Ölüm Kokan Şehir: Varanasi

Aklınıza gelebilecek en kötü yaşayışları hayal edin. İşte burada ondan daha fazlası var. Burası Hindistan.

Belki hayatınızda 26 saat kara yolculuğu yapmışsınızdır ama bizim yaptığımız şartlar altında yapmadığınıza bahse girerim. 70’li yılların otobüsünde, daracık koltuklar, istif halinde üstü başı kokan insanlarla, camları kırık, yolların kötü olmasından dolayı 10 dakikadan fazla aralıksız uyuyamadığınız, sürekli dik oturmak zorunda olduğunuz ve muzdan başka bir şey yiyemediğiniz bir yolculuktu bu.

10 saatlik zorlu bir kara yolculuğundan sonra sınır kapısına geldiğimiz haberi ile karanlıkta kendimizi aşağı attık. Nepal’den çıkış yapıp Hindistan’a geçirecek kişiyi Otel Budha’da bulacaktık. İndiğimiz yerdeki bilet gişesi haricinde hiçbir yerde ışık yoktu. Bize tarif edilen oteli nerede bulacağımızı bilmezken bilet gişesine sorduk, adam İngilizce bilmiyordu ve otel adını duyunca eli ile arkalarda bir yeri gösterdi. Sonra biz de sırtımızda çantalar karanlığa daldık.

Az ileride karanlıkta tezgah başında bekleyen bir yaşlı kadın görüp ona otel adını söyledik ve o da bize yandaki duvardan atlamamız gerektiği gibi bir işaret yaptı. O duvardan da atlayarak cep telefonu ışıklarında hiç bilmediğimiz yerlerde hiç bilmediğimiz bir otel tabelası arıyorduk. Bir süre sonra amacımıza ulaşabildik ve cep telefonu tuttuğum binanın yanında “Otel Budha” yazıyordu. Kapıyı defalarca çalmama karşılık içeriden bana hiç anlamadığım bir dilde bağıran ve bir türlü kapıyı açmayan kadın sesi geliyordu.

Ben de yılmadan kapıyı çaldım ve sonunda daha başka bir kapı açıldı ve bir erkek bizi içeri aldı. Elektrikler kesik olduğu için buraların zifiri karanlık olduğu anlaşıldı ve bizi alacak “Mr. Bablu” yarım saat sonra geldi. Bize üç tekerli rikşalar ile sınırı geçeceğimizi 4 kilometre sonra kendisinin Hindistan tarafında bizi bekleyeceğini söyledi.

Hava yeni yeni aydınlanmaya başladığında biz üç tekerlekli bisikletlerle önce Nepal çıkışına geldik, sonra Hindistan girişine. Hayalini kurduğumuz sınır kapısı ise çok şaşırtıcıydı, çünkü kapı falan yoktu. Nepal ve Hindistanlıların elini kolunu sallayarak girip çıktığı, ama biz turistlerin çantalarının en ince ayrıntısına kadar bir asker tarafından keyfi olarak arandığı bir yer burası. Çantamızdaki her şeyi boşalttırıp öylesine bir göz gezdirmesi bu sınır kapısını bizim için sinir kapısı haline getirdi. Hindistan girişinde pasaport onayından sonra gerek insanların davranışları gerekse gördüğümüz insan manzaraları başka bir diyara geldiğimizi hemen belli etti her ne kadar kapı olmasa da… Hindistan pasaport memurunun bana form verirken yüksek sesli bir gaz çıkarması ve istifini bozmamasından farklı bir ülkede olduğumuzu hemen anladım. İnsanlara ve yaşam biçimine baktığınızda sanki o sınır kapısında görmediğiniz şeffaf bir cam var.

Rikşalarla 1 kilometre daha gittikten sonra ben ödemelerini yapıyordum ki Ayhan Hocam ve Resul Abi'nin hareket etmekte olan bir otobüse bindiklerini ve acele ile beni çağırdıklarını gördüm ve otobüs giderken ben de atladım. Ama yine bir terslik vardı çünkü biz Mr. Bablu’yu bekleyecek ve saat 08.00’de hareket edecektik. Otobüsün muavini kılığındaki kişi bizden biletimizi istedi ve ona biletimizi verdim. Sonra bizim çantalarımız için ek ücret ödememiz gerektiğini söyledi. Biz de ücreti Nepal’de ödediğimizi ve yeni bir ücret ödemeyeceğimizi söyledik. Bize bir süre bağırdı ve sonra bizim biletimiz ile birlikte otobüsten atladı, gitti.

Bir süre sonra otobüsün bizim otobüs olmadığını ve bu otobüsün Varanasi’ye değil Gorakhpur’a gittiğini öğrendik. Yani dakika bir, gol bir… Gidiş rotamızın biraz daha kuzeyinde olan bu yere gelene kadar yolda gördüklerimiz bizi fazlasıyla şaşırttı. Çırılçıplak ve çöplük içinde sokakta yatan insanlar, her yerleşim yeri içinde insanlardan daha özgür dolaşan inekler, ulu orta tuvaletini sokakta yapanlar, dokunmaya dahi çekineceğiniz derecede pislikten geçilmeyen seyyar satıcı tezgahları, trafik kuralının olmadığı dar ve kötü yollar…

Temizlikten bi haber insanlar neden beyaz uzun kıyafetler giyerler? Bunu sormak bir türlü mümkün olmadı. Sanırım Özdemir Asaf’ın renkleri kirletme yarışında birinciliği beyaza verdiğinden haberleri yok ya da beyaz ötesi reklamları buralara halen gelmediği için adamlar günden güne renk değiştiren kıyafetlerden hoşlanıyorlar.

İndiğimiz yerde İngilizce bilen neredeyse tek bir insan bile yok. 850 farklı dilin olduğu ve 22 tane resmi dilin bulunduğu bu ülkede İngilizce’nin resmi dillerden birisi olmadığını düşündüğümüzde normal olan bu olsa gerek. Bundan sonra Hindistan kitabımdan belli başlı Hintçe kelimeleri ezberlemeye karar verdim. Bu durumda biz de sadece gideceğimiz yerin adını söyleyerek otobüsü bulabildik. Otobüsü gördüğümüzde önümüzde çok zorlu bir yolculuğun daha olduğunu anladık. İki kişilik yere sıkıştırılmış üçlü koltuklarda dik oturmak zorundasınız ve kesinlikle kafanızı koyacak bir yer yok. Yolun sonuna doğru Resul Abi’nin “belim koptu” serzenişine karşılık, ben de aynı durumda olmama rağmen ona gülerek moral vermeye çalışıyorum ve yanındaki Hintli’ye bazı şeyler sorması için ona zaman geçirtecek teklifler sunuyorum.

Hintliler para ve dil konusunda oldukça milliyetçi göründüler gözüme. Belli bölgelerde sadece Hintçe kullanılıyor. Para olarak ise Amerikan doları kabul etmiyorlar. Sınır kapısında yeterli düzeyde para bozdurmadığımız için yolda Hindistan Rupisi olmadan kalakaldık. Uzunca bir süre susuz gitmek zorunda kaldık 35 derece sıcakta ve insan istifli otobüste. Sonra “suya götürüp susuz getiren” ben otobüse binen bir seyyar satıcıyı 5 Türk Lirası karşılığında iki su almaya ikna ettim. Otobüsteki adamın İngilizce bilmemesi, otobüsteki Hintlilerin karşı çıkması, birçoğunun Türkiye adını bile bilmemesine rağmen nasıl başardım halen anlamıyorum. Demek ki ben susuz kalınca daha bir ikna edici olabiliyorum. 5 TL’yi alan adamın otobüsten sevinerek indiğini bile söyleyebilirim.

Otobüs ile Ganj Nehri’nden geçerken, otobüste bulunan Hintliler nehre dönerek ellerini alınlarına ve sonra çenelerine götürerek dua ediyorlar. Çünkü bize göre pislikten geçilmeyen bu biz nehir onların kutsal “Ganj Ana”sı. Burada Nepal’deki gibi bisiklet ve motosiklet fazlalığı göze çarpsa da oradakinin tam tersi burada kask takan yok denecek kadar az.

Hava karardıktan sonra yolculuğumuz bitti ve sonunda ölüm şehri Varanasi’ye geldik. Buranın pis olma ününü duyup kendimizi bir şey yememek üzerine şartlamıştık zaten. Çantamızda olan nutella haricinde hiçbir şey yiyemeyeceğimiz iner inmez belli oldu zaten. Üç tekerli küçük “Tuktuk”lardan (bunlar motorlu) kiralayarak Ganj Nehri yanına bizi götürmesini istedik.

İndiğimiz yerde de bize yapışan ve para koparmaya uğraşan ilginç tipler bizi otellerin bulunduğu bölgeye götürdü. Otel Puja’da konakladık. Karanlıktan dolayı Ganj’ı göremesek de yarının büyük yeniliklere gebe olduğu pencereden baktığımızda şehrin puslu havasında kendini hissettiriyordu.

Varanasi

Ölümün kokusunu daha önceden bilmediğiniz halde, o koku çalınır burnunuza bu şehirde. Çünkü ölülerin yakıldığı şehre gittiğinizi bilerek gelirsiniz Varanasi’ye.

1_689.jpg

Dün gece karanlıkta geldiğimiz bu kutsal şehirde, sabah Ganj Nehri’ne bakan otelimizden her yeri gün ışığında görebileceğimizi umuyorduk. Şehrin üstündeki pus buna engeldi. Gerçekten de ölüm bu şehrin üzerine sinmiş sanki. Biz bu şehirden ayrılana kadar da bu puslu hava hiç kalkmadı. Her saniye ölülerin yakıldığı bu şehrin berrak olması zaten şehrin doğasına aykırı olurdu.

2_687.jpg

Otelimizin demir parmaklıklı penceresinden izleyemediğimiz çevreyi terasa çıkıp bir süre tepeden izledik. Bu şehirde pencereler ince demir parmaklıklarla örülü çünkü bunun sebebi her yerde maymunların dolaşması. Terasta yaptığımız kahvaltı ise sadece yanımızda getirdiğimiz bir kavanoz bal. Ekmeğe sürüp bunu yemekten başka içimizin götürebileceği başka bir şey olmadığına kendimizi inandırarak geldik bu şehre.

3_679.jpg

Nepal gibi Hindistan’da da üç tekerlekli bisikletler (rikşalar) var hatta onun bir de motorluları var ki ona da “Tuktuk” diyorlar. Burası da Nepal gibi Hinduların çoğunlukta olduğu bir ülke olmasına rağmen aralarındaki farklılıklar çok daha fazla. Hindistan’da, % 80 Hindu, % 13 Müslüman, % 2 Hristiyan, % 2 Sih, % 1 Budacı… var. İnekler kutsal olması sebebiyle her yerde onlara rastlamak mümkün ve onlara büyük saygı var. Hinduların birçok tapınağının olduğu yerde ve Müslümanların camilerinin olduğu birçok yerde polisler güvenlik için bekliyorlar. Dinler, zamanında şiddetli çatışmalara neden olduğu için güvenlik önlemleri oldukça fazla. Ama buradaki polislerin elinde “cop” yok, ince bir “değnek” var. Bunun yanında sokaklarda başıboş maymunlar ve domuzlar da çok fazla. Bunlar yaşamın sıradan birer parçası olduğu için artık o ortama alışıveriyor ve bir süre sonra birçoğu ilginizi bile çekmiyor. Çarşı kalabalığını görünce, inanılmaz gibi gelse de insana, buranın dünyanın en fazla nüfusa sahip Çin’den sonra ikinci ülkesi (nüfus; 1,2 milyar) olduğunu anımsadığımızda inanıveriyoruz.

4_636.jpg

Burada para birimi yine “rupi” ama “Nepal Rupisi” değil “Hindistan Rupisi.” Örneğin gün boyu bizi Varanasi’yi gezdirmesi için 700 rupiye üç tekerli motorlu tuktuk kiraladık ki bu da yaklaşık 25 TL’ye denk geliyor. Tuktuk sürücümüz inanılmaz fırlama bir tip ve sürekli ağzında diğer Hintliler gibi uyuşturucu çiğneyip belli bir süre sonra tükürüyor. İlk durağımız; Sarnath Buddha. Burada Buddha’nın devasa bir heykeli ve hemen yanında da Geyik Parkı var.

6_546.jpg

Burası M.Ö. 500’lü yıllarda Budizmin temellerini attığı ve beş müridine vaaz verdiği yer. O açıdan Budistler için bir nevi “hac” yeri. Zaten biz oraları gezerken Japonya, Çin ve Güneydoğu Asya’dan birçok Budist turist bizimle beraber oraları geziyordu. Ben orada kamera çekimi ile Buda’nın tarihçesini anlatmaya çalışırken, Resul Gümüş’ün arkadan “Buda gelir, Buda geçer” parçasını fon olarak söylemesini hayatım boyunca unutamayacağım.

17_177.jpg

Daha sonra Sarnath Müzesi’ni gezdik ki burada telefonlarımız dahil tüm elektronik cihazlarımızı girişte aldılar. Müzeyi gezerken içeride verilen meditasyon müzikleri müzeyi daha çekici hale getiriyor. İçerideki heykellerin işçiliklerine şaşırmamak mümkün değil. Ayrıca Jain dininin kutsal saydığı Jain Tapınağını ve  Buda’nın ilk derslerini verdiği Büyük Stupa’yı da görmeyi ihmal etmedik. Birçok yerde Buda’nın heykelleri var. Genellikle tapınak içlerinde olanlar meditasyon yapar haldeki “Lotus oturuşu” biçiminde. Kanlı canlı bir Budist vaazına denk geldik. Neler söylediklerini anlamasam da çok hoşuma gitti. Budistlerin yüzünde o aydınlanmanın ifadesi olan tebessümü her an gözlemleyebiliyorsunuz.

dsc_0190.jpg

“Acıdan geçip güzelleştikten” sonra Varanasi merkeze geri dönüp bir kayık kiraladık. Ganj Nehri’ni gün batımına doğru turlamak ve güzel fotoğraflar yakalamak istiyorduk. Burada Nepal’deki gibi ölü yakma merasimlerini fotoğraflayanlara müsamaha yok. Bir süre kayıkla Gath’ların boyunca gezdik. Gath’ın anlamı bana göre bildiğimiz beton basamak ama onlar için kutsal banyolarını yaptıkları önemli bir mekan. Varanasi, Hindular için kutsal bir şehir ve burada yanmak onlar için ruhlarının özgür kalması anlamını taşıyor. Ganj Nehri onlar için bir tanrı ve adı Ganga. “Ganga Mai Ki Jai” (Ganj Anaya Şükürler Olsun) diyerek dua ediyorlar. Ölülerin yakılarak kül haline gelmesinden sonra külleri Ganj Nehri’ne süpürüyorlar. Ayrıca Varanasi’nin lağımları da buraya akıyor. Bizim elimizi dahi sokmaya çekindiğimiz bu pis suda onlar büyük bir mutlulukla kutsal banyolarını yapıyorlar. Tabi burada dinin kişide yarattığı psikosomatik etki onlarda büyük bir direnç yaratıyor ve hasta olma oranları normal bir insana göre daha farklı oluyor. Bu psikosomatik etkiyi ülkemizde kendini şişleyen sarıklı tiplerde görmeniz de mümkün. Onlar Ganj Nehri’nin kutsal olduğunu sanıp kendini temizlediğine inansalar da bunun sebebi sudaki kükürt oranının normalden biraz daha fazla olmasıdır. Ama gel de bunu onlara anlat.

dsc_0041_0.jpg

Ganj turumuzdan sonra otele gidip çantalarımızı sırtlanıyoruz ve doğru tren istasyonuna. Çünkü akşam Yeni Delhi’ye tren ile yola çıkıyoruz. Bu sayede hem yataklı trende uyuyarak otel ücretinden kurtulmuş olacağız hem de bir şehirden bir şehre gitmiş olacağız. Bize 15 saatlik tren yolculuğumuzu turist kompartımanında yapacağımız şeklinde bilet satılmıştı. 6 kişilik odalar olacağı söylendi ama akşam tren gelip içine bindiğimizde durum anlaşıldı. Türkiye için sık söylediğimiz lafı artık burası için söyler olduk: Burası Hindistan

Ali Yeniay

Yazar Hakkında

Ali Yeniay

"Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?" sorusuna "Gezerek, okuyan ve hatta gezi yazılarını paylaşan" diye cevap veren bir seyyahım ben...