İstanbul civarında 2 günlük (hatta bir çeyrek) gidilecek bir yer arayanlardandık geçtiğimiz gün. Doğum günüme de rast geldiği için 19 Mayıs benim için çifte bayram oluyor. Pazartesi saat 17.00 gibi şehirden çıkabildik. İstikamet; Ağva.
Ağva'da ormanın içinde çok da güzel bir motelde kaldık. Sadece kuş sesleri (misafirlerin çocuklarını ve sesini ayarlayamadan konuşanları saymazsak). Gece ise mutlak sessizlik. Sabah gözümü açmadan horozların solo konserini dinledim. Üç ayrı yerden gelen seslerin neredeyse ritmik bir düzeni vardı ve birisi maalesef tam bir detoneydi. Detone horoz olabileceğini doğanın içinde öğrendim böylece (detoneliği kendimden bilirim).
Orman içine doğru bir yürüyüş yaptım eşim günlerin yorgunluğu ile uyurken. Öyle sessiz ve sakin ki şehirde yaşayan ve bir Criminial Minds izleyicisi olarak çok da derinlere dalamadım. Hani bir şey olur da kadının ne işi vardı yalnız başına ormanın içlerinde demesinler diye. Sanırım kadınlara özgü bir duygu öldükten sonra insanların ne düşünecekleri. Neyse, sonra eşimle çok güzel bir kahvaltı ve ardından bu kez daha bir güvende hissederek orman ve köy içi yürüyüşleri yaptık. Doğanın dinginliği, onun akışına ya da akmayışına teslimiyet... Durulmak, dinlenmek ve kendi sesinin dışındaki seslere daha fazla kulak verebilmek... Derin nefeslerle oksijeni stoklayabileceğini sanmak, yine şehri terk etmek ve güneye ya da artık kuzeye kaçma istekleri… Ahlar, ne güzeller, sese bak, şuraya bak nidaları.
Öğle vakti; Ağva merkez. Doğal olarak Şile bezi kıyafet demeler. Ağva'da iki nehir (Göksu ve Yeşilçay) birleşerek Karadeniz'e dökülüyor. Tekne turlarıyla nehirde gezmek zevkli. Göksu kenarında çok güzel ama bence pahalı moteller var. Hangisini severseniz tepelerde kalıp bu motellerde akşam yemeği veya güzel bir kahvede son derece keyifli.
Ağva, doğası ve hâlâ sessiz kalabilmeyi başarmasıyla tam bir hafta sonu tercihi. Bir önceki gezimizde Cennet Cehennem Kayalıkları'na da gitmiştik. İlk kez Ağva’ya gidiyorsanız buraya mutlaka gidin derim. Bir restoran ve kafesi var. Manzara çok güzel.
Ağva’dan sonra buraya gelirken gözümüze ilişen Saklıgöl okundan saptık. Gezginiz ya, yeni yerler keşfetmeyi severiz. Yeni yer mi? Bize yeni ama birçokları için çoktan keşfedilmiş. Yarı yolda jandarma duruyor ve yolu ikiye bölüyor. Geliş ve gidişi ayırmışlar. Gidiş yolu bir hayli kötü (sanırım normal günlerde burayı kullanmıyorlar). Tamam dedik yol bu kadar kötüyse kimseler gitmez. Ne büyük yanılgı! Müthiş bir görüntü. Gerçekten doğanın içinde saklanmış bir göl ama insanlar tarafından katli vaciptir misali garip bir hareketlilik. Kenarında tahta köprüyle geçilen oldukça büyük bir restoran. Ahşaptan yapılmış (neyse). Ayrıca masa kiralayıp kendi etinizi ya da malzemelerinizi pişireceğiniz kulübe benzeri yine ahşap göle doğru ayrı bölümler var (bakınız fotoğraf).
Bir de ismine Gelin Yolu dedikleri bir köprücük ucunda gelin damat pozlar veriyor. Sanırım bu bölgede bu fotoğraf yeni evlenenler için olmazsa olmaz. Biz oradayken üç gelin damat vardı. Gölün etrafı piknik alanları. En uca gittiğimizde derme çatma bir yerde ağaçların altında gözleme ve çay veren bir yer bulduk. Daha sessiz.
Saklıgöl mümkünse hafta içi, mümkün değilse de hafta sonu erken saatlerde gidilerek görmeye değer güzellikte. Etrafında yürünebiliyor, orman içi yürüyüş yeri var öyle sanıyorum ama biz denemedik. Daha sakin bir zamanda çok keyifli olabileceğini düşündüğüm tüm bu kalabalığa rağmen yine de gölün ışıltısı, ormanın manzarası, insanların kaba gürültüsüne rağmen gölün sakinliği etkileyici. Başka bir zaman daha çok vakit geçirmek için gelmeli kararıyla İstanbul’a döndük.