"Söyle tanrıça, Peleusoğlu Akhilleus'un öfkesini söyle" (Homeros, İliada I,)
İlyada bu dize ile başlar. Yaşamını İonia'nın köylerini dolaşarak ve küçük köy eğlencelerinde şarkılar söyleyerek geçirmiş; kör olduğu varsayılmış bir ozandır Homeros.
Çanakkale'ye kadar gelip de, Homeros'un İlyada'sına ve filmlere konu olan bu antik kenti, Troia’yı görmeden dönemezdim geriye... Yol arkadaşlarımla Assos'a doğru giderken, Troia'ya sapıyoruz. Hava sıcak, fazla meraklı turist kalabalığı da yok açıkçası.
Ören yerinin Troia VI. döneminde yapılan doğu giriş kapısından içeri giriyoruz. Düzgün kesilen taş blokların önünde durup, bir süre düş kuruyorum. Helen'i hayal ederken, Troia atının yanına konuşlanmış fotoğrafçılardan kostüm alarak, “Homeros'un İlyada'sının güzel prensesine” dönüşüyorum. O dönemde yaşamak, Helen olmak güzel bir duygu... Bir süre burada pozdan poza geçerken, zamanı yitirmeden antik kentin derinliklerine dalıyorum.
Kent kurulduğu topraklara doğudan, batıya doğru yayılmış. Batıya doğru yürürken duvarlarla karşılaşıyorum. Duvarlar bilinçli bir şekilde yere eğimli oturtulmuş. Troia'ın bir kent niteliği almaya başladığı dönemde M.Ö. 3000'lerde kullanılan bir yöntem. Troia, Kuzeybatı Anadolu Fay Hattı'nın en uç noktasında bulunuyor. Her ne kadar o dönemde gelişen depremler halk tarafından “Tanrıların cezalandırması” olarak algılansa da mimarinin gelişimine de olumlu yönde katkı sağlamış.
Tarihi döneme baktığımızda Troia, bir liman şehridir. Şimdi binlerce kilometre uzak olsa da... Menderes Çayı’nın henüz denizi doldurmadığı yıllarda, Trioa sahile hakim bir yükseltide bulunuyormuş. Troia'nın en büyük zenginliğinin bu limana yanaşan gemilerden kaynaklandığı düşünülüyor. Yürüyüş parkurunun sağ tarafında ovaya doğru açılan derin bir yarık bulunuyor.
1872 yılında yapılan kazı çalışmalarında açılan ve TroiaI döneme ait yapıların izlerine ulaşılıyor. O dönemde şehir denize daha yakınmış. Bilinen bir gerçek var ki o da şehir bir kaç defa yakılıp yıkılmış ve tekrar tekrar kurulmuş. Biraz ilerlediğimizde Troia II. dönemine ait kalenin izlerine rastlıyoruz. Girişin iki yanında yükselen sur duvarlarının yapım tekniği, taşların ve diziliş biçimleri girişteki Troia VI. dönemi ile karşılaştırdığımızda 1000 yıllık zaman dilimi içerisinde mimarideki yansımanın değişimini seziyoruz.
Homeros İlyada'da Troia'nın surlarını, içindekilere güven veren bir yuva gibi betimliyor ve bu yüzden destanlarında Akhalar, tanrıların ölçüsüz yardımına rağmen bu surları ancak tahta bir atın içine saklanarak aşıyor. Tabi Homeros'un anlattığı surla Troia VI’ya ait.
Geziye devam ediyoruz, rampadan aşağıya doğru indiğimizde Troia II dönemine ait kaleden çıkıyoruz. 15 metre ileride kesme taşlardan yapılmış Troia VI 'nın kale surları ile tekrar karşılaşıyoruz. Surun bu bölümünün önünde, birbirini kesen duvarlar, bunların arasında dikdörtgen şekilli taş ve mermer kalıntıları yer alıyor.
Sunakların bulunduğu kutsal alan boyunca devam ettiğimizde Odeion'un bulunduğu yere geliyoruz. Bugün yalnız oturma sırasının alt yarısı ayakta kalmış ve iki katlı sahne binası tamamen yıkılmış. Odeion'un karşısında yine Roma Dönemin'den kalma bir hamamın temelleri ve yan tarafta da sahne binasına ait mimari elemanları görüyoruz. Gezimiz Troia VI kentinin giriş kapısı ile sona eriyor.
Yolumuz uzun, bolca vakit geçirdiğimiz antik kentten ayrılıp, Çanakkale'nin bir başka antik kentine doğru yol alıyoruz...