Bugün Güney Amerika turumuzun, adını yıllardır duyup merak ettiğim ama yine bir gün gideceğimi hayal bile edemediğim Patagonya bölümü başlıyor. İlk durağımız olan şehir oldukça heyecan verici, Arjantin ve Güney Amerika kıtasının en güneyine, dünyanın sonu (Fin del Mundo) dedikleri Ushuaia kentine gidiyoruz. Daha sonra ise heyecanla beklediğimiz “Buzullar” ve “Göller” Patagonyası var yolumuzu düşüreceğimiz…
Okyanus kıyısında bulunan Ushuaia, büyük yolcu gemilerinin turistlerin ilgisini çeken bir uğrak yeri ve Antarktika’dan önceki son limanları… Sahil şeridi, müzeleri, restoranları ve casino ile turistik bir şehir. Okyanus kıyısı olur da deniz mahsulü bol ve güzel olmaz mı? Mutlaka deniz mahsulleri, özellikle “king crab” yemenizi öneririm. Bir de bir kuyu etrafına kuzuların enteresan bir biçimde gerilip, çevrilerek pişirildiği et oldukça lezzetli.
Şehri kuşbakışı gören bir tepe noktada bulunan otelimize yerleşip hemen Darwin’in buradan geçtiği gemisinin adı olan Beagle Boğazı’nda tekne turuna çıkıyoruz. Güneşli ve güzel hava; muhteşem Olivia ve Escarpados Dağları’nı görmemize, kanaldaki adalarda ise deniz fenerini, ayı balıklarını ve albatros, comorant gibi çeşitli kuşları görmemize izin veriyor.
Ertesi gün dünyanın en güneyinde işleyen “dünyanın ucu tren”imiz bizi, Şili ve Arjantin arasında bölünmüş, 48,100 km² ve Horn Burnu ve Diego Ramirez Adalarını da içine alan Tierra del Fuego Adası içindeki Milli Park’a götürüyor. Milli Park; 1945 yılında kurulmuş olan ve 631 km²’lik bir alanı kaplayan, Güney Amerika’nın en güney ucunda yer alan bir doğal koruma alanı ve 2005 yılından beri de UNESCO’nun biosfer koruma alanı.
Atlas Okyanusu ile Büyük Okyanus’u birbirinden ayıran Milli Park bölgesi, Ateş Toprakları (Tierra del Fuego) Takım Adaları’nın en güneyinde ve yerleşim olmayan adalar ile küçük kayalıkları kapsayan tüm adalarını içeriyor. Magellan Boğazı, zorlu hava koşulları ve güçlü akıntıları nedeniyle sadece buharlı gemi geçişlerine imkân verdiği için Hornos Adası üzerindeki Horn Burnu, yelkenli ticari gemiler için Atlantik’ten Büyük Okyanus’a geçerken tek alternatif olmuş; ta ki 1914 yılına, Panama Kanalı’nın inşasına, kadar…
Park; tabiatı, denizin sürekli dövdüğü kayalıklı kıyıları, bulutların da ayrı bir güzellik verdiği gökyüzü ile çok güzel fotoğraflar veriyor biz gezginlere. Alakush Müzesi de yerli halkın yaşamları ile ilgili bilgi açısından güzel düzenlenmiş bir müze.
Öğleden sonra ise şehirdeki Deniz Müzesi ve meşhur hapishane ziyaretimiz var. 20. yüzyılın başlarında buraya yapılmış olan bu hapishane, bu şehrin kurulmasına neden olmuş ve ilk kasabalılar da mahkumlar olmuş. Müzedeki maket gemiler, denizciliğe ilgi duyanlar için oldukça enteresan. Hapishane ise aynen korunmuş ve müzeye dönüştürülmüş, bu şehre gidenlere her ikisi de görülmeli derim.
Biz bu şehirdeyken bizi çok mutlu eden, çok güzel bir rastlantı oldu. Maceralarını internetten takip ettiğimiz dostlarımız Osman Atasoy ve Sibel Karasu Çifti “Uzaklar” isimli tekneleri ile o bölgelerde bir yerlerde olmalıydı (22 Ekim 2008’de 14 metre boyundaki tekneleriyle Marmaris’ten yola çıkarak 28 Aralık’ta Cebelitarık Boğazı’nı geçip, bir ay sonra Kanarya Adaları’na ulaşıp, Brezilya, Arjantin, Horn Burnu, Şili, Peru, Panama Kanalı, Bermuda, Cebelitarık rotasında gerçekleştireceği 19,500 millik yolculuktan sonra Türkiye’ye dönmeyi planlamışlardı). Gerçekten de denize baktığımızda kırmızı bir teknede dalgalanan Türk bayrağını görünce heyecanlandık. Elbette onlar da bizi görünce çok mutlu oldular, birlikte güzel bir akşam yemeği yedik ama onların teknedeki imkânlarla elleriyle ünlü Buenos Aires etiyle yaptıkları müthiş pastırma en güzel mezemiz oldu. Biz Güney Amerika gezimizin yarısını tamamlamıştık ama dostlarımızın önünde uzun ve zorlu günler vardı. Elimizdeki tüm kuruyemiş, peynir, zeytin, lokum gibi yiyeceklerimizi kendilerine verdik, “rüzgarınız yeterli, pruvanız neta olsun” diyerek veda ettik. Güney Amerika’nın ucundaki Horn Burnu’nu dönüp Antarktika kıtasına giden ilk Türk yelkenlisi Uzaklar II, 22 bin mil süren deniz yolculuğunu tamamlayarak dört yıl süren yolculuktan sonra Türkiye’ye döndü. Onlar “Türk bayrağını Antarktika’ya diktiğimizde gurur duyduk” derken biz de onlarla gurur duyduk.
BUZULLARA AÇILAN KAPI - ŞİRİN KASABA EL CALAFATE
Arjantin Patagonyası’nın güney ormanlarından sonra buzullar Patagonyası’na, Santa Cruz Platosu’nda Arjantin Gölü’nün güneyindeki El-Calafate’ye gidiyoruz. Adını, Patagonya’da çok meşhur olan, sarı çiçekli ve “blueberry” meyveli küçük bir çalı olan (the calafate) bitkiden alan bu şirin şehir, buzulların ününün dünyaya yayılmasıyla (1940 yıllarında) gelişmiş; sokakları, çiçekleri ve çarşısı ile çok sevimli. Ushuaia’da bahsettiğim kuyu etrafında çevirerek et pişiren restoranlar burada da oldukça popüler, hatta kuyruk oluşuyor, mutlaka denemelisiniz.
Dünyanın en büyük buzullarının bulunduğu Arjantin göllerinde turumuz için gemimize binip buzullara doğru yolculuğa başlıyoruz. Yol üzerinde buzullardan kopan küçüklü büyüklü buz parçaları ve üzerindeki mavi, lacivert tonları bizi heyecanlandırmaya başlıyor. Ancak buzullar uzaktan görünmeye başladığı anda heyecanımız artıyor, kendimizi buzulların tam karşısında bulduğumuzda ve oldukça yaklaştığımızda ise muhteşem görüntü nefeslerimizi kesiyor. Büyük Okyanus’tan gelen bulutların And Dağları’na çok kuvvetli yağışlar bırakmasıyla sürekli büyüyen bu buzul, toplamda uzunluğu 60 km. olan kitle halinde günde 1 metre öne doğru sürüklenerek ilerliyor, ancak elbette sürekli kırılmalar olduğu için çok fazla ilerleyemiyor. Yine de her 4 yılda bir Argentino Gölü’nün bazı kollarını bloke edip su seviyesini yükseltiyor ve sonuçta buzulun ön kısmının tamamının parçalanmasıyla sonuçlanıyormuş.
Buzulun içindeki derin oyukların derinlerine doğru oluşan yarıklarda buzun rengi maviden müthiş bir laciverte doğru bir renk yelpazesi sergiliyor. Anlatması güç, sadece büyüleyici ve inanılmaz diyebilirim. Burada gördüğümüz en yüksek buzul 135 metreydi.
Ertesi gün UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde bulunan meşhur Perito Moreno Buzulları’nı görmeye gidiyor ve bu kez buzullara hem tekne turumuzda hem karadan oldukça yaklaşıyoruz. Milli parktaki platformlardan (Los Glaciares National Park) çok daha yakından, detaylı görme ve fotoğraflama şansımız oluyor. Zaman zaman yakaladığımız ufak kırılmaları ve muhteşem renkleri izlemek de çok keyifli anlar yaşatıyor bize.
Alaska gezi anılarımı yazarken (http://gezimanya.com/GeziNotlari/tabiat-harikasi-alaska) Kuzey buzullarından (Mendenhall ve Hubard Buzulları) bahsetmiş ve bu buzulların Arjantin buzulları kadar ihtişamlı olmadığından bahsetmiştim. Gerçekten de bu ihtişamlı ve muhteşem güzellikleri anlatmak, kelimelere dökmek güç… Güney Amerika’ya giderseniz Buzullar Patagonyası’nı mutlaka programınıza almalısınız, büyüleneceksiniz…