Hep derdim ki çocuklar ileride hatırlayacakları yaşlara gelmeden, anneanne ya da babaanne baktığı sürece yurtdışına onlarla gitmeye gerek yok. Hem gereksiz masraf hem onlara yorgunluk hem bize yorgunluk diye düşünürdüm. Amma velâkin eşimle baş başa gittiğimiz yurtdışı tatillerimizde "Ayy şimdi oğlan olsa böyle yapardı, kız olsa şöyle yapardı" söylemlerimiz kuzular büyüdükçe artmaya başladı. Biz de madem öyle işte böyle dedik ve niyet ettik Allah rızası için kuzularımıza pasaport ve schengen almaya : )
Niyetimizin 1. haftasında pasaportu, 2. haftasında Schengen’i, 3. haftası Pazartesi’yi izin alıp 3 günlük long weekend kapsamında ma aile Çeşme'den Sakız Adası'na geçiyoruz.
Karaya ayak basıyor pasaport kontrolünden geçiyoruz. İlk girecekleri ülke Yunanistan olmasına rağmen çocukların Schengen’ini Fransız Konsolosluğu'ndan aldığımız için geçişte hafif bir yusuf yusuf durumları yaşıyoruz ama tahmin ettiğimiz gibi sorun çıkmıyor. Rent a car’cımızı bulup arabamıza konuşlanıyor ve otelimize doğru yol alıyoruz. Bir önceki gelişimizde adadaki hiçbir yeri tanımayan ve oteli bulana kadar bize sinir stres yaptıran navigatörümüz bu sefer yolları öğrenmiş, kolaylıkla otelimize varıyor, muhteşem manzaralı odamıza yerleşiyoruz.
Sakız Adası'nın merkezi adanın Çeşme'ye bakan tarafında, yani doğusunda. Otelimiz Erythrai ise merkezden adanın güneyine doğru sahilden inerken 10 dakika mesafedeki Karfas bölgesinde bulunuyor. Otelden ziyade ufak bir tatil köyü gibi, yenilenmiş odalar için rezervasyon yaptığımızda müthiş bir konfor ve manzara ile karşılaşıyoruz.
Otelin kendi plajı var. Denizi süper değil, biraz kayalıklı ama bizim gibi kahvaltı öncesi denize girme heveslileri için hayat kurtarıcı. Zaten adaya gelip bütün gününü kaldığı otelin önündeki denizde geçiren yoktur diye düşünüyorum.
Mayoları giyip yol yorgunluğunu atmak için suya dalıyoruz. Sonra arabamıza atlayıp Trip Advisor’dan methini okuduğumuz Kataraktes bölgesindeki Meltemaki Fish Tavern'i aramak üzere yola koyuluyoruz. Meltemaki’yi buluyoruz bulmasına da Meltemaki, Türk kaynıyor. Eşimin yurtdışında Türk alerjisi Samos gezi yazısından da malum, deniz kıyısında bir masada oturmuşken kalkıp hemen yanındaki daha lokal bir tavern’e geçiyoruz. İyi ki de geçiyoruz.
Meltemaki'deki Türkler ne yiyorlar bilemeyeceğim ama bizim yediğimiz pirzolanın tadını gezi boyunca bir daha bulamıyoruz. Bu arada kuzular yolda uyuyakalıyor, biz de uyandırmıyor, arabamızı camlar açık bir şekilde dibimize çekip, sessizliğin ve tatilimizin ilk uzosunun tadını çıkarıyoruz : )
Yemek sonrası rotamızı adanın güneyine çeviriyor, önceki gezimizde de bayıldığımız adanın gezilecek yerleri listesinde başı çeken en güzel ve en özel plajı Mavra Volia'ya gidiyoruz. Mavra Volia (Siyah Çakıl) adını plajda bulunan siyah çakıl taşlarından almış ve bu taşlar Psaronas adlı volkan patlaması sonucu oluşmuş. Plaj hala çok bakir. Tesisi bırak bir tane şezlong bile yok : ) Deniz 4-5 metre derinlikte bile cam gibi. Çakıllar şıkır şıkır. Gözlükle dalıp çıktıkça mest oluyoruz.
Ben Nirvana'ya ulaşmışken plajdan beni gerçek dünyaya çağıran bir ses geliyor: "Anneaaah kakam geldiiii"
Bence çocukların içinde bir yerde annelerinin en keyif aldıkları anı hisseden bir sensor var ve bu sensore sinyal geldiği anda sinyal ya sidik torbasına ya da bağırsaklara iletiliyor. Dış ortamda keyifli bir anda isen ya çişleri ya da kakaları geliyor. Evde isen, örneğin sıcak yemeğini tabağına koyup ilk kaşığı almaya niyet ettiğin anda ya da haftasonu kahvaltısında sucuklu yumurtanın sarısına ekmeği ilk batırdığın anda uzaktan biri anırıyor: "Anneeahh bittiiiii"
"Anın tadına varamazsın arkadaş! Keyif bittiii!"
Aylardan Eylül, güneş batmak üzere iyice eğilmiş bile. Otelimize doğru gidip akşam için hazırlanacakken plajın hemen yanındaki Emporio Limanı'ndaki restoranlardan birinin deniz kıyısındaki masalarına vuran akşam güneşi aklımızı çeliyor ve bir ufak uzo, birer porsiyon kalamar ve patlıcan kızartma ile ara öğün yapıyoruz : ) Ara öğün şart : ) Sonrasında otelde yıkanıp paklanıp aynı otelde kaldığımız Sakız gurusu Özgür ve arkadaşı ile buluşup Kambos köyünün karışık ve daracık taşlı yollarında Apomero adlı canlı müzikli tavern’i ariyoruz. Yarım saat falan uğraşıyoruz ve Tataaaam! Tüm masaların dolu olduğu restoranda hem manzaranın dibi hem de sahnenin tam karşısında bir masa bizi bekliyor. Kuzularımızın kısmeti : )
Yediklerimiz ahım şahım değil, servis kalabalıktan dolayı yavaş ama müzik eğlenceli, manzara şahane, tabii ki anne yine sahnede : ) Gecenin sonunda kuzulara yine birleştirilmiş sandalyede uyumak düşüyor.
Ertesi sabah otelde bizim deniz, kızçemin havuz keyfi ve kahvaltı sonrası bu sefer adanın batısına yöneliyoruz. Bugün hava biraz serince. Ama yine de önce Lithi Beach’te, sonrasında biraz daha kuzeye doğru yol alıp gizli bir koy olan Elinta Beach’te denize giriyoruz. Lithi sahilin etrafında küçük restoranlar ve bu restoranların önüne atılmış şezlonglardan oluşan kumsalın yanında minik bir limanı da bulunan şirin bir plaj.
Git git derinleşmeyen kumluk denizi ile bana pek hitap etmese de, küçük çocuklu aileler için gayet ideal. Deniz o kadar sığ ki sahilden epey uzaklaştığımız halde çocuklarla yakalamaca oynanabiliyoruz : ) Elinta ise Mavra Volia gibi bakir, ancak ona göre çok daha ıssız, tek tük insanın geldiği yine çakıllı (bu sefer bildiğimiz çakıl renginde) yine şıkır şıkır bir deniz...
Denize gir-çık karnımız acıkıyor. Ama adanın tam batısında ıssız bir yerdeyiz. Yakınlarda bir tesis yok. Adanın ortasından shortcut yapıp tam batıdan tam doğuya sakızın merkezine geçiyoruz. Merkezde durmadan kuzeye doğru ilerleyip bir önceki gezimizde konum ve lezzet olarak çok beğendiğimiz O Passas isimli restoran için Lagada Limanı’na ulaşıyoruz. O Passas full artı full. Ben kendi kendimi waiting list'e alıyorum. Yani masaların orada oturup yemeği bitip de kalkmayanlara manevi baskı uyguluyorum : ) Kuzular da babalarıyla sahilde dolanıyor.
Nihayetinde oturup ortaya söylediğimiz kızarmış karideslerimizi, kalamarımızı, fener balığı mücverimizi, olmazsa olmazımız Grek salata ve uzomuzu hüpletiyoruz. Çocuklar en çok kabuğuyla kızarmış karidese ve yemek sonrası gelen mini kornet ikramına bayılıyorlar.
Kuzular misina ve çengelden oluşmuş oltasıyla koca koca balıkları teker teker tutan Yunan dedenin yanında oyalanıyorlar, biz de önümüzde uzomuz ayağımızın dibinde deniz, O Passas’ta güneşi indiriyoruz.
Kalktığımızda artık başka bir plaj için çok geç, sadece ben, yolumuzun üzerindeki Glari Beach’te denize bir girip çıkıyorum, odamıza dönüyor ve akşam için hazırlanıyoruz.
Akşam hava iyiden iyiye esmeye başlıyor. Açık havada oturmak hayal gibi… Otelimizin civarında yarı açık lokal bir tavern bulup oturuyoruz. Bu sefer tercihimizi etten yana kullanıp pirzola ve ev yapımı sosis sipariş ediyoruz. Havanın bozması keyfimizi kaçırıyor, karnımız da pek aç değil, kuzular da mızmızlık yapıyor, çok keyif almıyoruz. Uzomuzu ve ikram etikleri karpuzu paket yaptırıp odamıza dönüyoruz.
İyi ki de dönüyoruz. Bir bakıyoruz ki bizim balkon rüzgâr almıyor. Balkonumuzun dibi deniz, dolunayın ışıkları denize vurmuş, manzara müthiş. Kuzular yatırılıyor, paketimiz açılıyor, ouzo, karpuz ve manzara üçlüsü ile Iphone’dan Şebnem ferah ve Teoman’ı dinleyip söylemeye başlıyoruz. Nilüfer ve Sezen’le devam ediyor, finali Orhan babadan batsın bu dünya ile yapıyoruz : ) Keyifsiz başlayan akşamın beklenmeyen bu mutlu sonu ikimize de iyi geliyor…
Ertesi gün adadan ayrılma günü. Yani biz öyle sanıyoruz. Adaya gidiş dönüş feribot bileti alırken belki ikinci gece Sakız yerine Çeşme’de kalırız diye dönüş biletini kestirmemiştik. Gişedeki arkadaş sağ olsun, karar verince bu numaradan rezervasyon yaparsınız demişti, ama pazartesi akşam feribotu olmadığını dememişti:( İki gecenin ikisinde de Sakız'da kalıp pazartesi sabahı otelden ayrılmak üzere eşyalarımızı toplayıp rezervasyon için verilen numarayı aradığımızda bunu öğrenmemiz süper oluyor. Neyse diyoruz birkaç feribot şirketi daha var parası neyse veririz Çeşme’ye onlardan biriyle geçeriz. Biz öyle sanalım! Tüm bu şirketler anlaşmış gibi kimi o hafta itibariyle kimi daha öncesinde Pazartesi akşam feribotunu kaldırmışlar.
Resmen adada mahsur kalıyoruz. İsyanlardayız. Yani o an için hislerimiz öyle. Hemen ertesi sabah 8 feribotuna yer ayırıyoruz. Valizleri toplamışken tekrar yayılmayalım, bir değişiklik olsun diye booking.com’dan önceden gözüme kestirdiğim yine adanın batısında bulunan Agia Fotini mevkiinde deniz kıyısında Theoxenia isimli apart bir tesise gitmeye karar veriyoruz ama gitmiyoruz : ) Rezervasyonumuzu yapıyor, valizlerimizi arabaya atıp o günkü gezimize başlıyoruz.
İlk durağımız dün güneş batmak üzere olduğundan tadını çıkaramadığımız, benim titreyerek denize bir girip çıktığım turkuaz deniz, üçgen kumsal Glari Beach. Kumsal bizim için rezerve edilmiş gibi kimsecikler yok.
Gözümüzün önüne geçen yaz ortasında burayı ilk görüşümüz geliyor. Köşede minik bir bar, gençler kâh ayakta kâh yerlere serilmiş, bırak havlu koyacak adım atacak yer yok. Havluyu bir kenara bırakıp denize girelim desen, daracık bir kıyı denizde 5-6 kişi birden raketle top atıyorlar birbirlerine. Nerde o Glari nerede bu Glari : )
Anlaşılan o ki Sakız Adası aynı Çeşme gibi Eylül deyince iş bitiyor... Allahtan yaşlandık da sakinlik iyi geliyor. Glari’nin biraz ilerisinde yine aynı turkuazlıkta daha genişçe bir koy görüyor (Mersinidi Beach), biraz da orada vakit geçiriyoruz. Oğlan, babasıyla denizde yengeç avına çıkıyor. Bense hatırlayamadığım bir sebepten mızıldayan kızı eğlemeye çalışıyorum... Malum çoğu zaman mızıldanmaları için bir sebep gerekmiyor : (
Karınlar guruldamaya başlayınca aklımızdan ne yesek, nerde yesek düşünceleri geçmeye başlıyor. Çok yakınımızda dünkü mekânımız O Passas var, aramızda en aç eşim sanırım, yine oraya gitme taraftarı : ) Bense uzak da olsa önceden planladığımız gibi adanın tam güneyindeki Komi Beach’te yemek, sonrasında oranın kumsalında güne devam etmek istiyorum. Son sözü eşim söylüyor ve benim dediğimi yapmaya karar veriyor : )
Komi Beach; Lithi Beach tarzında, kumluk, bol şezlonglu, kumsal boyunca 3-5 restoranı olan uzunca bir kumsal. Tripadvisor’dan methini duyduğum bir restoranı bulmuş olsam da kumsalla daha iç içe, fonda Yunan ezgileri çalan, ambiyansını daha çok sevdiğim başka bir restorana, Tavern Nostalgia’ya otuyoruz.
Eşim ile ikimiz soğan şeritleriyle birlikte kızartılmış minicik gümüş balıklarını çıtır çıtır yiyoruz. Kuzular ise kocaman bir ev yapımı hamburgeri paylaşıyorlar ve tabii ki bunlara eşlik eden Grek salata ve uzo… Adamların zeytinyağları o kadar lezzetli ki zeytinyağını Grek salata üzerine boca edip üzerine bol limon sıkıp suyuna ekmek banmadığımız bir öğün düşünemiyoruz. Kız da bizimle hemfikir. Sadece salata suyuna ekmek banarak karnını seve seve doyurabilir benim kızım : )
Yemek sonrası hava yine serinledi gibi. Şezlonglara geçiyoruz ama denize giresimiz yok. Çocuklar çok ısrar ediyor, dayanamıyor giriyorum, suda üçümüz epey bir şoparıyoruz : )
Artık yeni otelimize daha doğrusu apart dairemize gitme zamanı... Bu arada apartı işletenler gün boyunca bizi 4-5 kez arıyorlar. Neredesiniz, ne zaman geliyorsunuz, oteli bulamadınız mı vb. sorularla sürekli bir merak halindeler, anlam veremiyoruz. Vardığımızda anlıyoruz ki burada resepsiyon mantığı yok. Bizi karşılayan biri de yok. Balkon komşumuz diyor ki sizi beklediler beklediler, gittiler: ) Haydaaa buyur buradan yak! Bizi arayan numaradan ulaşıyoruz, bir abla geliyor, anahtarı bırakıyor, parayı alıyor ve gidiyor. Biz de tek gecelik yazlık evimize yerleşiyoruz.
Dairemiz set üstünde bir giriş katı. İçi yenilenmiş, gıcır gıcır. Verandamızın önü bahçe, bahçenin önü deniz : ) Yan ve üst dairelerimizdeki komşularımızdan kimi akşam yemeği için sofra kuruyor kimi balkonda şarabını yudumluyor, biz bir anda nerede olduğumuzu şaşırıyoruz.
E madem öyle işte böyle diyoruz, gündüz Komi’ye doğru giderken her yurtdışı gezimizin olmazsa olmazı süpermarket alışverişimizde aldığımız malzemeleri mecburen açıyoruz : ) Eksikleri köşedeki bakkaldan tamamlıyoruz. Eşim ev yapımı sosisleri ve soğanları kızartıyor, ben de komşularımız gibi sofra kuruyorum…
Yine beklenmeyen keyifte bir gece… Seneye tam bu odayı kiralayıp Sakız’da bir hafta kalma hayalleri kuruyoruz...
Ertesi sabah...
Bu sefer gerçekten gitme zamanı... Seneye görüşmek üzere Sakız Adası…
Seni seviyoruz : )
Yazarın diğer yazılarını www.gezentianne.com'dan takip edebilirsiniz.