Orta Çağ’dan itibaren Yunancada karşı yaka, öte anlamına gelen, Bizans döneminde yerleşim alanı olmayan namı diğer Beyoğlu bölgesine Pera denmekteydi. Beyoğlu isminin ise bölgedeki bir beyin oğlunun konağından kaynaklandığı öne sürülür.

Yağmur sonrası gökyüzünde asılı kalmış o ‘’buruk grilik’’ insanı caydırmaktaydı. Yağmayacağına söz veren dijital hava raporlarının inadına, belli belirsiz başlamıştı yağmur. Berberin kesmeden önce saça püskürttüğü su gibi nemlenmekteydi sarı dolmuşun ön penceresi. İstiklal Caddesi’nin, eski adıyla Grand Rue de Pera’nın sembolü haline gelen “Kırmızı Taksim Tramvayı” bir yıllık istirahatinden sonra gelin arabası gibi süslenmişti tekrar görücülerine çıkmak için. Yıllardır sabırla birer birer yaptıkları İstiklal’i boydan boya turlama merasimlerini art arda yapmaya başlamışlardı. Turistlerin kadrajlarına birer malzeme olmak hakkını tekrar kazanmışlardı.

Grand Rue de Pera’yı Tünel’den Taksim Meydanı’na doğru adımlamaya devam ederken tarihî sanat merkezlerinin yanına modernlerinin de inşa edilmiş olduğunu gözlemledim. Kimisinin şeffaf dış kaplamasından kollarını kucaklarcasına açmış Akdeniz Heykeli görünüyor, kimisinin de içi mağaraları andırıyordu. Yoğunluğundan ödün vermeyen kaldırımları bir yandan insanı boğuyor, öte yandan da İstanbul’un en güzel caddelerinden biri olduğunu hatırlatıyordu.

Ne Pera ne de Beyoğlu diye hitap ederiz bu semte. Bizim için, özellikle de benim için, bu semtin adı Taksim’dir. Osmanlı Türkçesinde taksim; dağıtmak, paylaştırmak anlamına gelir. Semte bu ismin verilmesinin sebebi ise, bir zamanlar tüm İstanbul’a suyun buradan dağıtılmasıydı.

Adımlarımın yönünü değiştirip beni buraya bugün getiren asıl sebebime doğru yöneldim. Sola doğru manevra yapıp dar sokakları geçtikten sonra heybetli yapısıyla karşımda duruyordu. Bu heybetin adı bittabi Haliç’e karşı saygı duruşunda bulunan Pera Palace Hotel’di. Dünyaca ünlü Orient Express, 1888 yılında Paris-İstanbul seferlerine başladığında, İstanbul’da Orient Express yolcularının alışkın oldukları yüksek standartları sunabilecek bir otel yoktu. Bu boşluğu 1895’te açılış balosu yapan Pera Palace Hotel doldurdu. Bu oteli önemli kılan bunların hiçbiri değildi. Seranad kitabından düşlediğim, Agatha Christie’nin romanını oluşturduğu ve de en önemlisi Atatürk’ün defalarca ziyaret edip konakladığı otel olmasıydı bu otelin değeri.

Otelin girişi klasik biçimde döner tahta kapılardandı. Kapıdan atılan adımla içerisi üç yapraklı yonca misali kollara ayrılmaktaydı. Sol kolun sonunda garsonuna kadar tamamıyla gülkurusu temalı bir kafe bulunmaktaydı. Özenle hazırlanmış köpüklü Türk kahveleri de aynı temaya bürünmüşlerdi. Kafede kurabiyeden evler, yılbaşına uygun Noel babalar asılmıştı. Kahveyi yudumlarken Beyoğlu’na bir başka pencereden göz atmaktaydım. Orta sahanlıktan birkaç adım merdiven geçtikten sonra ileride daha küçük başka bir sahanlığa ulaştım. Bu sahanlıkta Osmanlı’nın ilk elektrikli asansörü ağır devinimlerle bir aşağı bir yukarı hareket ediyordu.

Yılbaşına uygun süslenmiş merdiven korkulukları sahanlığın loşluğunda parıldıyorlardı. Kırmızı halılı merdivenleri tırmandıktan sonra soldaki holün sonunda “101 no’lu oda” yer alıyordu. İlk kapıdan geçildiğinde iç içe iki oda ve bir banyo yer almaktaydı. Oda, Atatürk’ün en sevdiği renk olan gün doğumu renginde perdelerle süslenmişti. Duvarlarda çeşitli belgeler ve fotoğraflar asılı kalmıştı. Time dergisinin kapağındaki fotoğrafı, kostümlü baloda giydiği yeniçeri kıyafetli fotoğrafı bunlardan en ilgi çekici olanlardı. Belgelerin en mühimi ise Hakk’a kavuşmadan önceki son hastalık günlerinde Türkçenin kökenine ilişkin yaptığı çalışmalardı.

101 no’lu odadan çıkmadan önce dikkatimi çeken son bir şey daha vardı. Bu Atatürk’ün ölümünden dokuz yıl önce Hindistan mihracesi tarafından gönderilen halı idi. Halının üzerindeki iki güvercin haberi simgeliyor, kasımpatımotifleri kasım ayına gönderme yapıyor, hortumları aşağıya sarkan filleruğursuzluğu simgeliyor, bir saat motifi dokuzu yedi geçiyordu. Atam Dolmabahçe’de gözlerini yumarken dokuzu beş geçe, beyin ölümünün gerçekleşmesine sadece iki dakika daha vardı!
 

Oğuz Uzdil

Yazar Hakkında

Oğuz Uzdil

İstanbul Üniversitesi İnşaat Mühendisliği eğitiminin bana kattığı sayısal düşünme yetisini yedi yıldır kendimi fotoğraf alanında geliştirmek için de kullandım.