajı’nın hemen yanından denizle buluşuyor. Her ikisinin denizle buluştuğu alan, Kıyıköy’e oldukça fazla ziyaretçi çekiyor. Çeşitli su sporlarının yanı sıra dolaşırken sık sık göreceğiniz kano, sandal, deniz bisikleti de turistlerin bir başka çekim alanı. Kıyısında yer alan işletmelerde ise yöresel tatlar ve gözlemeler sizi bekliyor. Derenin kenarında oturup birbirinden farklı lezzette gözlemeler, manda yoğurdundan yapılmış bol köpüklü ayranlar da ayrı tat katıyor.

Yazdan kalan izler, sahilleri bozuyor… Yazın iğne atsan yere düşmeyecek kadar kalabalık olan kıyılarda şimdi sessizlik hakim. Biraz sahilde yürüyelim derken kumsalı kaplayan çöpler, atılmış şişeler, poşetler, izmaritler ve daha sayamadıklarım; ülkemizin her yerinde mutlaka hep göreceğimiz pislikler… Bu güzelliği yaşarken kalıcı, kirli izler bırakmak niye!? Açıkçası biraz hüzünleniyorum. Sonra kıyıya vuran dalgaların sesi ruhumu alıp uzaktan geçen teknelere doğru sürüklüyor.

Balıkçıların yoğun çalıştığı, her an yola çıkmaya hazır teknelerin bağlandığı limanı biraz seyretmek istiyoruz. Yola çıkacaklar ağlarını hazırlarken, işini tamamlamış balıkçılar bir teknenin arkasına dizilmiş keyifli anlar yaşıyor. Canınız isterse kıyıda yer alan derme çatma balıkçı lokantalarından birinde, buradan taze çıkan balıkların tadına da bakabilirsiniz.

Dere kenarında kamp yapmak ne hoş olur! "Biraz dolaşalım" diyoruz. Dere kenarındaki kampçıların yükselen sesine doğru ilerliyoruz. Beş altı çadır kurulmuş bile, keyifler de bir o kadar yerinde. Doğaya uyumlu kamp malzemeleri de olursa nefis bir hafta sonu kampı burada güzel yaşanır.  Etrafta kuş sesi, akan suyun sesi, bir de otlayan manda ve koyunun sesi ne güzel değil mi?Kampçılardan biraz uzaklaşıp dünyada 16 tane olduğu bilinen manastıra doğru ilerliyoruz.

Döneminin kaya manastırları arasında en iyi örneklerinden birisi olan Kıyıköy Aya Nikola Kaya Manastırı, Kıyıköy merkezine 800 metre uzakta, Papuç Dere kıyısında bulunuyor. Gelince şaşırmayın, kimin görevlendirdiği bilinmez ama "gönlünden ne koparsa"ya çalışan hatta burada yaşayan beyefendi manastırı evi gibi sahiplenmiş. Yalnızlığa terk edilse halini düşünemiyorum; ancak burası dünya mirası değerinde, daha anlamlı korunmalı ve kollanmalı! Dalga sesi, kuş sesi, motor sesi derken otelimize doğru yol alıyoruz.

Konaklamak için en güzel yer benceKıyıköy Resort Otel. Hemen Kıyıköy’ün girişinde yer alırken hem konumu hem de mimarisiyle rahat edeceğimiz yerlerden. Girişte güler yüzle karşılanıyoruz. Biraz ayaküstü edilen sohbette, işletmecinin Kıyıköy Turizm Derneği Başkan Yardımcısı olduğunu öğreniyorum. Kıyıköy’le ilgili oldukça güzel gelişmeler yolda, hayata geçirilmeyi bekliyor. Öncelikle doğa tutkunları için değişik mesafe ve zorluk derecesine göre sınıflandırılarak trekking rotaları oluşturulmuş bile.

Daha çalışmaların devam ettiği, yöreyi tanıtıcı etkinliklerle birkaç yıla kalmaz Kıyıköy’ün herkesin gözde mekanı, soluklanma durağı olacağı görünüyor.

Otelde bir gecelik misafirliğimizde temizlik düzen ve çalışanların güler yüzüyle on numara bir tatil yapmamız sağlanıyor. Akşam yemeğinin ardından kulağımıza hafif dokunan müziğin eşliğinde yanan şöminenin etrafında yıl dönümümüzü kutluyoruz. Bir yıl, bir tatil, bir keşif daha bitiyor. 

serap selçuk

Yazar Hakkında

serap selçuk

Yazar Gezgin ve blogger 1968 yılında Niğde'de doğdu 1987-1991Ankara Üniversitesi Fizik Mühendisliği eğitimi gördü.