Batum'dan döneli 5 gün olmasına rağmen zihnimi zorluyorum hatırlamaya çalışıyorum -hayır bu Batum'un sabun köpüğü bir şehir olması değil- keşke diyorum biraz daha baksaydım dağlara taşlara, iyi yaşayamadım tadı damağımda kaldı diye kendime kızıyorum. Böyle bir şehir işte Batum, 5 gün sonrasında bile içindeymiş gibi hatırlamaya çalışıyor insan hatırasıyla tatmin olmuyor, birebir yaşamak canlı canlı hissetmek istiyor.
Batum'a karayoluyla gitmek isteyenlere arabayla gitmelerini hiç tavsiye etmem çünkü sınırda araçlar saatlerce beklerken bizler 15 liralık çıkış harcımızı ödedikten sonra yürüyerek geçiyoruz. O yüzden saatlerce bekleyecek otobüsünüze bay bay yaparak taksiye atlayıp Batum şehir merkezine gidebilirsiniz. Old Town'da bulunan otelimize 10 lari (15 lira) ödeyerek ulaştık.
Bütün gezilerimde Old Town'da konuşlanan otelleri tercih etme nedenim şehirlerin yürüyerek keşfedileceğini düşünmem. Otelimiz merkezde, balkonundan Batum'un karlı dağlarını ve Batum'da yer alan iki camiden biri olan Orta Camii'nin minaresini gördüğümüz temiz ve güzel bir otel olan Old Town Otel. Çalışanlarının Türkçe bilmesi de bizim için bir avantaj çünkü Gürcüler İngilizce konusunda biraz yetersiz kalıyor. Yol sorduğumuz Batumlular tarif edemedikleri için gitmek istediğimiz yerlere bizimle gelerek eşlik edip sonra dönecek kadar da kibar insanlar... Eşyalarımızı otele bıraktıktan sonra şehri keşfetmeye koyulduk. Otelimize yakın olması sebebiyle önce Piazza Meydanı'nda biraz dolaştık.
Meydanın tam karşısında St. Nickolas Church bulunuyor. Bu küçük kilise ayak bastığımız an çanlarını çalmaya başlayarak bizi içeri davet etti. İçinde ibadet devam ettiği için çok fazla kalmamış olsak da yenilenen bir şehir olması sebebiyle Batum'un simgelerinden sayılabilecek tarihi güzellikle bir yapı. Daha sonra turumuza yürüyerek devam ettik. Zaten Old Town'ın içinde kafanızı nereye kaldırsanız Piazza Meydanı'nın yer alan kilisenin kubbelerini görmek mümkün, otelimiz de buraya yakın olduğu için kaybolmamız imkansız.
Sahilden iç taraflara doğru yürüdükçe şehrin bürokratik binalarını geçiyoruz birer birer Maritime Academy, Üniversite, Opera Binası gibi... Üniversitenin tam karşısında Nurigeli Gölü'nün çevrelediği bir park bulunuyor ki bu küçük şehrin kaçış mekanı.
Kış mevsimi olmasına rağmen sevgililer etrafında oturmuş, bazı gençler ise müzik çalıyor. Burada gezerken düşünmeden edemiyorum Batum'un neresi kumar ve gecelik kaçamak şehri bildiğin aşk şehri burası... Parkta oturup biraz dinleniyoruz bakıyorum etrafa uzun uzun, döndüğüm zaman uzun süre saklamak için görüntüleri... Sınırlı gün burada olduğumuz için fazla kaptırmıyoruz kendimizi manzaranın güzelliğine ve huzura, keşfetmeye devam. İlginç yapılar şehri Batum, yılların kapitalist Mc Donalds'ı bile ona uyum sağlamış çok farklı bir mimariye sahip. Batum'un meşhur ters restoranı Beyaz Restaran gibi Mc Donalds da ters bir biçimde yapılmış karşısındaki Çin restorantı da Japon mimariden esinlenmiş bahçesi, çiçekleri ve değirmenlerin içinde yer alıyor. Restoranlar bile tek tip sıra sıra dizilmemiş. Gelişmeye çalışırken özgün olmaya da çabalayan bir kent Batum.
Keşfetme iştahıyla gezerken acıktığımızın farkına varmamız biraz zaman almıştı bu arada. Batum'da ne yenir diye düşünürken gelmeden önce dersime çalışmam olmam sebebiyle Gürcülerin meşhur pidesi Haçapuri yemeden dönmek olmaz dedik. Otelimize yakın olan bir restoranta rastgele giriyoruz ve benim bayıldığım kuzenimin tuzlu olması nedeniyle yerken zorlandığı iki büyük Haçapuri ve iki büyük çaya 30 lari ödeyip çıkıyoruz.
Bu arada çok yakın bir mesafe olmasına rağmen Batum saati Türk saatine göre 2 saat ileri bu nedenle akşam olmak üzere.. Bir şehri yaşamak için hem gündüzünü hem gecesini yaşamak gerek diyerek Batum sokaklarında gezmeye başlıyoruz sokaklar bomboş, ölü sezon olmasından mıdır, yoksa Batum hakkında Türklerin uydurduğu şehir efsanelerinden midir bilmiyorum ama ne gece hayatı var ne de gece hayatından en ufak bir iz. Divan Pub'a gidiyoruz ki bizden başka sadece 4 kişi var. Burada da biraz zaman geçirdikten sonra otelimize gitmeye karar veriyoruz malum Aralık sonu günler kısa yarın erkenden kalkıp keşfe çıkmak lazım..
Batum'daki ikinci ve son günümüzde önce kahvaltı yapmak için otelimizin terasına çıkıyoruz burada nefes kesen bir manzara var çünkü tamamen camdan yapılmış teras aynı zamanda roof bar olarak kullanılmaktaymış.
Aralık sonu otelde bizden başka kimse yok uzun uzun kahvaltı edip fotoğraf çekip güzel manzaraya karşı birer bardak kahvemizi de içtikten sonra 108,7 hektarlık alanıyla dünyanın en büyük botanik bahçelerinden biri olan Batum Botanik Parkı'na doğru yola çıkıyoruz. Bu mevsimde bile capcanlı ve çok güzel biraz soğuk olsa da parkın içinde gezdiren akülü arabalara binmek yerine yürümeyi tercih ediyoruz. Parka giriş 8 lari yaklaşık olarak 12 lira falan. Botanik Parkın içinde yer alan bütün ağaçların üstünde adları ve hangi bölgelerde yetiştiği de yazıyor.
Hem Botanik Park dediysek sadece yeşillik olarak da düşünmemek lazım burası içinden tren yolunun da geçtiği denize de kıyısı olan ama doğallığı bozan hiç bir yapının bulunmadığı insanın bir yatak yatıp uzun uzun keyif yapmak isteyeceği bir doğal yaşam parkı.
Tam tur yaptığınız zaman girişe geldiğiniz bu parktan sonra tekrar Batum şehir merkezine doğru geçiyoruz.
Yolumuzun üstünde yer alan teleferikle gidiş dönüş iki tur atmak Batum'da yaptığımız en güzel şeylerden biri oluyor.
Kuş bakışı şehrin hem eski hem yeni yapılarını görüyor, mezarlıkları hakkında bile bir fikir sahibi oluyoruz.
Gidiş saati de yaklaşıyor dün sahil şeridinde o kadar yürümemize rağmenAli ve Nino heykelini göremeden gitmek içimde bir burukluk oluşturuyor derken Batum'un simge yapılarından biri olan dönme dolapla yan yana olarak karşımıza çıkıyor. Kurban Said'in baş yapıtı sayılan Ali ve Nino romanından esinlenerek yapılan bu temsili aşk anıtı Gürcü Nino ile Türk Ali'nin temsili aşkı anısına yapılmış. Belirli süreler içinde Ali ve Nino içiçe geçip ayrılıyorlar. Neyse ki biz gittiğimiz zaman beraberdiler de dünya gözüyle sevenleri ayrı göremedik.
Bu hüzünlü aşk hikayesiyle beraber Batum'a veda ederken hala aynı fikrimdeyim Batum gerçekten aşk şehri çünkü insan burada yaşadıklarını unutmak değil uzun uzun sevdikleriyle konuşmak istiyor Gürcüler her tarafa aşkı anımsatan heykeller anıtlar dikmişken burayı kumarhane ve kadın cenneti olarak görmek büyük bir haksızlık.
Gecelik kaçamakları ve oynanan kumarları unutmaktansa güzellikleri hakkında uzun uzun konuşmak lazım bana göre...
Otobüse binmek için havaalanının karşısındaki benzinlikten Trabzon otobüsü buluyoruz ve Sarp sınırına doğru yol alıyoruz. 10 dakikalık yol boyunca şoförümüz de Gürcü polisinin gereksiz prosedürlerinden ve uzun süren bekletmelerinden bahsediyor ki haklı olduğunu yürüyerek sınırı geçme sonrası anlıyoruz Sarp Sınır Camii'nin önünde tam 50 dakika otobüsümüzün gelmesini bekliyoruz. Bu nedenle karayolunu tercih eden gezginlerin sınırdan sonra bir otobüse bağlanmak yerine Artvin Hopa'ya giden minibüslere binmeyi tercih etmeleri daha isabetli olacaktır.
Böylelikle dönüş yolunda uzun süreli yolculukların biletini almayıp sınıra taksiyle gittikten sonra gidecekleri yere ulaşmaları daha kısa sürecektir. Otobüsümüze nihayet ulaştıktan sonra 3 saatlik yağmurlu bir yolculuk sonrası Trabzon'a ulaşıyoruz. Benden geriye kalanlar ise Batum'a bir de yazın gelip uzun kumsallarda denize girmek isteği...