Hissettiklerimi yaşadıklarımı yazmayı çok sevmeme rağmen uzun aradan sonra cesaret edip Gezimanya sitesi okurları için fırsat buldum. Özel Sektör çalışanı herkesin olduğu gibi benimde İş Kanunu çerçevesinde sahip olduğum bir izin hakkım bulunmakta. Üniversite döneminden beri bende var olan ancak o dönemlerde gerek maddi gerekse başka nedenler ile fırsat bulamadığım bendeki bu yeni yerler görme, yeni kültürler tanıma arzusunu ancak birkaç yıldır gidermeye çalışıyorum. Neyse… buraya kadar bahsettiklerim başlı başına bir hikaye. Ben asıl konuma dönüp ikinci kez gittiğim Selanik'i kendi hislerim ve gözlemlerim ile aktarmaya çalışayım.
Dünya literatürüne Thessaloniki adıyla yerleşen Selanik ile ilk kez tanışmam günübirlik uğranan bir Balkan Turu sayesinde olmuştu. Kısa bir günde amacım Mustafa Kemal Atatürk’ün doğmuş olduğu, ağlama seslerinin, oyun sevinçlerinin yankılandığı, nefesinin saklı kaldığı bu güzide evin manevi havasını solumak ve atamızı yad etmekti. Sonrasında da otobüs ile panoramik kısa bir şehir turu yapmış ve ardından, İzmir’imizin Kordon boyuna benzettiğim sahilinde tamamen vatanımdaymışım hissine kapılarak küçük bir yürüyüş ile günümüzü noktalayıp bu şehirden ayrılmıştık.
İkinci kez Selanik’i görüşüm ise, Avrupa’da gece hayatının, eğlencenin popüler olduğu kentlerden biri olduğunu duyup yakın bir ülkede yılbaşı tatilimi geçirmek istemem ile oldu. Her zaman şöyle düşünürüm: dört mevsimiyle gecesi, gündüzüyle bir yeri tanımanız daha doğru fikirler elde etmenizi sağlar. Kışı ile de Selanik nasılmış? Göreyim dedim…
Bu gezimde bana her anlamda uyum sağlayan ve şehri 2 günde ne kadar ve nasıl gezebileceğimiz konusundaki planımda bana çok güvenen bir arkadaşım ile yola çıktık. İki gün ve -bir gecesi yılbaşı gecesi olmak üzere- 2 gecemizi nasıl geçirdiğimizi gidecekler için yol gösterici olması, gidemeyenler için gitmiş kadar canlı olması umuduyla,elimden geldiğince anlatmaya çalışacağım.
İstanbul’dan yola çıkarak yaklaşık 11-12 saatlik bir otobüs yolculuğunun yorgunluğunu ciddiye almadan bu şehirde ilk ziyaret etmemiz gereken yerin bulunduğu, Apostolou Pavlou Caddesi'ne doğru yol aldık. Ulu Önderimiz Atatürk’ün evini ziyaretle başladı tatilimiz. Müze haline getirilmiş evin içi, bahçesinde Ali Rıza Bey’in diktiği yapraklarını dökmüş nar ağacı ile maneviyatımızı besledikten sonra etrafında yer alan dükkânlardan İzmirli Türk bir bayanın işletmeciliğini yaptığı hediyelik eşya dükkanında aldık soluğu. En önemli yer olan bu mekânın kokusunu taşıyan ufak da olsa bir şeyler almalıydık kendimize ve sevdiklerimize… İlave olarak; Atatürk’ün doğumunun 100. Yılında ATO tarafından yapılan bir kopyasının olduğunu da söylemem gerek.
Atatürk Müzesinden sonra çok kısa bir yürüyüş ile Bizans döneminde şehrin koruyucusu olarak bilinen ve şehit olduğu kabul edilen Aziz Dimitri’ye adanmış, 2. Beyazıt döneminde de “Kasimiye Camisi” olarak kullanılmış Ortodoks ibadethanesi Aya Dimitri Kilisesi’ne ulaştık. Bizans döneminden bu yana korunan bu ibadethanede yapılan bir ayini izlediğimde tüm dinlerin ortak noktada birleştiğine bir kez daha kanaat getirdim.
Aya Dimitri Kilisesi'nden sonra havanın kararmaya başlaması, aç olmamız yavaş yavaş dinlenme ihtiyacımızı hissettirmeye başlamıştı. Otobüsle otelimize transferimiz gerçekleştirilmeden önce açlığımızı gidermek amacıyla şehir merkezine doğru yol alırken, yol kenarlarında o bölgede yaşanan trafik kazalarında hayatlarını kaybedenleri anmak, onlar için dua etmek amacıyla yapılmış, aşağıda resmini gördüğünüz (ki bu en büyüklerinden sayılır) küçük şapeller de çok ilgi çekiciydi.
Aristoteles Meydanı'na sahil tarafından girdiğimizde yeni yıl için yapılan hazırlıklar ile karşılaştık. Her yerde bir hareketlilik, süsler, alışveriş yapan insanlar v.s. Burasının gecesini mutlaka görmeliyim diye geçirdim içimden. Selanik’te ayaküstü yiyebileceğimiz lezzetlerinin satıldığı yerler aradık dümdüz yürüyerek. Sahile paralel Tsimiski caddesine geldiğimizde Terkenlis isimli, 1948'de faaliyete başlamış, atıştırmalık pasta-börek tatlı türevlerini bulabileceğiniz bir yer olan kafede mola verdik. Egnatia caddesine doğru dükkânlara gire çıka ilerledik. Bir de baktık ki bir pazara gelmişiz. Et, balık ağırlıklı kurutulmuş meyvenin de satıldığı Modiano pazarına uğradık.
Otelimize yerleştikten sonra ilk gecemizi Selanik sokaklarının karanlığa bürünmesiyle oluşan görüntüleri keşfetmeye ayırmıştım. Bu sebeple karanlık çökünce biz yine Aristoteles meydanındaydık. Gençlerin yoğun olarak tercih ettiği mekanlar ile dolu bu meydan, ışıltısıyla cezbediyordu insanı. Nuh’un Gemisi'ni sembolize eden gemi maketi, bir sonraki gece için yapılmış sahne ve etrafında çalışma yapmaya başlamış müzisyenler, ….
Veee Ladadika …. Selanik’in meşhur eğlence hayatının merkezi sayılan yer… Canlı müzik eşliğinde Yunanistan’ın meşhur lezzetlerinin tadına bakıp eğlenebilirsiniz burada…
Sahil boyunca yürüyüp bir sonraki gün içine gireceğimiz Beyaz Kule'nin yanından geçtik.
İkinci gün ilk iş olarak yılbaşı süsleri ve oyuncaklarının satıldığı muazzam büyüklükteki Jumbo mağazasına girdik ama çok zor çıktık.Sonra 1912 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılan Beyaz Kule'de aldık soluğu. 3'er Euro verip merdivenlerinden döne döne, bazen de belli aralıklarla, müze haline çevrilmiş odalarda mola vere vere, şehri panoramik izleyebileceğimiz kulenin tepesine çıktık. Denize doğru baktığımızda kenarda bekleyen ve ücretsiz olarak kısa bir sahil turu yaptıran tekne diğer tarafa baktığımızda da Selanik Şehri, döner kule, fuar alanı, tiyatro binası… Yukarıya çıkmak o gün ki şehir içi gezi planımın kafamda daha netleşmesini sağladı.
Selanik’ in çoğu yerini gezmeden dönmem diyorsanız, Beyaz Kule'den birbirine paralel uzanan Nikis, Tsimiski ve Egnatia Caddeleri'ni baştan başa yürüyün, hemen hemen geziniz tamamlanmış sayılır. Görülmesi gereken çoğu eser bu caddeler veya caddelerin bağlandığı ara sokaklar üzerinde bulunmakta. Biz de Beyaz Kule'den kuzeye doğru yürüyüp Tsimiski üzerinden kısa bir süre yürürken Pontus Rum Cemiyeti'nin cadde kenarında tulum, horon eşliğinde ilerlemesini izlerken ne kadar yakın kültürlerden olduğumuzu bir kez daha anlamış oldum.
Tsimiski de pahalı markaların bulunduğu caddede alışveriş yapmak gibi bir niyetim olmadığı için rotayı hemen paralelindeki Egnatia caddesine çevirdim. Gençlerin, kafelerin bulunduğu Kamara Meydanı’ndan geçip Galerius Kemeri'nin kalıntılarını gördük. Sonra da hemen yanında bulunan 300 yıllarında yapılmış, Osmanlı döneminde Sultan Hortaç Camii olarak , Bizans döneminde ise kilise olarak kullanılmış Yorgo Rotundasını ziyaret ettik.
Egnatia Caddesi'nden Tsimiski caddesine doğru çapraz şekilde yürüyerek İstanbul’dakinin bir kopyası olan 7. yüzyılda yapılmış, Osmanlı döneminde cami olarak kullanılmış Aya Sofya Kilisesi'ne ulaştık. Saat 17:00'de açılacağı için içini gezme şansımız olamadı maalesef. Bu katedrali ziyaret için sabah erken saatlerde veya akşam saatlerinde orayı ziyaret etmenizi öneririm.
Aya Sofya Kilisesi'nin ardından denizin kokusunu takip ederek sahile çıktık. Sahil boyunca Beyaz Kale'ye doğru yürüyerek başladığımız noktaya geri geldik. Burada ki otobüs durağında beklerseniz belli saatlerde hareket eden şehir içi gezi otobüslerine binip kısa bir tur yaparak da bu güzel şehir hakkında az da olsa bilgi edinebilirsiniz. Yazdıklarımın hayal dünyanız ile birleşip sizi bu güzel şehri görmeye gitmeye sevk etmesi dileğiyle….Başka şehirlerde buluşmak üzere hoşça kalın.