Tahran’dan yaklaşık altı buçuk saatlik bir otobüs yolculuğuyla Isfahan’a ulaştık. Şehre hava karardıktan sonra vardığımızdan hem yorgunluk hem de kış soğuğu dolayısıyla o geceyi sadece dinlenerek geçirdik. Ertesi sabah erkenden yola koyulduk.
İsfahan'da Gezilecek Yerler
İmam Meydanı
İlk rotamız en çok merak ettiğimiz yer olan Nakş-i Cihan Meydanı'ydı. İslam devriminden önce Şah Meydanı olarak anılan meydan devrim sonrası İmam Meydanı ya da İmam Humeyni Meydanı olarak anılmaya başlanmış. Nakş-i Cihan birçok kaynakta dünyanın en büyük ikinci meydanı olarak geçiyor. Meydan dört eyvanlı dikdörtgen bir şekle sahip. Bir İran-Türkistan mimari karakteristiği olarak merkezi şişkin kubbeler ise sizlere kadim bir doğu masalının anlatıcılığını yapıyor gibi. Meydan yerli ve yabancı ziyaretçileri, işleyen faytonları ve bir de hanutçularıyla her zaman hareketli.
Safevi Hanedanlığı ve Şah Abbas
Isfahan dendiğinde akla ilk gelmesi gereken isim Şah Abbas’tır. Safevi Hanedanlığı'nın en mühim Şahı olarak zikredilen ve İran tarihinde “Büyük Abbas” olarak anılan Şah Abbas, Safevi Devleti'nin başkentini İran coğrafyasının nüfusunu ekseriyetle Türklerin oluşturduğu Kazvin şehrinden çoğunluğunu Farsların oluşturduğu ve Farsçanın başat dil olduğu Isfahan’a taşımıştır. Taha Akyol’un belirttiği gibi bürokratik kurumlaşma, düzenli ve merkezi askeri teşkilat ve hukuk (12 İmam Şiiliği) ihtiyacı Şah’ın devleti kadim Fars bürokratik geleneğine dayamasına sebebiyet vermiştir.
Tarihe rasyonel bir perspektiften baktığımızda bu vaziyetin devletin ömrünü uzattığını müşahede edebiliriz. Aynı süreci Osmanlı’da yaşamıştır. Osmanlı’da devlet Türkmen gazilerin yaptığı fetihlerle büyürken bir dizi yönetsel sorunla karşı karşıya kalmıştır. (Bilhassa mali, ticari ve tapu gibi kayda dayalı işlemlerde) İfade ettiğim şekliyle devlet büyüdükçe göçebe Oğuz-Türkmen gelenekleri yetersiz kalmış, bir hukuk (Hanefi İslam Hukuku) ve düzenli bir askeri teşkilat ihtiyacı hasıl olmuştur. Türkmen obaları ise merkezileşme ve kurumlaşma çabaları önünde tabii olarak bir engel teşkil etmişlerdir. Örneğin bir Türkmen savaşçısı için hükümdar kendi beyinden sonra gelebiliyordu.
Velhasıl İran’da Safeviler de Şah İsmail’den itibaren devleti kurumlaştırmaya gayret etmişler ve bunu en yoğun manada gerçekleştirebilen kişi de Şah Abbas olmuştur.
Al-i Kapı
Nakş-ı Cihan Meydanı'nda Şeyh Lütfullah Mescidi hariç tüm yapılar Şah Abbas zamanında inşa edilmiştir. Zira Şah’ın kendisi de meydanın bir köşesini teşkil eden Al-i Kapı’da yaşamıştır. Şeyh Lütfullah Mescidi’nin tam karşısında bulunan Ali Kapı 17.yy eseridir. Altı katlı yapının 3. katında Şah, bahçede oynanan polo maçlarını seyredermiş. Oyunda kale olarak kullanılan taşlar halen yerinde.
Şey Lütfullah Mescidi
Meydanın en eski yapısı olan Şey Lütfullah Mescidi 1028 yılında inşa edilmiştir. Minaresi olmayan yapı vezirin özel ibadetine tahsil edilmiş bir yerdi. Yine tarih boyunca ilim tahsil edilen bir yer ola gelmiştir. Tavuskuşunu andıran kubbe işlemeleri görmeye değerdir. Mescide öğle vakti girerseniz pencerelerden sızan güneş ışığının kubbede bir tavuskuşu kuyruğu oluşturduğunu görebilirsiniz. Mescidin duvarları mavi (en yoğun kullanılan tondur) sarı ve açık yeşil renkli fayanslarla bezelidir.
İmam Cami
Meydanın bir diğer önemli eseri İmam Camii ya da eski adıyla Şah Abbas Camii'dir. Cami ziyaret ettiğimiz vakit maalesef tadilat halinde olduğu için içerisine giremedik. Namazlar Camii’nin eklentilerinden birinde kılınmaya devam ediyordu.
Burada bir süre vakit geçirip Şia’nın ibadet şekillerini gözlemlemeye çalıştım. Şiilerin imamının namazı kıldırdığı mihrabın zemini Camii’nin zemininden aşağıda bulunmaktadır. Dolayısıyla İmam cemaatten daha aşağıda bir vaziyette namazı kıldırmaktadır. Yine Şiiler inançları gereği secdeye vardıklarında alınlarını taşa değdirmek zorunda olduklarından camiye her giren girişteki taş sepetinden namaz için tasarlanmış olan küçük taşlardan birini alıp secdede alınlarını o taşa değdirmektedirler. Bu küçük mescidden çıktıktan sonra İmam Camii’nin diğer eklentilerini gezdik. Camii’nin içerisini görememek bizleri ziyadesiyle üzdü.
Sie-Sopol Köprüsü
Naks-i Cihan Meydanı'ndan Sie-Sopol Köprüsü'ne yürümeye karar verdik. İki nokta arası yaklaşık 20 dakika yürüme mesafesi. Naksi Cihan Meydanı'ndan Chel Sutun sarayına giden yolda cadde üzerinde şuan adını hatırlayamadığım çok ufak bir kahve dükkânı var. Bu kafede wifi mevcut. İran’da wifi bulabilmek gerçekten büyük meşakkat. O yüzden buraya uğrayıp hem kahve içer hem de internete erişebilirsiniz. Bu kafede çalışan arkadaş oldukça sıcakkanlı ve de İngilizceyi oldukça iyi konuşan biri. Neyse, Naksi Cihan ziyareti akabinde Sie-Sopol Köprüsü'ne gitmek için yola koyulduk. Genellikle ufak dükkânlarla bezeli caddelerde ara sokaklarda olmak üzere ara sıra kerpiçten yapılmış evlere de rast geldik. İnsanları, sokakları, caddeleri, dükkanları izleyerek Sie-Sopol Köprüsü'ne vardık.
Hem arkadaşım Ahmet hem de ben köprüyü gördüğümüzde Floransa’daki Ponte Vechio Köprüsü'nü hatırladık.Nitekim Sie-Sopol Köprüsünde aleni bir Rönesans tesiri mevcut. Zayandeh Roud Nehri üzerindeki köprü üç yüz metre uzunluğunda ve on dört metre genişliğindedir. Şah Abbas döneminin meşhur komutanı Allahverdi Han tarafından yaptırılmıştır.
Allahverdi Han Şah Abbas’ın askeri gücün heteredoks Türkmen aşiretlerine olan bağımlılığını kırmak için oluşturduğu Yeniçeri tarzı saray-gulam birliklerindendir. Bu birliklerin hemen hemen hepsi İslamlaşmış Gürcü, Ermeni ve Çerkez askerlerden oluşuyordu.Nitekim Allahverdi Han’da Gürcü kökenli bir askerdi. Köprü aynı zamanda bilhassa tatil günlerinde oldukça kalabalık bir hal alıyor.
İran’da haftasonu perşembe öğleden sonra ve cuma günlerini karşılamaktadır-. Aileler ve daha ziyade gençler bu köprüde oturup zaman geçiriyorlar; fakat bahsettiğim genç kitlenin çoğunlukla avami tipler olduğunu söylemek zorundayım. Yine zikretmem gereken bir başka şey köprüyü her zaman altından nehir geçerken izlemeniz mümkün değil. Yeterince yağış alınmadığı yıllarda suyu tarımsal arazilerde kullanmak maksadıyla nehrin şehre akmasına müsaade edilmemektedir. Biz şanslıydık; çünkü Isfahan’a vardığımız gün kapaklar on beş günlüğüne açılmıştı. Dolayısıyla köprüyü altından sular akarken fotoğraflayabildim.
Khadjou Köprüsü
Isfahan’ın bir diğer meşhur köprüsü Khadjou Köprüsü'dür. Köprü iki katlıdır. Köprünün ortasında Şahın kullandığı balkon mevcuttur. Köprünün beni şaşırtan bir diğer hususiyeti akustik yapısıdır. Köprünün herhangi bir kemerine yakınlaşıp bir şeyler fısıldarsanız diğer bir kemere kulağınıza dayayan arkadaşınız bunu duyabilir. İranlı arkadaşlarla gece Khadjou köprüsündeydik ve köprü deyim yerindeyse ana baba günüydü. İranlı arkadaş kemere kulağımı dayamamı istedi ve o kadar gürültünün arasında duvardan bir “could you hear me? “ sorusunu işittim. Şaşkınlıkla döndüm ve “Could you hear me “ diye sorup sormadığını sordum. Ses kendisine aitti. O an oldukça şaşırdığımı söyleyebilirim.
Cuma Cami
Ertesi gün yine sabah erkenden bir Selçuklu eseri olan Cuma Camii’ne doğru yola koyulduk. Cami İmam Ali Meydanı'na çok yakın. Taksiciye bu bilgiyi de ifade ederseniz işinizi sağlama almış olursunuz. Cuma Camii’nin olduğu bölge gözlemlediğim kadarıyla Isfahan’ın diğer bölgelerine nazaran daha mütedeyyin bir bölge. Burada kadınların ekseriyeti başlarını tamamıyla kapatıp siyah çarşaflar tercih ediyorlar.(İran’da kadınların büyük bir bölümü baş örtülerini takmazlar, takar gibi yaparlar) 11. yüzyılda inşa edilen Cuma Camii Dünyanın en eski on camiinden biri. Camide ekseriyetle kerpiç kullanılmıştır.
Camiinin büyükçe olan avlusuna etrafını esnafların sardığı bir eyvandan giriliyor. Eyvandan girdikten sonra avluya gelmeden hemen sol tarafta İlhanlı mihrabını göreceksiniz. Camiinin avlusunu dört eyvan kuzey-güney ve doğu-batı şeklinde sarmalıyor. Yine karşılıklı olarak Nizamulmulk ve Tacülmülk kubbeleri arz-ı endam etmektedir. Tacülmülk kubbesinin bulunduğu duvarın diğer ucunda pazara açılan bir koridor mevcuttur. Koridorun sağında Camiye ait olan ve namaz kılınan bir alan ,solunda ise bir imamzadeye ait türbe bulunmaktadır. 12 İmam inancına sahip İran’da on iki imam kadar onların kardeş ve akrabaları da çok hürmet görür ve kutsanır. Cuma Camiini gezmek bizler için yalnızca turistik bir aktivite manasını gelmiyordu. Orada bulunmak ait olduğumuz kimliğin kaybolmuş coğrafi parçalarını bir puzzle tablosunda birleştirmek gibiydi. Tekamül ederek ilerleyen kültürümüzün ve medeniyetimizin pek mühim bir tarihsel uğrağında böylesine bir itikada ve estetiğe haiz olan atalarının ahfadı olarak bulunmak bizleri bir başka gururlandırdı.
ChelSotoon sarayı (Kırk Sütun Sarayı)
Günümüzün geri kalanında yönümüzü yeniden Naks-ı Cihan meydanına çevirip; nihai hedef olarak ChelSotoon sarayına doğru seğirtiyoruz. Oldukça sade bir mimariye sahip olan sarayın yapımı Şah Abbas döneminde başlamış; torunu II.Şah Abbas döneminde gerçekleştirilen bir takım müdahalelerle bugünkü son halini almıştır.
ChelSotoon Farsça’da “kırk sütun” demektir. Esasında saray yirmi sütuna sahiptir; fakat bu yirmi sütun sarayın bahçesindeki havuzun yüzeyine yansıdığında kırk etmektedir. Buna istinaden saray kırk sütunlu saray olarak isimlendirilmiştir. Saray İran tarihi boyunca uluslararası resmi davetlerin yapıldığı bir yer olagelmiştir. Elçiler, ülkeyi ziyaret eden başka ülke hükümdarları burada ağırlanmıştır. Saraya girerken sütunların altındaki aslan başları dikkat çeker.
Yapının içerisine girdiğimizde çok da büyük olmayan bir salonla karşılaştık. Resmi davetler bu salonda gerçekleştiriliyordu. Salonun duvarları tarihi vakaları tasvir eden fresklerle kaplı. Bu freskler içerisinde bizi en fazla alakadar eden “Çaldıran Savaşı” freskine doğru koşarcasına seğirttik. Fresk 1823 yılında Sadık Nakkaş Bashi isimli İranlı bir sanatçı tarafından yapılmış. Bugün İran devletinin freski açıklamak için yerleştirdiği tabelada bir tarihi hakikat olarak Safevilerin bu savaşta silahlı ateşler kullanmadıkları için Osmanlılara yenildiklerinden bahsediliyor. Hakikaten de savaşın sonucunu tayin eden en önemli saiklerden biri hatta birincisi iki ordu arasındaki teçhizat farkıdır. İran devletinin koyduğu tabelada tek yanlış Safevi ordusunun “Pers yani Fars ordusu “ olarak yazılmasıdır. İran ordusu yazılsaydı yine doğru sayılabilirdi; fakat Çaldırandaki Safevi ordusunun ekseriyeti Kızılbaş Türkmen savaşçılardı. Salon içerisinde Çaldıran freski haricinde “Şah Abbas’ın Türkistan valisini ağırlaması”, “Şah İsmail’in Özbek Şeybanilerle olan muharebesi”, “Nadir Şah’ın Hindistan seferi”, "Şah Tahmasb’ın Moğol Hakan’ı ile buluşması” gibi vakaları tasvir eden freskler bulunmaktadır.
Culfa (Ermeni Mahallesi)
Isfahan'daki üçüncü ve son günümüzde istikametimiz Culfa da bilinen diğer adıyla Ermeni mahallesiydi. Culfa Isfahan’ın en nezih ve hareketli yeri. Batılı anlamda kafe ve restoranların yoğun olduğu bu bölgede gençler gece geç saatlere kadar Culfa sokaklarındalar. Mahalleye gelindiğinde mutlaka Ermeni Kilisesi de ziyaret ediliyor.
Vank Katedrali
17.yüzyıl ilk yarısında Şah Abbas’ın bölgeye göç ettirdiği Ermenilerin dini ihtiyaçlarını karşılamak maksadıyla inşa edilen Vank Katedrali Isfahan’ın en çok ziyaret edilen noktalarından biri. Kilise kerpiç bir yapı ve merkez bölgesi şişkin İran-İslam mimarisine ait bir kubbeye sahip. İlk defa bu mimari formda bir kilise gördüm. İçine girdiğinizde katedraldeki Rönesans tesirini kolayca teşhis edebilirsiniz. Yapının duvarları fresklerle süslü ve giriş kapısının hemen üstündeki fresk Vatikan’daki San Pietro Katedrali içerisindeki Sistine Şapeli'nde bulunan Michalangelo’nun “Kıyamet Günü” freskini anımsatıyor. Kilise ile ilgili bizi alakadar eden bir hususu burada nakletmeliyim: Kilisenin bahçesinde bir adet “sözde soykırım anıtı” var. Yine aynı kilise kompleksi içerinde bir adet de aynı mevzu ile alakalı müze mevcut.
İran'ın en yaşanılası şehri: Isfahan
Isfahanı İran’da ziyaret ettiğim dört şehirden Tahran’ı bir kenara koyarsak en yaşanılası şehir olarak ifade edebilirim. Kentin sosyal imkânları diğer şehirlere mukayesen daha fazla.
Örneğin Şiraz’da oturacak restoran bulmakta dahi zorluk çektik. Şehrin cadde ve sokak düzenlemeleri gayet iyi. Isfahan’da yaşam sokakla iç içe. Gecenin geç saatlerine kadar insanlar Isfahan’ın köprülerinde yahut Culfa gibi lokasyonlarında zaman geçiriyorlar.
Ülkenin siyasal rejimi bağlamında kadınların konumuna ilişkin kanaatlerin (Kalıp yargılar demek daha uygun) hakikatle bir bağıntısı yok. İran’daki tüm şehirlerde olduğu gibi Isfahan’da da kadınlar toplumsal yaşamın her alanında varlar.
Mesela, gecenin ilerlemiş bir saatinde iki kadın Siesopol Köprüsü'ne bakan banklarda yanlarında erkek olmadan oturabiliyor ve onları kimse rahatsız etmiyor. Darısı bizim memleketimize diyor ve zihinlerimizi zapturapt altına alan kalıp yargılardan uzak durmanızı salık veriyorum. (Rejim güzellemesi yaptığım şeklinde bir sonuç çıkarılmasın lütfen! Bu vesileyle İran'da yaşadığım tek kötü vakayı sizlere nakletmek isterim: Culfa'da hemen önümde yürümekte olan bir kızı birkaç kadın kamu görevlisi durdurup çok sert ve hakaretamiz bir şekilde başörtüsünü doğru takması için ikaz ettiler. O an kendimi çok kötü hissettim hakikaten. Rejimin baskısı ve dayatmasından ötürü gençlerin birçoğunun dine karşı alerjili olduğunu da söylemeliyim)
Yine tüm İran’da olduğu gibi burada da kadın şoför sayısının fazlalığı dikkatinizi çekecektir.
Velhasıl kelam Isfahan bilhassa biz Türkler için kültür havzamızın ve bu havzanın tarihsel varoluşunun şuuruna varabilmemiz için mutlaka gezilip görülmesi gereken bir şehir. Şimdiden iyi seyahatler…