Eskişehir’den Yüksek Hızlı Tren ile başladı yolculuğumuz. Anadolu Selçuklu Devleti başkenti, Likaonyalılar, Hititler, Romalılar gibi sayısızca medeniyetleri ağırlamış Konya’nın, 2016 yılında alınan verilere göre nüfusu 2.161.303, yüzölçümü 40.838 km². Yani nüfus yoğunluğu çok az. Siz de bu şehirde bizzat bulunduğunuz zaman fazla olmayan nüfus yoğunluğunu hemen fark edeceksiniz. Kalabalık olmaması sayesinde çok uzun yıllar öncesinden gelen o ruhani havasını iyice içinize çekip manevi huzura erişme fırsatı bulacaksınız. Ayrıca; az olan nüfus yoğunluğu ile birlikte, geniş ve düzlük ovada kurulmuş olmasının avantajıyla yapılmış olan geniş yollardan faydalanarak yüzyıllar öncesine ait tarihi izler taşıyan yapıları gezme kolaylığına da sahip oluyorsunuz.
Konya MÖ 7000'li yıllardan bu yana çok sayıda medeniyete ev sahipliği yapmış, dolayısıyla Türk medeniyetinin en eski eserlerini görebileceğiniz şehirlerimizden biri. Buranın sokaklarında kaybolarak gezmek açık hava müzesinde geziyormuş hissi veriyor insana. Karatay, Selçuklu ve Meram üç büyük merkez ilçesi. Karatay ilçesinden başlıyoruz gezimize.
Daha evvel birkaç kez gittiğim Konya’ya bu gidişimde, daha ziyade bir gezgin bakış açısıyla inceledim her şeyi. Bu yazımı -en azından benim nazarımda- şehre anlam katan mekânlar hakkında bilgi paylaşımı yapmak ve iki gününü bu şehre ayıran bir gezginin ulaşabileceği yerleri es geçmeden görebilmesine fayda sağlamak amacıyla yazmak istedim.
Şehri özümseyerek gezebilmeniz için başlangıç noktasını iyi belirlemek çok önemli. Beş arkadaşımı da dâhil ettiğim bu organizasyonumuz tramvay güzergâhında bulunan “Mevlana Kültür Merkezi’ne” yakın bir otelde başladı. Sonrasında eşyalarımızı bırakıp kendimizi şehre attık.
BAYRAKLI YOL
Aslanlı Kışla Caddesi boyunca ilerleyip sol tarafta İstiklal Şehitleri Abidesi’ni gördük. Şu ana kadar kurulmuş olan 16 Türk devletinin bayrakları ile karşı tarafında da 16 adet Türkiye Cumhuriyeti bayrağını göreceğiniz Bayraklı Yol'a geldik.
Şehitliğin içerisinde çok özenli işlenmiş kapılar, çini parçalar, avlu ve şehitlerin isimlerinin yazılı olduğu panolar haricinde bir de müze bulunmakta. Bu müzede Kurtuluş Savaşı öncesi ve sonrası halkın yaşamı maketler ile betimlenmiş.
6 arkadaş bu yapıdan çıkıp yol boyunca devam ettiğimizde “Üçler Mezarlığı’nın” ana giriş kapısına geldik.
ÜÇLER MEZARLIĞI
1099 yılında Haçlı Seferleri sırasında Konya Kalesi’ni kuşatan Haçlılara karşı mücadele veren üç komutanın nişanlıları, düşmanla mücadele eden sevdiklerine su götürürken ok yağmuruna tutulmaları sonucu ölmüşler. Üçler Mezarlığı denilen yere bu üç genç kızın ismi verilmiş. Muazzam büyüklük ve güzellikte olan bu mezarlığı gezdikten sonra hemen karşısında bulunan Mevlana Celalettin Rum-i ve ailesinin kabirlerinin olduğu, Selçuklu döneminde sarayın gül bahçesi iken Sultan Alâeddin Keykubat tarafından Mevlana’nın babasına hediye edilmiş ve Mevlevilerin huşu ile zikir ettikleri Mevlevi dergâhı haline gelmiş. Günümüzde ise "Gel, gel, ne olursan ol, gel” sözü ile tüm dünyaya nam salmış olan “Hz. Mevlana Müzesi’ne” dervişane kapısından giriyoruz.
HZ. MEVLANA
Hz. Mevlana’nın 7 öğüdü aklıma geliyor. Sonuncusu “Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol” sözü ile Mevlana Türbesi avlusuna adım atıyorum. Avlusundaki Şeb-i Arus çeşmesinden su içip huzur buluyorum. Derviş Hücreleri, Matbah ve Hürrem Paşa Türbesi, Sinan Paşa, Fatma Hatun ve Hasan Paşa Türbeleri, Semahane ve Mescit bölümleri ile Mevlâna ve aile fertlerinin mezarlarının da içerisinde bulunduğu ana binayı geziyoruz. Mevlana Müzesi’nden Mevlana Meydanı’na çıktığımızda bizi “Selimiye Camii” karşılıyor.
Sağ tarafımızda Alâeddin Camii’ni gördükten sonra Mevlana caddesinden karşıya geçip çarşıya girdik. Biraz ileride bulunan “Aziziye Camii”, minareleri, kubbesi ve mimari yapısıyla ilgimi çekti. Pencereleri kapısından büyükmüş gerçekten.
AZİZİYE CAMİİ
Bu camiyi de ziyaret ettikten sonra Mevlana caddesini takip ederek sağ tarafta 1336 yılında inşa edilmiş “Şerafettin Camii’ni” gezdik. Meşhur “Mahkeme Hamamı’nı” da görüp önünde satılan hediyelik Konya şekerleri ve Mevlana figürlü objelere göz gezdirip Şerafettin caddesine geçerek Mevlana Hazretleri’nin, adına “Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun, etme. Başka bir yar, başka bir dosta meylediyorsun, etme.” dizelerini yazdığı “Şems-i Tebriz’i Hazretleri'nin Camii ve Türbesi’ni” ziyaret ettik.
Sonra acıktık tabii. Konya’nın yöresel lezzetlerinin tadına bakmadan olur mu hiç? Çeşit çeşit Konya şekerleri yedikten sonra çok da iştahımız olmadığı için bamya çorbası içmek yetti. Aynı yoldan geri dönüp “Mevlevi Sofrası” isimli restoranda dervişlerin gezdiği bahçeyi gören manzara eşliğinde içtik çorbamızı.
MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ
Yemekten sonra saat 19.00’da başlayacak olan Sema törenini izlemek üzere törenlerin gerçekleştirildiği sergi salonu, 2 büyük salon ve 1 açık salondan oluşan “Mevlana Kültür Merkezi’ne” gittik. 13. yüzyıldan bu yana naat, ney taksimi, peşrev, Devr-i Veledî ve dört selâm bölümünden oluşan ve mistik anlamlar içeren bu Mevleviliğe has seremoniyi, 2.670 kişi kapasiteli sema salonunda izledik.
Sonrasında sergi alanındaki stantlarda satılan objeleri detaylı bir şekilde inceleyip dinlenmek üzere Kültür Merkezi'nin hemen karşısındaki otelimize gittik.
TROPİKAL KELEBEKLER BAHÇESİ
İkinci gün 09.00 sularında otelden ayrılıp bir taksi ile şehir dışında kalan bölgeleri gezmek amacıyla anlaştık. Siz araba kiralama yöntemini de seçebilirsiniz. Bir veya iki kişiyseniz toplu ulaşım da büyük kolaylık sağlayacaktır. Taksi şoförünün rehberliği eşliğinde gittiğimiz ilk nokta Avrupa’da en büyük ve Türkiye’de ilk olan Tropikal Kelebekler Bahçesi. Konya’da ruhani bir atmosfer diyordum ya, Kelebekler Bahçesi’ne girdiğimde de ayrı bir dünya ile karşı karşıya kaldık. Doğanın insanoğluna sunduğu bu tabiat güzelliğini Konya’da yaratmayı aklına getiren her kimse inanılmaz katkı sağlamış bu şehre.
Tam bir botanik bahçesi burası. Kelebek ve böcek çeşitlerinin yer aldığı bu alanda başka âlemlere daldım adeta. Blue Morpho türünde bir kelebeğin bana karşı yaklaşımı sevincimin doruk noktası oldu.
SİLLE
Sonraki durağımız antik dönemlerde Syla olarak bilinen, Selçukluların Konya bölgesinde hâkimiyetini artırmasıyla bu bölgeye yerleşen Rum halkının yaşadığı köy olan Sille oldu.
O dönemlerde ticaret yolları üzerinde bulunan bir yer olması sebebiyle önemli bir yere sahip burası. Sille’nin tarihî dokusu, gözleme kokusu, ortasından geçen kanal, etrafındaki kayalara oyulmuş mağaralar, Gevela Kalesi derken Büyük Konstantin’in annesi Helene (İlk Hristiyan aristokrat) tarafından inşa ettirilen Aya Eleni Kilisesi’ne vardık. Bu arada Ortadoks kiliselerinde org olmadığını ilk kez orada öğrendim.
İNCE MİNARELİ MEDRESE
Sille Köyü’nden sonra Atatürk Caddesi’nde inip halkın yoğun olarak bulunduğu sokaklardan geçerek Alaêddin Bulvarı’nda ilerlemeye devam ettik. Alaêddin Tepesi’ni çevreleyen Alaêddin Bulvarı, şehrin kalbi diyebilirim. Bulvar boyunca yürüyerek canlılığı keşfetmek mümkün. Bu bölgede ilk durağımız 13. yüzyılda yapılan ve eskiden medrese olan İnce Minareli Medrese oluyor. Medresenin minaresinin üst kısmı o vakitlerde yıldırım düşmesi sonucu yıkılmış. Günümüzde de o yıkılmış halde durmaya devam ediyor. İçerisi müze halinde getirilmiş, birçok kitabe sergilenmekte. Dışarıda da mermerden yapılmış lahitler var.
Bulvar üzerinde dümdüz devam ettiğimizde 1251 yılında Selçuklu Emiri Celalettin Karatay tarafından yaptırılan Karatay Medresesi’ne ulaştık. Kubbesine baktığınızda göreceğiniz muazzam çini işlemesinden Anadolu Selçuklu döneminde çini sanatının gücünü görebilirsiniz. Kubbede bulunan küçük camlar da çok ilginç. Müzede sergilenen eserler Selçuklu haricinde Osmanlı döneminin çinilerini de kapsıyor. Bir odasında da Celalettin Karatay’ın mumyalanmış naaşı bulunmakta. 1955 yılında Çini Eserler Müzesi olmuş. Müzenin ortasındaki havuzda kış aylarında ateş yakıldığı söylenmekte. Bu muhteşem eser 1955’den beri Karatay Çini Eserleri Müzesi olarak kullanılmaktaymış.
ALÂEDDİN CAMİİ
Karatay Müzesi’nin karşısında Alâedin Tepesi'nde bulunan çay bahçeleri ile yorgunluğunuzu atmanız mümkün. Şehrin göbeğinde çuval çuval toplanarak getirilmiş topraklardan oluşan bu yapay tepede bulunan “Alâeddin Camii’ni” gezdik. Selçuklu mimarisini yansıtan bu muntazam olmayan yapı içerisinde birçok sütun görünce burası bana o ana dek gördüğüm tüm camilerden farklı geldi. Enteresan bir havası var burasının. Sanki alıp sizi o dönemlere götürüyor.
Mevlana Caddesi boyunca meydana ilerleyip 8 sütun üzerine yapılmış ses akustiği ile ünlü şadırvanı olan İplikçi Camii’ni gördük.
Sonrasında yeni açılmış “Nezih Konya Mutfağı” isimli bir restorana girdik.
Bamya çorbası haricinde etli ekmek, Mevlana pidesi, bıçak arası, höşmerim burada yiyebileceğiniz lezzetler arasında yer alıyor.
Konya’ya gitmişken Konya Bedesten Çarşısı'nı unutmak olmaz. Bu şehirdeki son saatimizi tabii ki alışverişe ayırdık. Konya Bedesten Çarşısı etrafında birçok hediyelik eşya dükkânı var. Oralardan Konya’yı hatırlatan ufak objelerden birkaç tane aldım ve son olarak kalbimi bu mistik şehirde bırakarak ayrıldım...