Çanakkale, Türkiye’nin batısında muhteşem konumu ve hüzünlü tarihiyle görülmeye değer bir şehir.. Üstelik Türkiye'deki 2 boğazdan birine sahip.
Sadece iki günümüz vardı bu tarihi şekli keşfetmek için. Şehrin batı yakasındaki Eceabat ilçesinden başlamalıydık çünkü bu ilçede tam anlamıyla bir tarih yatıyor. Denizin kilidi anlamına gelen Kilitbahir Kalesi ile başladı gezimiz..
Fatih Sultan Mehmet yaptırmış Kilitbahir Kalesi'ni ve tam karşısındaki Çimenlik Kalesi'ni. Çanakkale'nin kale ismi buradan gelmiş. Kilitbahir Kalesi tarihte önemli bir yere sahip,Piri Reis’in dünya haritasını çizdiği yer aynı zamanda. Kale içerisinde bir de Piri Reis Müzesi var. Bu sebepten dolayı Türkiye’nin ilk kale müzesi unvanına sahip.
Kalenin hemen yanında küçük bir cafe var. Hemen cafenin bitiminde de o dönemi anlatan fotoğraf ve malzemelerin bulunduğu küçük bir sergi odası bulunmakta.. Orayı da gezdikten sonra kalenin arka taraflarında kalan Kilitbahir Köyü'nde geziniyoruz. Eski tip evler, kestirme sokaklarda.....
Çanakkale Şehitliği
Çanakkale deyince aklımıza gelen tabi ki şehitlik... Bir değil birden fazla şehitlik var ama en önemlilerini ziyaret ettik. Çanakkale'yi sembolize eden " Dur yolcu...." yazısı bir çok yerden okunuyor.
Askerlerin Cuma namazını kıldıkları yer Namazgah Tabyası adını almış. O dönemde cephanelik olarak kullanılmış,18 Mart Savaşı esnasında susturulamayan tabya olarak tarihe geçmiştir. Savaş esnasında yoğun bir bomba atışına maruz kalmış bir bölgedir.
Rumeli Mecidiye Tabyası'nda ise tarihin akışını değiştiren kahraman Seyit Onbaşı ve savaş arkadaşlarını temsil eden heykeller var.
Hemen önünde tren yolunu anımsatan raylar var, top mermileri bu raylı sistem üzerinden sürülüyormuş. Bu noktada sembolik mermiler de var. Seyit Onbaşı’nın taşıdığı en ağır merminin 275 kg olduğu söylenir ama TSK ‘da 215 kg olduğu belirtilmiştir.
Dediğim gibi bölgede sayısız şehitlik var. Ancak en çok bilinen ve ziyaret edilenlere değinmek istediğimden Şahindere Şehitliği'ne çevirdik rotamızı. Burada da bireysel veya toplu defin yapılmış . Bireysel defin şimdiki gibi bildiğimiz defin yöntemi...Toplu definde ise şu şekilde oluyormuş: Askerler gölgelik denilen alanda toplanır, derin bir çukur kazılarak kireç dökülür, üzerine tekrar kireç dökülerek 2. sıradaki şehitler defnedilir ve bu çukur dolana kadar işlem tekrar edilirmiş.
Şehitliği gezerken dikkatimi çeken bir nokta bazı mezarların başının kalpak şeklinde olması, bu mezarlar askerlere, başı sarık şeklinde olanlar da öğretmen, muallim biraz daha büyükse vezir veya devlet adamına aitmiş.
O dönemde kadınlar da hemşirelik okullarına yazılarak gönüllü olarak çalışmak istemişlerdir. Devlet, fedakar kadınlara maaş bağlamak ister ancak yeterli bütçe yaratılamaz. Jest olsun diye de top mermilerinden kesilmiş yüzük yapılarak kadınlara hediye edilir. İsmi de Cihadiye (savaşan kadın) yüzüğü 1331 yazar. (Miladi karşılığı 1915)
Şehrin her noktası savaşı anımsatıyor ya, sırada 1915 Hilal-i Ahmer (şimdiki ismi Kızılay) Müzesi var. Savaşı anlatan, o döneme ait mutfak, ocak vs. ilk bakışta gerçek sanılan mankenlerle sembolize edilmiş ve sesli olarak canlandırma yapılmış. Dış bahçede yaralıları ve o dönemdeki imkanlarla yapılan tedaviyi sembolize eden canlandırmalar, bina içerisine girildiğinde de o döneme ait orijinal fotolar yer alıyor. Bu bina, bir zamanlar gişe rekoru kıran Son Mektup filminde hastane olarak kullanılmış.
Çanakkale Geçilmez
Sıra geldi Çanakkale’nin simgesi haline gelen M şeklindeki şehitler anıtını ziyaret etmeye…. Bu bölge Elauis Antik Kenti imiş eski zamanlarda..
O zamanlarda kaptanlar uzun yola çıktıklarında denizde yol kat ettikleri mesafeye göre geçtim geçtim diyerek yollarına devam ederlermiş. Geçtim kelimesinin kullanılmadığı tek şehir Çanakkale. Geçilmezliği buradan geliyor, girişte kocaman kırmızı bir yazı karşılıyor bizi.
Peygamberimizin iki isminin (Muhammed ve Ahmed) birleşiminden meydana gelen Mehmet ismi, aynı zamanda Anadolu’da en çok kullanılan erkek ismidir. O dönemde doğan her erkeğe asker gözüyle bakılmasından dolayı da Mehmetçik ismini almıştır.
Anıt, hangi taraftan bakarsanız bakın Mehmetçiğin M’si şeklindedir ve 4. sütunu hiç bir yerden görünmez. Tam anlamıyla mimari harikasıdır. 41 m 70 cm uzunluğunda olup, 7,5 m genişliğinde ve her kolunda farklı bir rölyef vardır. Kara tarafına bakanlarda kara savaşları, deniz tarafına bakanlarda deniz savaşları rölyefi. Sütunların arasından görünen manzara süper…
Şehitlik civarında tüm mezarlar semboliktir. Gerçek olan bir tek mezar var ki onun da hikayesi şöyle: Savaş zamanı Avustralyalı bir asker, bir Türk askerinin başını keser. Daha sonra alır o kafatasını Avustralya’ya götürür. Yıllarca Balmumu tekniğiyle saklar ve bu olaydan kimseye bahsetmez. Ölüm döşeğinde yatarken durumu ailesiyle paylaşır, aile de Avustralya hükümetine haber verir ve kafatası resmi bir törenle 18 Mart 2003 tarihinde buraya defnedilir. Askerin ismi bilinmediğinden Meçhul asker olarak anılmaktadır.
Meçhul asker mezarının hemen yanında da Atatürk'e ait bir yazı var. Bunun anlamı: 1934 yılında Atatürk, yabancı askerlerin ana babalarını düşünerek, İçişleri Bakanlığı’nın da izniyle onlara hitaben bir mektup yazmış. Bu mektup her yıl Avustralya ve Yeni Zelandalıların (kısaca Anzac) törenlerinde İngilizce olarak okunuyormuş. Atatürk'ün tüm Dünyanın saygı duyduğu lider olmasının sebebi de bu..
Mezarın tam karşısında duvarda gördüğümüz rölyef, dünyanın en büyük rölyefi olarak Guiness Rekorlar Kitabı'na geçmiştir. 45 m uzunluğunda, en önde Atatürk, arkasında da Seyit Onbaşı başta olmak üzere kadınlı erkekli grup…
Denize bakan tarafta bulunan 71 m uzunluğundaki bayrak, Türkiye’nin en uzun bayrak direklerinden biridir.
Anzak Koyu, Avustralya ve Yeni Zelandaların çıkarmak istediği koy. Çok fazla akıntı olduğundan kuzey noktaya kaymış. Avustralya ve Yeni Zelandalılar her sene 25 Nisan'da buraya gelip, mezarlara gelincik bırakarak atalarını anıyorlarmış.
Çanakkale denince akla gelen Mehmetçiğe saygı anıtının da anlamı: iki siper arasının daraldığı yerlerde bizim askerimiz onların yaralı askerlerini kucaklayarak siperlerine bırakıyor. Bizim askerimizin kahramanlık örneği….
Conkbayırı
Sırada Conkbayırı var. Atatürk’e Anafartalar Kahramanı unvanı buradaki savaşlar sırasında verilmiş. Buradaki ziyaret noktamız ise Atatürk’ün birliğinin de içinde bulunduğu 57. Alay Şehitliği.
Girişte solda dünyanın en yaşlı gazisi Hüseyin dede ve torunu Eylül’ün anıtı.. 1992 yılında şehitliğin açılışına birlikte katılmışlar.
Hüseyin Kaçmaz dede, tam 110 sene yaşamış ama ölüm sebebi hastalık falan değil. 1994 yılında bölgede çok büyük bir yangın çıkmış, 4049 hektarlık alan kül olmuş. Durumu öğrendiğinde hayatını kaybetmiş.
Şehitlik turu sonrası Atatürk’ün ülkemize bağışlandığı yere gidiyoruz. Vücuduna isabet eden toplardan göğsünde bulunan ve o esnada kırılan saati sayesinde kurtulmuştur. Atatürk’ün 1993 yılında yapılan bronz heykeli altında da saatin parçalanma hikayesi yazıyor, saatin parçalandığı yerde 4 tane topla işaretlenmiş ve 10 ağustos zaferi anısına 10 tane Türk bayrağı hemen yanında…
Atatürk anıtının hemen önünde bulunan Yeni Zelanda anıtı ise Yeni Zelandalıların 1919’da başlayıp,1924 yılında yapımı tamamlanan anıt. Burada her yıl 8 Ağustos'ta tören yapılıyormuş.
Bu bölgenin bir önemli özelliği de hem Marmara, hem de Ege Denizi'ni gören tek nokta olmasıdır.
Bigalı Köyü
Eceabat'ta son durağımız Bigalı köyü. Kuzeyde ve köye girildiğinde kocaman bir Atatürk anıtı karşılıyor bizi .Köy yapısına uygun taş evler ve her yerde Atatürk…….
Atatürk’ün evi müze haline getirilmiş. İçeri girildiğinde kronolojik sırayla Atatürk’ün Gelibolu Yarımadası'nda neler yaptığı anlatılıyor, fotoğrafları da var.
Çanakkale'de 2. günümüzü de şehrin merkezine ayırdık. Açıkçası düşündüğümden çok daha güzel bir sahili varmış .Kordon deniyor sahile, İzmir Kordonu da çağrıştırıyor. Merkezde bulunan kısım Eski Kordon olarak anılıyor.
Merkezde gezilecek tüm noktalar yürüme mesafesinde. Ama biz ilk önce şehri tanımak adına Çanakkale Kent Müzesi ile başlıyoruz gezimize.
Çanakkale Kent Müzesi
Giriş tamamen ücretsiz. İlk inşasında zemin kat dükkan, birinci kat konut olarak kullanılmış, daha sonra 3. katın ilave edilmesiyle otel olarak kullanılmış. Çanakkale Belediyesi tarafından satın alınarak “ Çanakkale Kent Müzesi ve Arşiv Binası” olarak restore edilmiş ve açılmış. Tam anlamıyla nostalji yaşayacağınız bir müze… Giriş katta duvarda Çanakkale ile ilgili farklı hikaye ve efsaneler ,ikinci katta ise eski giysiler ,aletler, çalgılar ve kentin eski dönemine ilişkin izler var.
Şehir Merkezi
Şehir merkezi dediğim gibi oldukça canlı ve gezilecek tüm yerler birbirine yakın. Barlar Sokağı denilen caddede ilerlerken solumuzda kaldı saat kulesi .. Bu kadar meşhur olma nedenini de anlamak zor değil görünce..
Bu arada hiç bilmediğimiz bir detay daha öğrendik. Peynir helvası meşhurmuş Çanakkale’nin. Ama evimizdeki peynirden değil, özel bir peynirden yapılıyormuş. Peynir unla karıştırıldıktan sonra şeker ekleniyormuş. Görüntüsü kadayıfa da benziyor ama tadı bolca peynir..
Çanakkale’nin meşhur Ezine peynircisi de çok fazla noktada var.
Sahil, boylu boyunca yürümek ve fotoğraf çekmek için birebir. Farklı süslemeler, heykeller var.
Gelibolulu olduğunu öğrendiğimiz Piri Reis anıtı da sahil boyunda çıktı karşımıza. Kendi adına bir müze de var ama tadilattaydı, giremedik.
Çanakkale’nin simgesi haline gelmiş olan Truva Atı da sahil boyunda yer alıyor. Bu atın orijinal olduğunu ve Truva filminde kullanıldıktan sonra Çanakkale’ye hediye edildiğini öğrendik. İçinde fotoğraf çekilen tahta at ise 30 km uzaklıkta Troya Müzesi'nde.
Ve şehre adını veren iki kaleden biri olan Çimenlik Kalesi…. Pandemi sebebiyle giriş yasağı vardı. Fotoğraf da çekemedik. Deniz Müzesi ve ünlü Nusret Mayın Gemisi de burada.
Aynalı Çarşı
Türkülere konu olan Aynalı Çarşı'da sıra… Merkezde Kent Müzesi'nden ileriye doğru ilerlerken sadece yayalara özel bir yolun sonunda konumlanmış.
Buraya neden Aynalı Çarşı denmiş, farklı farklı söylemler var. Aynı bizim minyatür Kapalıçarşı . Hediyelik eşya ve magnetler de gayet uygun fiyatta satılıyor.
Yaya olarak gezdiğimiz cadde aynı zamanda bütün banka şubelerinin olduğu, alışveriş yapabileceğiniz şehrin merkezi sayılabilecek bir bölge..
Yeme-İçme Kültürü
Gelelim yemek kültürüne… Akşam yemeği için ne yiyeceğimizi düşündüğümüz esnada Özbiga Köfte denilen küçük bir restoran çıktı karşımıza. Köftesi meşhur bu restoranda ekmek arası yedik.
Yemek demişken Çanakkale’nin neyi meşhur sorusu gelir akla, tabi ki domates ama yeni öğrendim ki sardalyası da meşhurmuş. Sahilde Truva Oteli'n manzarası eşliğinde porsiyon olarak aldık ama ben ekmek arası seviyorum diyenler için de kesinlikle önerebileceğim , tadıyla da görüntüsüyle de ünlü “Sardal-ye” Çarşıda Ziraat Bankasının hemen solundan girdiğinizde 100 m ileride…
Çalışanlar da çok güleryüzlü. Sandviç olarak aldığınızda 13 TL fiyatı var.
Bir kahve içelim diye girdiğimiz yer ise Cankuş Cafe. Kahve deyip de geçmeyin o kadar değişik lezzetler var ki. Hayatımda ilk defa koruk suyu içtim. Bezelye görünümlü üzümlerin suyunu şekerle tatlandırdıkları halde yine buram buram üzüm kokuyordu ve bir o kadar da lezzetliydi.
Aynı caddede bir de “Dur gitme, çayı yeni demledim” diye bir yazı çıksa karşınıza ne yapardınız? O an aklımıza gelen tek şey, tahta tabureleri çekip oturmak oldu. 120 yıllık Helvacı Ali markası, belki ismini duymuşsunuzdur ama burası diğer şubelerden çok daha farklı, Büşra ve Berna adında iki tane şeker gibi kız işletiyor. Çay ikramlarını kıramadık.
Helvalara gelince büyük cesaret. Özellikle yaz döneminde herkesin öncelikli tatlısının dondurma olduğu bir zamanda böyle bir işletme.. Dondurmalı irmik helvası, Antep fıstıklı Cennet Çamuru dedikleri helva, çikolatalı irmik helvası, hepsinin görüntüsü de çok güzel.